Perilere İnanma-20

 20. Bölüm: Muhafızlar

Ben doğmadan önce yaşanmış her şey, demişti Nefise. İlkbaharda gürül gürül akan köyün bereketli nehrinde bir kadın boğulmuştu. Periveş'ti o. Boğulmadan evvel konuştuğu son kişi ise gebe olan annemdi. Annemin karnındaki bebeğe kendi yüzünü emanet ettikten sonra sular onu yutmuş. Periveş'in ölümünün ardından annem uzun bir süre kendine gelememiş. Yaşadığı büyük travmayı atlatması kolay olmamış.

Çocukken hiçbir şeyden haberim yoktu. Ne zaman ki büyüdüm ve serpildim, genç ve güzel bir kız oldum içinde bulunduğum tuhaf durumu işte o vakit fark etmeye başladım. Yaşıtlarımdan farklıydım. Her şeyin fazlası göze battığı gibi güzelliğin fazlası da dikkat çekiyor hatta türlü dedikodulara yol açıyordu. Ne anneme benziyordum ne de babama. Yakınımdaki insanlar ailemdeki hiç kimseye benzemediğimi söyleyip duruyordu. Sıkça tuhaf bakışlara maruz kalıyordum. Bazen hayrımı istemeyen kıskanç gözleri üzerimde hissediyordum.

Yıllarca bana ait olmadığını bildiğim bir suratla yaşadım. Benliğimi oluşturmam, kişiliğimi oturtmam çok zor oldu. İnsanın kendi varlığını kabullenememesi korkunç şeydi. Sahte bir hayat yaşadığımı düşündüm çoğu zaman. Yüzümden nefret ettim. Yeryüzündeki en çirkin insan olsaydım bu kadar üzülmeyecektim. En azından o çirkinlik bana ait olacaktı. Benim çirkinliğim. Benim... Bilmiyorum, dünyadaki çetin imtihanım buydu belki de.

Doğru zamanın geldiğini düşünen annem bir gün beni karşısına oturttu ve bütün gerçekleri anlattı. Köyümüzün geçmişinden, öteki boyutla olan eski dostluktan ve aramızdaki iletişimin nasıl koptuğundan... Periveş'in kimliğini öğrenince hayata farklı bakmayı keşfettim. Yüzünü boşuna emanet etmemişti bana. Vazifeliydim. Daha doğmadan büyük bir görev üstlenmiştim.

Nefise'nin söyledikleri aklımdan hiç çıkmıyordu. İstasyona doğru yürürken bütün yol boyunca bunları düşünmüştüm. Beynim her an patlayacakmış gibiydi.

Oldukça dakik davranan Kudo sözleştiğimiz vakitte çıkagelmişti. Lakin küçük ve tatsız bir sürpriz bekliyordu beni. Süt kardeşim Mahir de yakuza takımına katılmıştı. Allah aşkına ona ne diye haber vermişlerdi ki? Moteldekilere bir şey belli etmeyin diye o kadar da tembihledim adamları. Anlaşıldı. Japonların yanında lafım beş para etmiyormuş.

Kel kimyager beni görünce kolunu havaya kaldırıp hızlı hızlı el salladı. Keyfine diyecek yoktu doğrusu. Bütün dişleri görünecek şekilde kocaman sırıtıyordu. "Ebru! Ebru!" diye seslendi ve sanki yüz yıldır beni görmemiş gibi sevgi gösterilerine başladı.

Gelenlerin arkasından biraz bakındım. Meraklı yönetmen de yakuzaların peşine düşmüş mü diye kuşkuyla kontrol ettim civarı. Temizdi. Şimdilik etrafta kameralı bir davetsiz misafir görünmüyordu.

Adamları ben davet etmiş olmasam vallahi düğüne gidiyoruz sanırdım. Kudo oldukça süslenmiş, en fiyakalı takımını giymişti. Japonların saçları yoğun jöleden dolayı güneş gibi parlıyordu. Tıraş losyonunun kokusu bulunduğum mesafeden bile duyuluyordu. Kronik memnuniyetsizliğimi hiç saklamadan onları göz ucuyla şöyle bir süzdüm.

Terk edilmiş tren istasyonu buluşmak için seçilebilecek en iyi noktaydı. Evvela gözlerden ıraktı. Köylüler bu taraflara sık uğramazdı. İkinci olarak Kara Amir'in gizli tüneli çok yakınlarda hatta bana sorarsanız istasyonun sınırları dahilindeydi. Amir üstü kapalı bir ifadeyle öbür boyuta istasyondan geçeceğimizi söylemişti.

"Perinin ülkesine davet edilmiş olmak benim için büyük bir onur," dedi Kudo ve bendenizi ihtiramla selamladı. Mahir'in yanında Türkçe konuşması dikkatimi çekmişti. Oysa motel ahalisinden bu meseleyi titizlikle saklıyorduk.

"Ne perisi ne ülkesi Kudo Bey!" diye yapmacıktan güldüm. Öte yandan kaş göz işareti yaparak süt kardeşimin burada olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Susması lazımdı.

"Mahir'in anlaşmadan haberi var. Öbür boyutu biliyormuş," dedi yakuza lideri. Kuzenim aferin beklercesine omuzlarını kaldırdı ve yavru köpekler misali baktı bana. Yüzümü buruşturdum hemen. "Bu ne anlama geliyor Mahir? Bizi gizli gizli dinliyor muydun yoksa?" diye hesap sordum kimyagere.

"Hayır tabii ki. Tamamen rastlantısal durumlar Ebrucuğum. Kaderden kaçamazsın derler. Bilmem anlatabiliyor muyum?"

Kenji ve Takano paslanmış banklardan birini mendille temizledikten sonra edeple geri çekildiler. Kudo köyün ağası gibi davranıp çocukların omuzlarını sıvazladı ve kendisi için hazır edilen banka oturdu. Birkaç dakika ayakta kalmak onu hemencecik yormuşa benziyordu. Mahir ise gözüme girebilmek için halen kararlılıkla çalışmaya devam ediyordu. Sırt çantasını açtığında ağzım hayretle aralandı. Tam da düşündüğüm şeyi yapmış, gelirken bütün cephanesini toplamıştı. Şişeler dolusu renkli sıvılar, asitler, tuzlar, meyve görünümlü patlayıcılar ve işlevini bilmediğim daha nice araç gereçler...

"Yirmi dört yıllık ömrümde hep bugünü bekledim," dedi kimyager. Gözleri heyecanla parlıyordu.

"Aklını mı kaçırdın? Bütün boyutu havaya mı uçuracaksın?" diye tersledim onu. Renksiz diyar bana emanet edildi. Başkasının zarar vermesine göz yumamam.

"Boyutu değil ama çantamda yiyici şatosunu havaya uçuracak kuvvette patlayıcılar var. Emrine amadeyim Ebru. Beni de yanında götürürsen işine yarayacağıma emin olabilirsin. Tamamen senin isteklerine göre hareket edeceğim."

"Periye akıl vermek bana düşmez ama kuzenin haklı," diye lafa girdi Kara Amir. Nefise'yle kulübede görüştüğümüzden bu yana sesi hiç çıkmamıştı. "Yetenekli ve hevesli biri. Onu da yanımıza almak faydamıza olacak. Yeraltı zindanlarına ulaşabilmek için yüklü bir cephaneye ihtiyacımız var. Ancak patlayıcı tedarik edebileceğimiz kaynaklar çok sınırlı. Mahir bizim için bu şeylerden kolaylıkla hazırlayabilir."

Neden her seferinde aşırı mantıklı konuşuyordu? Doğru söze ne hacet diye düşünürken beyaz bayrak çektim en sonunda. "Peki dediğin gibi olsun Amir."

Akşam iyiden iyiye çökmüştü. Tepemizde cılız birkaç ışık yanıp sönüyordu. İstasyonda halihazırda çalışan lambaların olması büyük lütuftu. Kargalar tarafından takip ediliyor muyduk acaba? Neden sonra başımı kaldırıp yukarıyı taradım. Kuşkulu gözlerle elektrik direklerini tek tek yokladım. Her yer şaşırtıcı derecede sakindi. Muhbir kuşlardan hiçbir iz yoktu. Bu fırsatı kaçırmış olmalarına inanamıyordum.

"Ne oldu? Nereye bakıyorsun Ebru?" Mahir de aynı şekilde başını hareket ettirip yukarıyı seyretti. Huzursuzluğumu çok çabuk fark etmişti.

"Kargalar bizi izleyemez," dedi Kudo. Sanırım şu anda ne düşündüğümü anlamıştı.

Tek kaşım havalanırken "Nedenmiş o?" diye sordum.

"Ercüment kendi taşını kiraladı bana. Büyük bir meblağ ödedim bunun için."

Ceketinin iç cebinden elmasa benzeyen o kusursuz taşı çıkardı. Emin olmak için biraz daha yaklaştım yakuzaya. Tam karşımdaki parlak mücevheri hayretle inceledim. İnanamayacaksınız ama bendeki şeffaf taşın aynısıydı! Bu maharetli şey sadece Amir'de bulunuyor sanıyordum. Bendekini kontrol etmek amacıyla boynumu yoklamış, kolyeyi avuç içimde hissedince bir nebze rahatlamıştım.

Kudo taşı cebine geri koyarken ben de kendimi toplayıp şaşkın ifademi çabucak sildim. Boğazımı tek öksürükle temizledikten sonra ilgisiz görünmeye çalışarak konuştum. "Ayıptır söylemesi Ercüment denen adamla nasıl bu kadar çabuk samimi oldunuz?"

Omuzlarını silkti. "Onun muhafız olduğunu öğrenmem yeterli oldu."

"Muhafız derken?"

Kudo pişkince sırıttı ve ellerini arkasında bağladı. "Yoksa haberin yok mu? Periye karşı yeterince dürüst davranmıyorlar demek."

İstihzalı sözleri gururumu incitmişti. Zihnimin bir köşesinde ikamet eden adama döndüm hemencecik.

"Amir!"

"Efendim?"

"Bu ne anlama geliyor?" diye sitem ettim. "Muhafız da ne demek oluyor Allah aşkına? Bana anlatmadığınız o kadar çok şey var ki gerçekten artık sıkılmaya başladım. Elin Japonu bile benden daha fazla şey biliyor."

İçimden konuşmalarım başlayınca yakuzalar cinnet geçiriyorum sanmışlardı. Hakikaten mimiklerini kontrol etmekte zorlanan bir insandım. Ve bu özelliğimi hiç sevmiyordum.

"Yola çıktığımızda sana muhafızların kim olduğunu anlatacağım. Söz veriyorum. Ama şimdi sakin ol. Yokluğun belli olmadan önce saraya dönmeliyiz."

Amir sağduyulu davranmıştı. Ne yazık ki ağzından çıkan sözler yine çok mantıklıydı. İstemeye istemeye başımı salladım ve "Tamam," dedim.

Tek katlı istasyon binasının sıvası dökülmüştü. Metruk yapı kimsesiz ihtiyarlara benziyordu. Oysa eskiden capcanlıydı buralar. Hatta kimi zaman tren vagonları yolcularla dolup taşardı. Faaliyetinin neden durduğunu hiçbir zaman öğrenemedim. Babam da dahil olmak üzere köylülerden kimse bunun konusunu açmıyordu. Yok saymak veyahut umursamazlık... Farklı bir kabullenişti onlarınki. Anlayamıyordum.

Kara Amir'e tünelin konumunu sorduğumda farklı bir cevap aldım ondan. Öbür boyuta tünel vasıtasıyla geçmeyecekmişiz. O halde istayona niye gelmiştik? Öyle ya da böyle bariyeri aşmak gerekiyordu. Rahşan hepimizi birden uçuramayağına göre geriye başka bir yol kalmıyordu ki.

Mahir ve diğer iki yakuza sağımdaki banka oturunca ayakta kalan tek kişi bendim artık. Herkes sessiz bir bekleyişteydi ve ne yapacağımı görmek üzere bakışlarını bana dikmişlerdi. Bu durum insanı strese sokuyordu. Geçim derdine düşmüş bir aile babası gibi hissediyordum. Çocuklarımın karnı açtı fakat cebim delik, cüzdanım boştu.

Nihayet Kara Amir'den ses çıktı da sırtımdaki yükten kurtuldum. "Yakuza liderinden Ercüment'in taşını isteyebilir misin?" diye yönlendirdi beni.

"Gerekli mi bu?" dedim. Emin olmak istiyordum.

"Evet."

Kudo'dan cebindeki şeffaf taşı rica ettiğim zaman hiç itiraz etmedi. Uysal tavrına şaşırmadan edemedim. Peri olmak ne güzel şeymiş yahu! Çekik gözlü mafyaları bile dize getiriyordu bu âli makam.

Liderden emaneti aldıktan sonra kendi taşımı da boynumdan çıkardım. Birini sağ elimde öbürünü de solda tutarak ikisine uzun uzun baktım. "Peki şimdi ne yapacağım?" diye sordum Amir'e.

"İki elini birleştirmeni istiyorum. Gerisi kendiliğinden gerçekleşecek."

İçimden euzu besmele çektikten sonra dediği şeyi aheste aheste uyguladım. Oldukça gerilmiştim. Ellerimi birbirini kenetleyip şıp diye kapattım. Taşlar birleştiği vakit kapalı avuçlarımda patlamaya benzer müthiş bir basınç hissettim. Tenim yanıyordu. Avuç içimde peyda olan parlak ışık parmak aralarımdaki sızıntılardan çıkıp anbean etrafa yayıldı. Ve birdenbire bütün istasyon aydınladı. Sanki gözümün önünde ölü bir adam tekrar hayata dönüyordu. Her yer güzelce renklenmiş, canlanmıştı. Tıpkı hatıralarımdaki haline geri dönmüştü. İstasyondaki bütün lambalar görünmez bir el tarafından tamir edilmişçesine tam takır çalışıyordu. Metruk harabe eski günlerdeki gibi cıvıl cıvıl olmuştu.

Yakından... Çok yakınlardan, çocukluğumda ezbere bildiğim düdük sesi yankılandı. Tren geliyordu. Raylar yıllardan sonra ilk defa sırtında eski dostunu, treni, taşıyordu. Delirdiğimi düşünmeye başlamıştım ki düdüğün çığlığını yakuzaların da duyduğuna şahit oldum. Aynı anda ayaklanmıştı hepsi. Benim gibi raylara yaklaşıp gelecek treni gözlemeye koyuldular.

Tren durduğunda lokomotiften çıkacak kişiyi bekledim. Makinisti merak ediyordum. Kalbimin her karışı nostaljik duygularla sarmalanmıştı. Evet küçük bir kız kadar heyecanlıydım. O an kulağa saçma gelebilecek bir tahminim vardı. Umut da diyebilirdiniz. Sanki treni kimin çalıştırdığını biliyor gibiydim.

En nihayetinde makinist trenden indi. Hayret etmeyi bekliyordum fakat öyle bir tepki vermedim. Çünkü beklediğim sonuçla karşılaşmıştım. Babamdı bu. Haklıydım, treni süren kişi babamdan başkası değildi.

***

"Evet Amir seni dinliyorum.  Yola koyulduğumuza göre artık bana muhafız meselesini anlatabilirsin. Hayır sadece o mesele değil boyutunuzla ilgili gizlediğiniz bütün hususları bilmek istiyorum. Perihan Nine bana her şeyi anlatacağının teminatını vermişti."

Dirseğimi camın kenarındaki çıkıntılı kısma yaslayıp elimi çenemin altına koydum. Gözlerim her ne kadar dışarıya çevrilmiş gibi görünse de esasında hiçbir şey görmüyordum. Başım ağrıyordu. Zihnimdeki milyon düşüncenin ağırlığı altında eziliyordum sanki. Kuzenim ve yakuzalar ayrı vagonlara binmişti. Zira beni yalnız bırakmalarını istemiştim. Bulunduğum vagonda sadece ben vardım ve şu an için bana gereken şey böyle gürültüden uzak sessiz bir mekandı.

"Köyünüz çok özel bir yer. Eskiden, yiyiciler her şeyi talan etmeden evvel, iki boyut güven esaslı samimi ilişkilerle birbirine bağlıydı. Komşuluğumuz yüzyıllardır sürüyordu. Atalarımızın verdiği kadim söz neticesinde köy halkının dışarıdan yabancı birine kendi boyutumuzla ilgili bir şey söylemesi yasaktı. Hem yasak hem de olanaksızdı. Çünkü ağızlar mühürlenmişti. Ne var ki kardeşçe yaşıyorduk, birbirimizden kız alıp vermelerimiz oldu, gün geldi cenazelerde düğünlerde buluştuk."

Adamın sesi parçalı bulutluydu. Kapalı sonbahar havalarını andırıyordu. Onun hüznü ister istemez bana da sirayet ediyordu. Etkilenmemek mümkün değildi. Kara Amir gerçekten üzgündü.

"Şu anda babanın sürdüğü trenin yıllar önce iki boyut arasında günlük seferleri vardı. Ulaşım rahattı. Baban çok sevilen bir insandı Ebru. Mesleğinin son gününe kadar birçok yardımda bulundu. İnan bana hiçbirini unutmadık. Yiyicilerin istilası sırasında boyutumuzun selameti için büyük fedâkarlıklar yaptı."

Tünel zabıtası konuşurken sebepsizce kötü hissediyordum. Çorak bir araziden, durgun ve kirli bir su birikintisinden farksızdım. Serseme dönmüştüm sanki. Duyduklarımı bütünüyle özümseyemiyordum. Her şey bir masal veyahut oyun gibi geliyordu.

"Bütün köy sizin boyuttan haberdar diyorsun ama bu konuda tereddütlerim var Amir," dedim cılız çıkan sesimle. "İnsanlar hiçbir şey olmamış gibi yaşıyor burada. Aydınlık diyarı bildiklerinden şüpheliyim."

"Unuttular. Kadim geçmişlerini ve köyün tarihini unutturduk onlara. Sizin güvenliğiniz için bunu yapmak zorundaydık. İki boyut arasındaki bütün bağlantıları kopardık. Araya büyük bariyerler ve engeller yerleştirdik. Yiyicilerin bu boyuta ulaşmasını önlemek zorundaydık Ebru. Nitekim işe yaradı da," deyip bir müddet sessizliğe çekildi. Sonra kaldığı yerden devam etti. "Periveş senden önceki perinin kızıydı. Büyük bir güçle doğmuştu. İçindeki şey her neyse karanlıkta yanan bir deniz feneri gibi bütün tehlikeleri üzerine çekiyordu. Yiyiciler de besbelli ki bu inanılmaz ışığı algılamışlardı ve o şeye sahip olmak istemişlerdi. Boyutumuza saldırdıklarında yıkımın öyle ciddi sonuçlar doğuracağını kimse düşünmemişti. Perinin can güvenliği için onu sizin boyutunuza kaçırdık. Ancak Periveş annesi kadar şanslı değildi. Hayır şansla alakası yok. Bizim hatamızdı. Biz işe yaramaz muhafızların! Onu hakkıyla koruyamadık!" diye öfkeyle parladı adam. Daha çok kendiyle hesaplaşıyor gibiydi. Suçluluk hissinin yakıcılığı ses tonundan bariz anlaşılıyordu.

"Periveş'in beş büyük muhafızı vardı. Bütün boyutu korumakla görevli, asayiş ve güvenlikten sorumlu beş muhafız... Onlardan biri bendim. Yaşlı perinin sana verdiği kara taşı hatırlıyor musun? Ruh Gözü... İşte o taş Periveş'e aitti. Yiyiciler Ruh Gözü'ne ulaşmaya çalıştılar ancak başarılı olmalarına izin vermedik. Bu uğurda çok şey yitirdik. Muhafızlardan üçü öldü. Periveş'i yiyicilerden kurtarmaya çalışırken rengim o yaratıklar tarafından emildi. Bir diğer muhafız bedenini feda etti ve korkuluğa dönüşerek yaşlı periyi koruma görevini üstlendi. Ölen muhafızların yerlerine yeni halefleri geçti. Onlardan biri Ercüment'ti, diğeri İbrahim."

"İbrahim mi?" diye lafını kestim apansızın. "Onun bütün bu olanlardan haberi var mı?"

"Moteldeki İbrahim'i kastetmiyorum," dedi dümdüz bir şekilde. Sesi pek keyifsiz çıkmıştı. Belgeselciyi neden sevmediğini katiyen çözemiyordum.

"Hangisi o zaman?" derken duraksadım. Gözlerimin önünde denetim bürosundaki görünmez çocuğun hayali canlanmıştı.

"Bahsettiğin muhafız bir çocuk mu Amir?"

"Çocuk demek doğru ifade olmayabilir. Çocuk bedenine hapsedilmiş bir yetişkin diyelim. Tıpkı senin Zorro lakabını taktığın korkuluk gibi."

"Zorro aslında insan ha! Yanılmadığımı biliyordum." Küçük yaşlardan beri bu hayale sımsıkı sarılmıştım. Ve tam da şimdi çocukluk kahramanımın kanlı canlı bir insan olduğunu öğrenmiştim. Garip hissettiriyordu. Gerçekleşmesini çok istediğim bir düş gibi.

"Geriye beşinci muhafız kaldı," deyip kollarımı göğsümde kavuşturdum ve yavaşça arkama yaslandım. Kafamda sayısız tahminler uçuşuyordu. "Onun kim olduğunu biliyor musun Amir?"

"Maalesef hayır. Ölen son muhafızın halefini çok kereler aramamıza rağmen hiçbir şekilde izine rastlamadık. Kim olduğunu ne yazık ki bilmiyoruz."

20. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *