Vitaminli Poğaça

 


Ayaklarını öylesine bir tempoyla kaldırıma vururken yoldan geçen insanların zemindeki karartılarını izledi. Fosforlu harflerle Rasim Fotoğrafçılık yazan tabelanın altında babasını bekliyordu. Daracık sokakta arabasını park edecek yer bulamadığı için kızını dükkânın önünde indirip bir diğer sokağa sapmıştı adam. Hava bugün güneşliydi. Melek güneşli havaları çok severdi; zira en iyi arkadaşı ancak o zaman ortaya çıkardı.

Esasen gölgesi sahip olduğu tek dostuydu. Başka ayakkabılarca sevgili gölgesine basılması ise en nefret ettiği şeydi. Bu yüzden hayali arkadaşını korumak adına çok dikkatli yürürdü. Hal böyle olunca kimi zaman parmak uçlarında ilerlediği kimi zaman yanlara doğru kavisler çizip bazen de ani manevralar yaptığı tuhaf bir yürüyüşe sahipti. Yoldaki garip devinimleri yüzünden yaşıtları arasında anormal bir çocuk olarak nam salmıştı.

Dükkânın cam kapısı hareket etti, fotoğrafçıdan bakımlı bir kadınla küçük kızı çıktı. El ele tutuşmuş anne kızın suratı beton gibi ifadesizdi. Aynı kanı taşıdıkları şüphe götürmezdi. Kumral saçları kulak memesine kadar kesilmişti çocuğun. Gözlüklerinin ardındaki siyah bakışlarında ölgün bir ifade yer edinmişti. Kısa saçları öyle kabarıktı ki kafasına yuvarlak bir şapka taktığını sanabilirdiniz.

"Sen burada bekle canım. Ben arabayı getirip geliyorum," dedi kadın oradan ayrılırken. Diğer sürücüler gibi bu dar sokakta yer bulamayınca otomobilini uzağa park etmişti.

Şimdi iki çocuk tuhaf bir sessizlik içinde yan yana duruyordu. Melek başını sağına çevirmemeyi seçmişti. İlgisizmiş gibi görünse de aslında gizliden gizliye komik saçlı kızın gölgesini inceliyordu. Onunla yani taş kaldırımdaki kısa saçlı karartıyla iyi anlaşabileceğini düşünüyordu. Ne ki gölgeler konusunda uzmandı.

Sakince bekleyen gölge aniden hareket etti. Şekli değişip de yuvarlak hale gelirken boyu küçülmüştü. Aslında sebebi çok basitti. Gözlüklü kız dizlerini kırıp aşağı çömelmişti.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Melek. Merakına yenik düştüğünden en nihayetinde sessizliğini bozmuştu.

"Karıncalarla konuşuyorum."

"Ciddi misin?" deyip heyecanla yaklaştı. İki kaldırım taşı arasındaki karınca yuvasına doğru çömeldi. "Demek seninle arkadaş olmayı kabul ettiler. Bu harika bir şey. Karıncalar çok meşgul hayvanlar. Maalesef herkese sıcak davranmıyorlar."

"Evet gerçekten öyleler. Ama bence biraz mola vermeleri gerekiyor. Bu konuda onları ikna etmeye çalışıyorum. Bilirsin bazı insanlar hiç dinlenmedikleri için hasta oluyor."

"Anlıyorum," dedi Melek ve düşünceli bir şekilde kafasını salladı. "Babam da çok fazla çalışıyor. Bunu karıncalardan öğrenmiş olmalı."

"Karıncaları örnek almak her zaman iyi değildir."

Asker alayı gibi intizamlı bir sırayla yuvalarına girip çıkan minik yaratıkları ikna etmekte başarısız olunca tekrar ayağa kalktılar. Yakınlardan korna sesleri yükselmeye başlamıştı.

"Ben Melek. Senin adın ne?"

"Tuğba."

Yaşıtlarıyla iletişim kurmak konusunda zorlanan bu iki çocuk ilk defa konuşurken gerilmiyor, rahat hissediyordu. Gerçi şu anki diyalogda soru soran taraf hep Melek idi. İki kelimeyi bir araya getirmeyi öğrendiğinden beri huyu böyleydi. Birbiri ardınca geçen yıllarda meraklı mizacı hiç değişmemişti.

"En sevdiğin ders ne?"

"Matematik," dedi Tuğba.

"Benim de!" diye sevinçle cıvıldadı öteki. Birazcık durdu, kafasında kısa bir hesap yapmanın ardından tekrar ağzını araladı. "İşte sana bir soru: 2874 çarpı 4 kaç eder?"

"11496." Muhatabı anında cevap vermişti. Melek işte bunu hiç beklemiyordu.

"968'i 4’e böl bakalım."

"242."

"Vay canına! Senin kadar hızlısını görmedim. Ablamı bile geçtin."

Tuğba'nın düz ifadeli yüzünde hiçbir değişiklik olmadı. Belli ki başarısını alelade buluyordu. Kayan gözlüğünü düzeltirken başını kaldırıp gökyüzüne kısa bir bakış attı. "Bugün hava durumunu izledin mi?" diye sordu yeni arkadaşına.

"Hayır, sadece çizgi film izliyorum."

"Tahmin etmiştim," dedi Tuğba biraz hayal kırıklığıyla. "Her neyse. Sabah televizyondaki sarışın kadının dediğine göre yarın hava sağanak yağışlıymış. Bu ne anlama geliyor biliyor musun?"

"Yağmur yağacak."

"Evet ama tahmin ettiğinden daha fazla. Yerde sayısız su birikintisi oluşacak. Eğer parkta derin bir birikintiye denk gelirsek belki deniz kızlarını görebiliriz."

"Deniz kızı mı? Nasıl olacak ki o?"

"Eskiden deniz kızları okyanusta yaşıyordu. İnsanlar tarafından avlanmaya başlayınca hayatta kalabilmek için suyla beraber buharlaşıp gökyüzüne kaçtılar. Bu şekilde yüzyıllardır bulutlarda yaşıyorlar. Ancak yağmur yağınca bazıları yeryüzüne geri dönüyor. Tekrar güneş açana kadar derin su birikintilerinde saklanıyorlar."

Gözleri hayretle açılmıştı Melek'in. "Yarın mutlaka parka gitmeliyiz!" diye fısıldadı. Gölgesi duymasın diye sesini kısmıştı. Yoksa en iyi arkadaşının kalbi kırılabilirdi. "Yağmur yağacağından gölgelerimiz bize eşlik edemez. Onlar sadece güneşli havalarda dışarı çıkabiliyor."

"Çok garip değil mi? Solucanlar ise yağmurlu havalarda topraktan çıkıyor."

"Salyangozlar da öyle."

"Biliyor musun bir keresinde yanlışlıkla bir salyangoza basmıştım.”

"Ah korkunç bir şey bu! Öldü mü?"

"Evet," dedi Tuğba üzülerek. "Annem yolda yürürken daha dikkatli olmamı ve önüme bakmamı tembihledi. Kardeşim ise hapse girebileceğimi söyledi. Sonra babamın telefonundan gizlice 155'i aradı. Polisleri bu olaya karıştırmamalıydı. Erkek kardeşim beni kıskanıyor. Çünkü odası benimkinden daha küçük."

El sıkışıp aralarında sessiz bir anlaşmaya vardılar. Yarın fotoğrafçının önünde buluşacak, deniz kızlarını bulmaya çalışacaklardı. Melek'in babası gecikmişti. Tuğba'nın annesi de henüz gelmemişti. Neyse ki iki arkadaş birlikte güzel vakit geçiriyordu. Tam karşıdaki fırından hoş kokular sarmıştı sokağı. Poğaça ve kurabiye resimleriyle süslenmiş tabelayı aynı anda okudular: Vitamin Unlu Mamulleri.

"Doktor geçen hafta ablama D vitamini eksikliğinin olduğunu söyledi. Ona karşıdan vitaminli bir poğaça mı alsam acaba? Daha çabuk iyileşir belki."

"Çok iyi fikir," diyerek onay verdi Tuğba ve cebinden bozukluk çıkararak Melek'e para takviyesinde bulundu.

"Yeter mi bu kadar?"

Evet anlamında başını salladı, ablasının şifası için koşar adımlarla karşıya geçti. Fırına uğradıktan sonra kalan parayla iki tane çikolata aldı. Bilen bilirdi ki şu hayatta Melek'in en sevdiği yiyecek çikolataydı. Rasim Fotoğrafçılık yazılı tabelanın altında onu bekleyen arkadaşının yanına geri döndü. "Çikolata ister misin?" dedi kocaman gülümseyerek.

Kısa saçlı kız başını olumsuz manada salladı. "Teşekkür ederim diyetteyim," diye cevap verdi.

"Saçmalama, sen çocuksun. Yalnızca anneler diyete girer."

Melek'in annesi de sık sık diyet yapardı ama bu stresli süreci en fazla üç gün sürdürürdü.

"Çikolata yemem yasak. Hastayım."

"Nasıl bir hastalık bu?"

"Boşver. Sıkıcı bir durum."

"Haklısın. Çikolata yiyemediğine göre çok kötü olmalı," deyip bakışlarını zeminde gezdirdi. "Peki gölgen için de mi geçerli?"

"Ne?"

"Aynı yasak. Yani o da çikolata yiyemiyor mu?"

"Bilmem gölgeme sormalısın."

Kırmızı ambalajı açtı Melek ve çikolatanın ucundan küçük bir parça kopardı. Kaldırımdaki sevimli gölgeye doğru eğilirken başının olduğu kısma usulca çikolatayı bıraktı.

"Nasıl? Beğendi mi?" dedi kaşlarını kaldırarak.

Kafasını memnuniyetle salladı Tuğba. "Evet. Hatta biraz daha istiyor."

"Seveceğini biliyordum!"

Yorumlar

  1. Vitaminli poğaça yemiş kadar oldum:) Kelimelerinde huzur saklı. Teşekkür ederim!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *