Perilere İnanma-1


1. Bölüm: Yakuzalar

Bunaltıcı bir yaz akşamında vantilatörün iyice eskimiş pervaneleri bıkkın dönüşler yaparken kafamı önümdeki masaya vuruyor, bahtsızlığımın çilesini ta yüreğinde hissediyordum. Merhaba sevgili dinleyiciler, ben Ebru. Sıradaki şarkı bir baltaya sap olmayanlara gelsin. Küçük ilçemizin kız meslek lisesini bitirdikten sonra kıytırık bir üniversitede nice zorluklarla dört yıllık işletme okudum. Geçen sene ise nihayet mezun olup ülkemin işsizleri arasına katıldım. 24 yaşındayım ve acı hayatın meşakkatlerini tadarken beyaz atlı, zengin koca hayallerime çoktan veda ettim. Hayata pembe gözlüklerle baktığım günlerin üzerinden çok sular geçti.

"Ebru ikinci katın çarşaflarını değiştirdin mi?"

"Evet yenge."

"Terastaki fenerleri yaktın mı?"

"Evet."

"Sıcak su?"

"Evet."

"Ütü?"

"Evet."

"Fasulyeleri ıslattın mı?"

"Eveeeet!" diye bağırdım kendimden beklemediğim bir çıkışla. İçimdeki aslan yelelerini savurarak kükremişti adeta.

Elindeki örgüden başını kaldıran Fatma yengem, "Ayol o ne biçim ses tonu?" diye kınayarak söylendi. "İnsan büyüğüyle öyle mi konuşur? Çok ayıp kızım."

Bu sinirli halim hep o Şahika cadısı yüzündendi. Yine asabımı bozmuştu şımarık muhtar kızı. "Özür dilerim," dedim yengeme melül melül bakarak. Litrelerce pişmanlık akıyordu sesimden. Sonra yanağımı masaya yapıştırıp pencerenin ardındaki karanlığa daldım. Az önceki yüksek desibelli sesim fişi çekilmiş hoparlör gibi sönmüş, içimdeki aslan ise ait olduğu vahşi ormana geri dönmüştü. 

Tepenin üstündeki tek minareli cami öylesine asil duruyordu ki hayranlıkla izledim bu sade ve zarif mimariyi. Masallardaki prensesler kadar güzel olan imam kızının evi oradaydı işte. Şahika'nın aksine iyi kalpli, yumuşak mizaçlı Nefise'yi çok severdim. Hakikaten melek gibi kızdı. İlkokuldayken çilek kokulu silgilerini hep benimle paylaşırdı. Hatıra defterinin ilk sayfasını her zaman bana ayırırdı. Ben de bu jestine karşılık bildiğim en hoş manileri o çiçekli sayfalara yazar, bir de ismine özel en kafiyelisinden akrostiş şiirler karalardım. Aslında meslek lisesine gitmeden önce çok şair ruhlu bir kızdım. Ergenlik dönemimde arabesk rap sanatını icra eden bir arkadaşım için şarkı sözü yazmışlığım bile vardı. Ne yazık ki yanlış okul tercihlerinde bulunarak soylu sanatçı ruhumu katletmiştim.

Gerideki pişmanlıkları düşünmek bana iyi gelmediğinden kafamı masadan olanca efkarımla kaldırdım. Gözlerim her seferinde gayri ihtiyari yolun karşı tarafındaki ormanın içine kurulmuş saray yavrusuna kayıyordu. Koyu renkli ulu ağaçların büyük bir ustalıkla sakladığı, esrarlı sislerle çevrili devasa şato... Köyümüzde her annenin dandinili ninnisine, her çocuğun uydurduğu masala konuk olan esrarengiz Saraygiller ve onların geniş toprakları... Saraygil diye bir soyadı mı olurmuş dediğinizi duyar gibiyim. Hiç sormayın biz köy halkı da hiç alışamadık. Kutsal arazilerine adım atmak katiyen yasaktı. Sabahlara kadar ışıkları sönmezdi ihtişamlı köşkün. Her odası çeşitli renk skalasında ışıklarla aydınlatılırdı. Mor, turuncu, kırmızı, yeşil... Renkli odalardaki ışıklar gündüz vaktinde bile kendini belli ederdi. Nedenini çok merak ediyordum. O gizemli sarayın sırrı ne olabilirdi? Hem Allah aşkına bu nasıl müthiş bir elektrik rezervidir ki oradaki ışıklar hiç sönmek bilmiyordu! 

Komplo ve entrika içerikli karanlık düşüncelerimi bir yaşındaki kuzenim Hikmet'in ağlamaları bölmüştü. Uykudan silkelenircesine hızla başımı salladım. Yengem elindeki örgüye devam ederek, "Ebru çocuğa bir baksana niye ağlıyor," diye rica etti. Hoplayarak ayağa kalktığımda iki kolumu havaya kaldırıp kaslarımı güzelce esnettim. Bakalım küçük Daltonlar yine ne işler karıştırıyordu. Salondan çıkıp çocuk odasına dalınca Fazıl ve Rıfat'ı gergedanlar gibi güreşirken buldum. Oda darmaduman olmuştu. Balta girmemiş ormanlardan fırlayan iki Dalton yerde yuvarlanıyordu. Vahşi hallerinden ötürü dehşete düşmüş minik Hikmet ise her geçen saniye daha da şiddetle zırıl zırıl ağlıyordu. Hemen olaya müdahale ettim tabii. İki gergedanı tişörtlerinin ense kısmından tutup güç bela birbirinden ayırdım. Artık asayiş berkemaldi.

"Ama Ebru Abla ilk o başlattı!" diye sızlandı Fazıl. Yüzümdeki seri katil ifadesini hiç bozmadım. Tek bir mimiğim bile oynamıyordu.

"Yalan atma oğlum!" diye debelendi Rıfat. "Bana küfrettiğini söyleyeyim mi Ebru Abla'ya ha söyleyeyim mi?" Yok yok bu böyle olmayacaktı. Kendi özel yöntemlerimle şu haşarı çocukları terbiye etmeliydim. Ciğerlerimi derin bir solukla şişirirken ellerimi tişörtlerinden çektim, onları salıverdim çayıra. Hikmet'i kucağıma alıp pışpışlamak üzere oğlanlardan birinin yatağına oturdum.

"Derin dondurucuyu kimin bozduğunu üçümüzden başka kimse bilmiyor. Aynı şey geçen hafta kırılan yedi numaralı odanın camı için de geçerli. Sanırım ne demek istediğimi çok iyi anladınız küçük kovboylar," dedim kötü polis bakışıyla. Gıkını çıkarmadı iki yavrucak da. Yaptıkları en üst seviye yaramazlıkların, kırdıkları araç gereçlerin haddi hesabı yoktu doğrusu. Gizliden gizliye tuttuğum kara listeyi amcama göstermem işlerini bitirirdi. "Evet bu konuda anlaştığımıza göre şimdi görev dağılımına geçebiliriz. Ne derler bilirsiniz az laf, çok iş. Ben kardeşinizi uyuturken siz de hemen dağıttığınız şu odayı toplayın, sonra da gidin makinenin başında bekleyin. Çamaşırlar yıkandıktan sonra hassas olanları ayırıp geri kalanları kurutmaya atacaksınız tamam mı?"

Çocuklar karınca misali vazife yerlerine dağılınca motel eski sükunetine kavuşmuştu. Kucağımdaki miniğin huzurlu bir uykuya dalmasını tebessümle izledim. Bebekleri çok severdim. Zira bu halleriyle hiç sıkıntı vermiyorlardı insana. Sessizlerdi, sevimlilerdi. Ne var ki büyüdüklerinde aşırı haylaz oluyor, canavarlaşarak iş yükümü on katına çıkarıyorlardı. Hikmet'in Dalton abileri bu sene canımı öyle çok bezdirmişlerdi ki anneliğe dair büyük korkular beslemeye başlamıştım. Mürüvvetim hakkında pek umut verici olmayan düşüncelere daldığımda kederli halim bazı dış faktörler yüzünden çok uzun sürmedi. Çamaşır odasından Rıfat'ın çığlık sesini işitince kucağımdaki bebeğe rağmen irkildim. Yine ne olmuştu? Uyanmaması için Hikmet'i dikkatle beşiğine yerleştirip parmak uçlarımda yürüyerek odanın ışığını söndürdüm hemen.

Bıkkınlıkla çamaşır odasına yönelttim adımlarımı. Maalesef karşılaştığım manzara beklediğim kadar kötüydü. Ortalık fena halde batmıştı. Oğlanların paçaları ıslanmış, ellerinde tuttukları uzun saplı fırçayı yerdeki hamam böceklerine karşı kılıç bellemişlerdi. Fazıl'ın gözleri korkudan kocaman açılmıştı. Mesele şu ki makinelerden biri nasıl olmuşsa alttan su sızdırmıştı. Sinsi sızma işi günlerdir devam ederken arızanın farkına bile varmamıştık. Makinenin arkasındaki kartonlar ıslanmış, hamam böceklerine ideal bir yuva olmuştu. Hangi haşere rutubeti sevmezdi ki!

Müşteriler böceklerle asla karşılaşmamalıydı. Motelin itibarı zedelenirdi yoksa. Müessesemizin temizliği, güvenliğiyle övünürdük hep. Hatta bu sabah iki kişilik bir oda tutan hamile kadın ve kocası özellikle odaların ilaçlanıp ilaçlanmadığını sormuşlardı. Haşerelere karşı hiç tahammülleri yoktu. Motelin vizyon ve misyonuna leke sürülmesine asla izin vermemeliydim.

Bazı insanların böcek fobisi vardır. Küçük haşereleri görmeye dayanamazlar, büyük bir korku veya tiksinti duyarlar. Bizim moteldeki böceklerin ise Ebru fobisi vardı. Beni gördükleri yerde kaçacak delik ararlardı. Yine terliği elime aldığım gibi iki saniyede Terminatör kesildim. Fazıl ve Rıfat ellerini ağızlarına götürüp çığlık atmamak için mücadele veredursun ben çoktan böceklerin üzerine saldırmıştım.

"Rıfat koş çabuk annenden ilacın yerini öğren. Burayı temizledikten sonra hemen ilaçlamalıyız," diye fısıldadım küçük kuzenime. Kimsecikler duymadan meseleyi halletmeliydik. Bu akşamki muharebede böceklerden kimisi terliğimle nasiplenirken kimisi de kaçmayı başardı.

Fazıl'ın da yardımıyla ıslak karton kolileri yüklenip müşterilerde kuşku uyandırmadan dışarı çıktık ve yolun kenarındaki çöp konteynırlarına attık hepsini. Taşırken böceklerden bir tanesi kartonların arasından aşağı süzülüp ayağımın üzerine düşmüştü. Bacağımı havaya kaldırıp silkelemeye çalışınca ortaya komik bir görüntü çıkmıştı. Hayır kesinlikle gecenin bu geç saatinde uzun bacaklı Rus askerleri gibi kalinka dansı yapmıyordum!

Yerleri güzelce sildim, havlularla kurutup jel kıvamında iki şırınga dolusu böcek ilacını kullandıktan sonra yorgun argın bir vaziyette terasa çıktım. Bugünkü mesaim sona ermişti. Otelin çatı katı sayılan tek göz evime baktım uykulu gözlerle. Terasın doğu tarafını baştan sona saksılarla süslemişti yengem. Koca bir çiçek bahçesinin içinde yaşıyordum diyebilirim. Dikdörtgen şekilli terasın köşe noktalarındaki direklere şehirden aldığımız fenerleri özenle yerleştirmiştik. Böylece muhteşem bir görüntüye sahip olmuştu terasımız. Otelin önünde geniş bir anayol uzanırken arabasını süren uzun yol yolcuları hava kararınca rahatlıkla görebiliyordu motelimizi. Yerel kanallara reklam verecek ekonomik güçte olmadığımız için bu tür dikkat çekici fikirlere sarılmıştık. Ne de olsa rakiplerimizden bir farkımız olmalıydı.

İtiraf ediyorum fener fikri tamamen bana aitti. Potansiyel müşterilerimiz için dikkat çekici olmasının yanında Severler Motel'e gizemli bir hava bile katıyordu gece karanlığında parlayan fenerler. Onca emeğime karşılık neyse ki bu görsel şölenden istediğim kadar faydalanabiliyordum. Bütün günüm alt katlarda çalışmakla geçerken akşam vakti çatı katımda yalnızlığımın sefasını sürmek çok güzeldi benim için.

Yanlış anlamayın modern bir külkedisi masalı içinde değilim. Aslında amcam ile yengem çok iyi insanlardı. Allah korkuları vardı, bana zulmedecek insanlar değillerdi. Fakat Severler Motel'in iş yükü o kadar fazla ve ağırdı ki her şeye benim koşturmam gerekiyordu. Amcam bütçe kısıtlığından ötürü ek personel almak istemiyordu. Eh ayıptır söylemesi ben de pek çalışkan, pek becerikli bir kızdım. On personelin yapacağı işin hakkından geliyordum. Hal böyleyken kendimi çok fazla yükleniyordum.

Yerdeki kilimin üzerine uzanıp elimi başımın altına koyarak gökyüzünü huşuyla izledim. Nefise'nin geçen haftaki tefsir dersinde dediğine göre Allah gökteki yıldızları sırf çok sevdiği kullarının gözlerine süs olsun diye yaratmıştı. Ne mutlu bize ki göz zevkimizi bile düşünen bir Rabbimiz vardı. Cebimdeki telefon titreyince çıkarıp gelen mesaja somurtarak baktım. Whatsapp gruplarına yine düğün davetiyesi atılmıştı. Lise ve üniversite arkadaşlarımın bulunduğu gruplarda her gün yeni bir söz, nişan, düğün haberi alıyordum. Sanırım kısmeti çıkmayan tek kişi bendim. İçlerinden bazılarının bana evde kalmış gözüyle baktığına ve halime acıdığına emindim.

Düşünceler beynime baskı uygularken derin derin iç geçirdim. Normal bir insandım. Ne aşırı bir güzelliğim vardı ne de mükemmel bir fiziğim. Masum yüzlü, güzel ahlaklı Nefise kadar takvalı bir Müslüman da değildim. Hatalarım çoktu. Onun gibi din bilgilerine vakıf olamasam da öğrenmek için çabalamaya karar vermiştim. Bu yüzden her çarşamba Nefise'nin tefsir derslerine gidiyor ve dersleri hiç kaçırmamaya çalışıyordum.

Saraygillerin arazisinin sağındaki tepede kalan camiyi hayranlıkla seyre daldım. Minareler yıldızlara dokunuyor gibiydi. Tekrar iç geçirdim. Eğer yazar olsaydım kitabımın kız kahramanı benim gibi vasat biri değil de Nefise olurdu.

***

Buralarda güne erken başlardı insanlar. Motelimizin yanındaki dinlenme tesisi şehirler arası otobüslerin uğrak yeri olduğu için orası her zaman kalabalık olurdu. Bir çeşit pazarlama taktiği midir nedir bilmiyorum ama müzik sesleri hiç kesilmezdi tesisten. Her sabah Tarkan'la gözlerimi yeni güne açmak kesinlikle güzel bir şey değildi.

"Çiçek gibi tazecik kıymetli bir tanecik ana sütü gibi tertemiz. Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli gözleri derya deniz..."

Yastığı yüzüme bastırıp müzik seslerini umursamamaya çalıştım. Kafamın derisi yanıyordu. Ah Allah aşkına uyumak istiyorum, neden bana bunu yapıyorsunuz a komşular? Tesisin sahibi Ayten Abla yengemin arkadaşı olduğu için bizimkilerin hatırına tepki gösteremiyordum şu korkunç gürültüye. Ama gerçekten çekilecek gibi değildi!

Yatakta debelenmenin bir faydası yoktu. Zira uykum çoktan kaçmıştı. Ayaklanıp elimi yüzümü yıkadım. Üstümü değiştirdikten sonra aşağıya indim. Motelin rutin işlerine başladığımda yarım saat sonra yengem de bana katıldı. Kuşlar, ağaçlar yeni yeni uyanırken Sevda Nine iki şişe pekmezle çıkageldi. Yengemin teyzesi oluyordu bu tatlı kadın. Ayrıca köyümüzde sözüne kıymet verilen büyüklerdendi. Birçoğumuzun ebesiydi, onun pamuk elinde doğmuştuk.

Saatin erken olmasından faydalanarak Sevda Nine'yle muhabbet etmek için işe biraz ara verdim. İki bardak çay kapıp dışarı çıktık. Girişe, Severler Motel yazılı ışıklı tabelanın altına, bıraktığım iskemlelere kurulduk güzelce.

"Sana eski bir hikâye anlatacağım yavrum," diye ciddi bir giriş yapıp ağa kızı ve çobanın umutsuz aşk hikayesini milyonuncu kez anlatmaya başladı Sevda Nine. Hikâyenin son versiyonunda Hint esintileri de vardı. İzlediği Hint dizilerinden birkaç entrika da eklemişti anlattıklarına. İlk kez dinliyormuşum gibi gözlerimi kocaman açıp pür dikkat ona odaklandım. Sevda Nine iki namaz vakti arasında Hint dizileri izliyor, izledikçe tansiyonu fırlıyordu. Dizilerin içerdiği yüksek dozdaki entrikanın, yaşlı kadının ruh ve beden sağlığına iyi gelmediği kesindi. Ama ne desem de lafımı dinletemiyordum, şu illet şeyleri izlemekten asla vazgeçmiyordu. Sadece o mu köyün yaşını başını almış kadınları da bayılıyordu bu entrikalı dizilere. Gözlemeler, bazlamalar, kısırlar hazırlayıp hep birlikte televizyon başına kuruluyorlardı. Ah nerede yurdumun eski emektar çalışkan bacıları?

Ninemin anlattığı hikâyenin sonunda bizim güzeller güzeli dilberi, komşu köyün ağasıyla evlendiriyorlar. Fukara fakat gönlü zengin çobanı ise tüfekle vuruyorlar. Sevda Nine'nin gözleri yaşarıyor, mavi çiçekli beyaz fistanının eteğiyle gözyaşlarını sonra da sümkürerek burnunu siliyor.

"Ama suç çobanda nineciğim!" diye düşüncemi dile getirdim daha fazla dayanamayarak. "Köyde kız mı kalmadı, neden gidip de o zengine tutuldu? Davul bile dengi dengine."

"Öyle deme kızım. Gönül bu, kime konacağı belli olmaz."

İkimiz çoban hakkında ciddiyetle tartıştığımız sırada karşımızdaki otoyolun sağ tarafından gelen siyah koca bir jip orman yoluna girdi. Arkasından şaşkınlıkla bakmakla yetindik. O da Saraygillerdendi galiba. Yasaklı topraklara girme izni olduğuna göre... Gerçi tam girmiş sayılmazdı. Zira malum arazinin tellerle örülü devasa kapısı biraz daha ilerdeydi. Oradan geçmeyi başaramazsa yolu şaşırmış bir sürücü olduğunu düşünebilirdim. Kim bilir belki de bugün bize bir eğlence çıkardı. Köyümüz, Saraygiller sağ olsun, ilginç olaylara alışıktı.

Sevda Nine ineklerini özlediğini söyleyip motelden ayrılınca ben de mutfağa yengemin yanına döndüm. Kimyager olan en büyük kuzenim zamanında annemin sütünü içmişti. Bu yüzden sütkardeştik. Hal böyleyken yengemin bütün afacan çocuklarının ablası olarak görülüyor, her türlü sorumluluğu yüklenmek zorunda kalıyordum.

Amcam ailesiyle birlikte birinci katı hususi olarak kullanıyordu. Dört katlı motelin öteki katları müşterilere ayrılmıştı. Biraz sonra çocukların odasından savaş nidaları yükseldiğinde sinirle soludum. Yine kavgaya tutuşmuş olmalıydılar bizim gergedanlar. Olaya müdahale etmek üzere yengem tarafından giriş kattaki mutfaktan üst kata gönderilirken baskın yapan narkotik şube polisi gibi oğlanları ayrı odalara dağıttım çabucak. Neyse ki Hikmet hala uyuyordu. Rıfat'a bahçeyi sulama görevini verince çok sevindi. Neşesinin sebebini biliyordum. Bahçeyi sulayayım derken aklınca tesisin çocuklarını hortumla ıslatacaktı. Su savaşlarına deli olan bir çocuktu kendisi.

Abisi gittikten sonra meydan ortancaya kaldı. Fazıl'ın yalvarmalarına daha fazla karşı koyamayıp dans teklifini kabul ettim. Popstar olma hayalleri kuruyordu bu çocuk da. Ee üzüm üzüme baka baka kararır. Yandaki tesiste bütün gün Tarkan'nın şarkıları çalınca çocuk özenmişti işte.

Yedi yaşındaki ortanca kuzenimle birlikte uzaylı dansı yaparak sabahın nurlu ve berrak saatinde bütün kurtlarımızı döküyorduk şimdi. Çok hiperaktif bir çocuktu sevgili popstarımız ve onun enerjisini boşaltma görevi genelde bana verilirdi. Küçük kuzenimin gazını almak yetmiyormuş gibi ortancasının da enerjisini alıyordum. Ah komşular sormayın halimi, çok dertliyim çok. Amcamlar beni işe aldıklarında Severler Motel'le ilgili ne güzel hayallerim vardı... Birkaç yılda harika bir iş tecrübesi kazanıp iyi bağlantılar kuracak, sonra kendi müessesemi açacaktım. Ya da uygun bir talip bulup evimin kadını, çocuklarımın anası olacaktım. Gelin görün ki ne evlenebilmiştim ne de işimin patronu olmuştum.

Hunharca dans etmekten dolayı bacaklarımda derman kalmazken Fazıl insan değilmiş gibi şu kadarcık bir yorulma emaresi bile göstermemişti. İmdat dercesine etrafa bakındım. Kendimi kurtarmalıydım bu dans makinesinden. Acaba Rıfat'ı mı çağırsaydım? İki kardeş güreşe tutuşurken ben de aradan sıvışırdım. İyi insan lafın üzerine gelirmiş. Rıfat ıslanmış kıyafetlerle kapıda belirmişti.

"Ebru Abla, annem seni çağırıyor! Aşağıda bir sürü çan çin çon var! Hepsinin de gözleri böyleee," diyerek göz kapaklarını her iki yandan çekip ince bir çizgi haline getirdi Rıfat. Hayret, Uzakdoğulular hiç uğramazdı ki buraya! Yolu mu şaşırdılar acaba?

Tuniğimin altına etek giyip dans ederken çıkardığım şalımla hızlıca başımı örtüp sonra üstüme çeki düzen verdim ve merdivenleri ikişerli üçerli inmeye başladım. Çekikleri sıska bir şey bilirdim ama resepsiyonda bekleyen dört izbandutu görünce korkmadığımı söylesem yalan olurdu. Gergin adımlarla amcamın yanına yaklaşırken adamcağız beni görünce gözlerinin içi sevinçle parladı, "Nihayet geldin Ebru!" dedi rahatlamış bir şekilde. Saçsız kafasında ter damlaları birikmişti. Zoraki bir şekilde sırıtıyordu müşterilere. Amcama bir şey mi yapmıştı bu sumo güreşçileri? Ağır abi modundaki adamlar etrafa pek de tekin olmayan bakışlar atıyordu.

"Kim bunlar?" diye sordum merakla. Amcam otuz iki diş sırıtmaya devam ederek kulağıma fısıldadı. "Adamlar yakuzaymış. Japon mafyası gibi bir şey..."

"Ney?" diye çığlık attım. Karşımdaki çekik gözlü yiğitler kaşlarını çatarak bana bakmaya başladılar. Aynı zoraki sırıtışı yüzüme yapıştırıp "Konniçiva!" diyerek engin Japoncamla selam verdim onlara. En öndeki adamın yüzünde tek bir mimik dahi oynamazken arkadakiler başlarıyla selamımı aldılar.

Gözlerimi onlardan ayırmadan "Ne istiyorlarmış?" diye sordum amcama.

"Saraygillerle bir işleri varmış. O yüzden buralara kadar gelmişler," dedi adamlara kibar bakışlar atarak. "Bir süreliğine motelimizde konaklamayı düşünüyorlarmış."

Nasıl bir iş ola ki? Dertleri neydi bu büyük abilerin acaba? Kalkıp dünyanın öbür ucundan ismi cismi bilinmeyen köyümüze gelmek için ciddi sebepleri olması lazımdı. Meselenin tuhaflığına dair herhangi bir yorum yapamazken az sonra beynimde tehlike sinyalleri veren kırmızı ışıklar yanmaya başladı. Yoksa... Yoksa bu gözü dönmüş yakuzalar kanlı bıçaklı işler mi planlıyordu?

1. Bölümün Sonu


Sonraki Bölüm

Yorumlar

  1. Merhabayınnn, turkuazm ben ^^
    Yeni evine çıkan en sevdiğim yazara benekli begonya götürüyorum gibi hissetim sitenin kapısında sfsf. Site gıcır, site taze boya kokuyor, site yeni mobilya kokuyor yazarcım öyle güzel.
    Ebrular falan gelmiş de Seherciğimi göremedim dönemediler mi Monako'dan daha? Gelsin de salçalı ekmek, şekerli yoğurt yiyelim birlikte ahahah.

    Site wp ye göre daha sıcak daha samimi daha sen...
    Hayırlı olsun yine yeniden, her alanda kolaylıklar dilerim. Yolun açık olsun Nyann^_^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldin sefalar getirdin turkuazm. Yeni evime ziyarete gelen en bi tatlı misafirlerden birisiniz hanımefendi. ^^ Wp'den ayrıldığım için ben de mutluyum ve daha iyi hissediyorum. Blogta yazmanın ayrı bir güzelliği rahatlığı var.
      İlk önce Ebru'nun ikinci kitabıyla meşgul olmak istiyorum, diğer kurgularla ne yapacağım kararını sonraki zamana bıraktım.
      Çok uzaklara gitme olur mu arada bir uğra buralara selam ver. :)

      Sil
    2. Ooo artık buradayız ne uzağı ahaha. Wp nin kasvetli ortamına sadece senin için geliyordum bu site vaha gibi bişiy oldu.
      'diğer kurgularla ne yapacağım kararını sonraki zamana bıraktım'
      demişsin, kitap çıkar valla bak okuruz okuturuz olmadı siteyi komple topla forum aç sohbete geliriz nasıl olsa sitenin anahtarı sende sfsfsf ama ne yaparsan yap arkandayız yazarcım.

      Kolaylıklar, bol hayalli serüvenler.


      Sil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *