Perilere İnanma-15

 15. Bölüm: Sarayda İlk Gün

Kural 1: Efendilerin gözünün içine asla bakmamalısın.

Kural 2: Kilitli kapılara kesinlikle yaklaşmamalısın.

Kural 3: Konumunun bilincinde olup saraydaki aristokrasiye koşulsuz şartsız uymalısın.

Kural 4: İçeride yaşananlar içeride kalmalı. Dışarıya en ufak bir malumat dahi sızdırmamalısın.

Liste böyle uzayıp gidiyordu. Kocaman esnerken elimi kaldırıp güçlükle ağzımı örtmeye çalıştım. Sırf ayıp olmasın diye dudaklarımı son yarım saattir dişliyordum. Ancak esneme arzuma engel olmak artık söz konusu değildi. Karşımdaki çubuk kadın biraz daha konuşmaya devam ederse orta yerimden çatlayacaktım. Her şey bir yana bu yörenin halkı hakikaten konuksever değildi. Sabahtan beri ayaktayım ama bir bardak çay bile ikram etmediler.

Kahya denen zalim insan, bilmem kaçıncı kuralını sayarken duraksadı ve esneme saygısızlığında bulunan bana kınayıcı bir bakış attı. "Çok mu sıkıldın?" diye sorduğunda doğrudan cevap vermedim. Kadının sesi kapı gıcırtısına benziyordu. Suali havada asılı dururken sessiz kalışımı evete yormuştu. Manavda çürük meyve görmüş müşteri edasında yüzünü ekşitti. Sabah saraya attığım ilk adımdan bu yana şahsıma karşı böyle kaba tavırlar sergiliyordu işte. Benden hoşlanmadığını belli etmekten hiç çekinmiyordu.

Bereket ki empatik ve sempatik bir insandım. "Bu kuralları ezberlemek zor olmadı mı sizin için?" deyip olaya onun açısından bakmayı denedim.

Başını keskince salladı. "Ezber konusunda zorlanmak kafasını kullanmayan aptallara münhasırdır. Üç tane kural hıfzetmekten aciz insanların ise sarayda yeri yoktur."

"Saraya hafız mı alıyorsunuz yoksa hizmetçi mi belli değil," diye ağzımda lafı geveledim.

"Anlamayamadım... Bir şey mi dedin?" Burnunun ucuna kayan gözlüğünün ardından cismimi dikkatle süzdü. Kafamı olumsuz manada salladım ve hemen ağzıma fermuar çektim. Neticede artık ben bir emir kuluydum. Çalıştığım yerde ilk günden kara listeye girmeyi arzu etmiyordum.

O önde ben arkada ahşap merdivenlerden tıngır mıngır indik. Ayakkabılarımızın altında ezilen tahtadan gıcırtılar yükseliyor, yüksek tavanlı mekanda yankı yapıyordu. Saray adeta makam mevkiye göre kısımlara ayrılmıştı. Lüks eşyalar ve duvardaki yağlı boya tabloları biz kat indikçe azalıyordu. Ne yazık! Benim seviyem çok düşük olsa gerek ki manzara bu denli kötüleşmişti. Sahanlıkta karşımıza çıkan üç hizmetli başlarını hürmetle eğerek kahyaya selam verdi. Bizimki oralı bile olmadı. Ben de dahil diğer bütün renksizlere pis bir böcekmiş gibi bakıyordu. Aynı çatı altındaki belirgin ayrıma hayret etmemek elde değildi. Saraydaki kast sistemi hiç hoşuma gitmemişti.

Adım attığımız daracık koridor yılan gibi kıvrılarak geniş bir avluya açıldı. Ortadaki havuz genişçe idi. İlerlemeye devam ederken bakışlarımı aşağı indirip derinliğini kontrol ettim. Kesinlikle sığ değildi ve hatta havuzdan ziyade gölete benziyordu. İçinde durgun, yemyeşil bir su ve kömür karası balıklar vardı. Üzerindeki minik köprüyü kullanarak avlunun karşı tarafına geçebiliyordunuz.

Federasyonun bana ayarladığı iş denetim ve sayım memurluğuydu. İhtiyaç durumunda katiplik de yapacakmışım. Anladığım kadarıyla bu vazifeden sorumlu tek memur bendim. Sarayda işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir fikrim yoktu ama nasılsa zamanla adapte olacaktım. Her şeyi akışına bırakmak en iyisiydi.

Kahya, tahta köprüde gıcır gıcır sesler çıkartarak karşıya geçtikten sonra kilitli kapıyı açtı ve eşikten içeri girmem için eliyle dümdüz işaret yaptı.

"İşte burası da kalacağın oda."

"Diğer saray memurları da bu katta mı kalıyor?" diye sualde bulundum.

"Hayır," dedi sakince. "Burası yeşil kat. Uzun zamandır kullanıma kapalıydı. İlk sakini sen olacaksın."

Beni yeni yaşam alanımda kendi başıma bırakıp gitti. Koridorun derinliğinde adım adım uzaklaşan bedenini seyrettim bir müddet. Daha sonra besmele çekerek odadan içeri girdim. Rutubetli duvarlar baştan başa küfle kaplanmıştı. İyi ki küfe karşı alerjim yoktu yoksa bu yaban ellerde iki günde yataklara düşerdim. İçerisi örümcek ağlarından geçilmiyordu. Oysa ihtişamlı sarayda çalışma koşulları çok iyi olur sanıyordum. Nasıl da yanılmışım! Severler Motel'deki güzeller güzeli çatı katımla asla karşılaştırılamazdı burası.

Kalın perdeyi araladığımda camdan içeriye giren ışık, havadaki toz zerreciklerini hareketlendirdi. Şükür ki manzaradan yana şanslıydım. Dirseklerimi pencere pervazına yaslarken gövdemi dışarıya doğru uzattım. Pencerenin ardındaki görüntü dillere destandı. Kanlı güllerle ve sulu meyve ağaçlarıyla süslü saray bahçesi aklımı başımdan almıştı. Yeşil kat diye adlandıkları bu yer bir nevi bahçe katıydı. Kahyanın bilgi yüklü konuşmasından anladığım kadarıyla benim dışımdaki bütün renksizler üst katlarda ikamet ediyordu.

Az sonra kapım çaldı. Siyah beyaz bir adam bavulumu ve korkuluğumu getirmişti. Saraya gelirken yanıma yalnızca bunları almıştım. Eşyalarımı taşıdığı için hizmetliye teşekkür ettim. Sarayda rastladığım diğer renksizler gibi utangaç çehreli ve sıkılgandı o da. Bavulumu teslim ettikten sonra başını önüne eğdi, tek kelime etmeden çabucak uzaklaşıp gitti.

Valizimi boşaltmamaya karar vermiştim. Zira gardırobun içinde tahta kuruları cirit atıyordu. Odayı yaşanabilir hale getirmek adına yapılacak çok iş vardı. Neyse ki ilk gün serbest olduğum söylenmişti. Bu yüzden akşama kadar her karışı didikleyerek saatlerimi esaslı bir temizlikle geçirdim.

Aydınlık diyarda akşam diye bir şey yoktu. İnsanlar gündüz ve gece ayrımını yiyici sarayının iki yanından yükselen devasa saatler sayesinde yapabiliyordu. Göğe uzanan saat kuleleri sabah 6, öğle 12, akşam 6 ve gece 12 olmak üzere günde dört kez tuhaf melodiler çalıyordu. Ülkenin semalarına yayılan müzik her deliği dolduruyor, kuvvetli bir zehir gibi insanın kanına işliyordu. Sesi duyan canlıları ya dinçleştiriyor ya da günün bittiğini gösterircesine halsizleştiriyordu. Sabah saatlerinde kuleden yükselen melodi ile geç vakitlerdeki aynı olmuyordu. Nitekim akşam saatlerine karşılık gelenler ninniyi andırırcasına sakin tınılı ve hafifti.

Saat kulesi akşam melodisiyle göğü çınlattığı zaman işimi neredeyse bitirmiştim. Renksiz hizmetlilere ayrılmış yemekhaneyi kendi başıma bulduğumda maalesef hâlâ bir arkadaş edinememiştim. Herkes çok çekimser davranıyordu. Kalabalık masalarda bile neredeyse hiç konuşulmuyordu. Bütün çalışanlar tabağına eğilmiş, yemeğini yemekle meşguldü. Saraydaki insanlar kesinlikle normal değildi.

Renksizlerle herhangi bir iletişim kuramayacağımı anlayınca tabağımdakileri hızlıca bitirip yemekhaneden ayrıldım. Koridoru biraz adımladıktan sonra kayıt odasına geçtim. Burası çalışacağım yerdi ve inanır mısınız bir firavun mezarı kadar büyüktü. Duyduğuma göre benden önceki görevli usulsüzlük yaptığı için yiyiciler tarafından yeraltı zindanlarına atılmış. Kahya kadın, aynı kaderi paylaşmak istemiyorsam işimde çok özenli olup dikkatli davranmamı salık vermişti. Sarayın altındaki zindan hakkında daha fazla bilgiye ulaşma niyetindeydim. Zira Joe da oraya hapsedilmişti. Ne de olsa yakuzayı kurtaracağıma dair Kudo'ya söz vermiştim. Biliyorsunuz ben sözüme sadık bir insanım. Ayrıca kaplumbağalardan aldığım istihbarata göre zindanlar tıka basa doluydu. Yiyicilere karşı çıkan herkesin sonu esaretti çünkü. Canını tatlı bulanlar ise hürriyetini kaybetmemek için her emre rıza göstermeye çalışıyordu. Saraydakilerin efendiler diye hitap ettiği aç gözlü yiyiciler aslında âmâydı. Gözleri bile görmüyorken insanların renginden ne istiyorlardı acaba? Allah bu obur yaratıklara akıl fikir versin.

Her şey bir yana ülkeyi kurtarma amacına hizmet edecek yandaşlara ihtiyacım vardı. Zindandaki insanlar ise hedeflerim için biçilmiş kaftandı. Yiyicilere boyun eğmiş silik renksizlerin aksine onlar aydınlık diyarı gasp eden yaratıklara karşı çıkmışlardı. Bileklerine bağlı zincirlerden kurtulabilseler benimle beraber en ön saflarda mücadele edeceklerine emindim.

Zeminden tavana doğru uzanan dev kitaplıklar arasında dolanırken rafları dolduran siyah dosyaları ve kalın mı kalın kayıt defterlerini uzaktan süzdüm. Bu acip boyutta teknoloji pek gelişmemişe benziyordu. Etrafta bilgisayar ve türevlerine dair hiçbir iz yoktu. Öyle görünüyor ki her şey eski usullere göre işliyordu.

Raflardan birine sakince yaklaştım. Ciltsiz bazı defterlerin üzerindeki en az on santimlik toz katmanı bana durduğu yerden göz kırpıyordu. Sayfaları çevirirken ağzıma burnuma giren zerrecikler yüzünden öksürdüm. Mürekkep yer yer dağılmış olsa da kağıttaki yazı düzgün görünüyordu. Alt alta sıralanmış yüzlerce isim vardı. Yanlarına ise birbirinde farklı rakamlar karalanmıştı. Verilerin ne anlam taşıdığını şıp diye çözemeyeceğim ortadaydı. Ancak birkaç defteri daha karıştırdıktan sonra kafamda bazı kısımlar mana kazandı. Saray çalışanları hakkında birtakım bilgiler kayıt altına alınmıştı. Ayrıca neye kime ait olduğunu bilmediğim renkler tonlarına ayrılmış ve numaralandırılmıştı. Yarından sonra bütün vazife artık benim omuzlarıma binecekti. Mesleği öğretecek birilerinin olduğunu sanmıyordum. Zira kahya denetim ve sayım işinin uzun zamandır boşlandığından yakınmıştı.

Gece melodisini duyana dek kayıt odasında dosyaları kurcalayıp defterleri gözden geçirdim. Saat kulesinin gizemli ninnisi göz kapaklarıma ağırlık bindirmişti. Esnemelerimin ardı arkası kesilmeyince evrakları kabaca topladım ve mayışık adımlarla yeşil kata indim. Odamdaki yumuşak yatak beni mıknatıs gibi kendine çekiyordu. O an içine girip mışıl mışıl uyumayı her şeyden çok istiyordum. Şükür ki bu uyku laneti hiç beklemediğim bir şekilde bozuldu. Odanın köşesindeki korkuluğa bakar bakmaz bütün uyuşukluğum dağılmıştı. Ne utanç verici bir durum ama! Yiyicilerin tuzağına hemencecik düştün be Ebru! Bir de kendine peri dersin.

Ülkenin çoğu vatandaşı rüya alemine dalmışken şu saatleri iyi değerlendirmeliydim. Hayır sayın dinleyenler, işten güçten bahsetmiyorum. Rica ediyorum radyonuzun sesini biraz daha açın. Halihazırda bahçedeki manzaranın tadını çıkarmak için kaçırılmayacak bir fırsat yakaladım. Siz söyleyin, üç günlük dünyada azıcık yüzüm gülse fena mı olur? Hem güllerle bülbüllerle oyalanmayı seven bir insanım ben. Mütemadiyen çiçek koklayıp birkaç mısra okuyabilirim.

Avluya çıkıp giriş kapısını aradıysam da bulduğuma pek memnun olamadım. Zira bahçe kapısı kilitliydi. Çabuk vazgeçmek gibi bir niyetim yoktu. B planı hazır ve nazır şekilde zihnimde mevcuttu. Odama gerisingeri döndüm. Ya Allah deyip penceremden dışarıya atladığımda artık keyfime diyecek yoktu a komşular! Karşıda arzı endam eden bahçe, çocuk düşleri kadar saf ve güzeldi. Esasen yaptığım kaçamaktan pek memnundum. Zorro'yu da yanıma almayı ihmal etmemiştim. Koca sarayda tek dostum oydu sonuçta.

Sarmaşıklarla süslenmiş zarif banka oturduk korkuluğumla beraber. Doğayı seyre dalmak istemiştik. Kötü haber şu ki aradığımız huzuru bulamadık. Babil'in asma bahçelerini andıran saray bahçesi köyümün verdiği güzel hislerden çok ıraktı. Bir şeyler veyahut her şey yapmacık geliyordu. Yerden hoşnut kalmayınca aydınlık göğe çevirdim bakışlarımı. Saat kulesine göre ülke geceye ermişti. Her yanı saran mavilik ve beyaz bulutlar pek bir şey ifade etmiyordu. Bu boyutun gündüzleri de geceleri de sahteydi çünkü.

"Saraydaki ilk günümüz bitmek üzere Zorro," diye iç çektim. "Ardımda bıraktıklarım ne durumdalar merak ediyorum. İlk kez olmasa da Severler Motel bensiz bir gece geçiriyor. Fenerli terası, şirin çatı katını ve yıldızlı gökyüzünü şimdiden özlemeye başladım. Burada hiç yıldız yok. İnsanlar nasıl hayal kurabiliyor anlamıyorum."

"Doğu bölgesindeki insanlar renklerini yitirdikten sonra düşlerini de unuttular," dedi uzaklardan gelen kısık bir seda.

"Kim var orada?" Boşluğa doğru kuşkuyla seslendim. Yanıt alamayınca oturduğum yerden doğrulup etrafa bakındım, lakin kimseyi göremedim. Yeşil katta gerçekten yalnız mıydım? İçimden bir ses etrafta uyanık gözlerin olduğunu söylüyordu. Zorro'nun yanına geri dönünce bankta tıpkı beklediğim gibi bir misafirle karşılaştım. Neyse ki gelen düşman değil de dosttu. Kara Amir korkuluğun hemen yanında oturmuş, siyah peçesinin ardından bana bakıyordu.

"Amir?" diye hayretle banka yürüdüm. "Ne işin var burada? Bir dakika! Az önce konuşan kişi sen miydin?"

Başını salladı. Aramıza Zorro'yu koyarak bankın öbür ucuna yerleştim. Zihnimde hem yargılayıcı hem de sitem dolu onlarca cümle uçuşuyordu. Günlerdir ortaya çıkmanı bekliyorum Kara Amir Bey, demek istedim. Yardımına ihtiyaç duyduğum çok zaman oldu. Neden yoktun? Görevin periyi korumak değil miydi? Elimde olsa seni Perihan Nine'ye şikayet ederdim.

"Hiç yardım almadan tek başına saraya sızmayı başardın. Sen gerçek bir perisin."

Üstüme iyilik sağlık! Zihnimi okumuş olamazdı değil mi? Kafamın içindeki bütün sesleri susturup onu temkinlice süzdüm. "Beni övüyor musun?" derken göz kapaklarımı şıp şıp hareket ettirdim.

"Hayır. Periyi övmek bana düşmez. Ben sadece gerçeklerden söz ediyorum."

Tabii tabii! Yüzümdeki sırıtışı saklamaya çalıştım. İltifat duymaya bu kadar meraklı olduğumu belli etmemeliydim. Konunun yönünü değiştirmek amacıyla kafamdaki başka bir soru işaretine sarıldım ve "Günlerdir neredeydin?" diye sordum.

"Görevimi boşladığıma dair yanlış bir fikre kapılmış olabilirsin. Olaylara bilerek müdahale etmedim. Çünkü neler yapabileceğini görmek istedim."

"En başından beri yakınlardaydın yani."

Tekrar kafasını salladı. Az evvelki neşem çoktan uçup gitmişti. Hatta göğüs kafesimin üzerine dev bir kaya parçası oturmuş gibiydi. Amir aramızdaki rahatsız edici sessizliği çabucak bozdu. "Senin yanlış seçim olduğun hususunda ısrar edenler vardı. Kriterleri karşılamadığına dair çok fazla itiraz işittik. Ancak son yaptıklarınla hepsini şaşırttın. Artık kimse yeni peri hakkında ileri geri konuşamaz."

Yanaklarım yanmaya başlamıştı. Peçeli adam konuştukça içimde kırılgan ve korunaksız bir şeyler yıkılıyor, parça parça oluyordu. Ah Ebru arka planda kim bilir daha nice çetrefilli meseleler vardı! Israrla benden bir şeyler saklamaları öfkelenmeme sebep oluyordu işte. Hayır resmen aptal yerine konuluyordum. Aydınlık diyarı kurtaracağım diye bin takla atarken ilkokul çocukları gibi beni uzaktan imtihana tabi tutuyorlardı! Zavallı ülkenin içinde bulunduğu hal ortadaydı ve çözüm için ciddi adımlar atmaları gerekiyordu. Vaziyet bu kadar kötüyken oyalandıkları mevzular cidden sinirlerimi bozuyordu.

"Amir," dedim en sonunda. Dik gövdemi tamamen ona çevirdim. Gözlerimdeki hayal kırıklığını okuduğuna emin olana dek bakışlarımı kapalı yüzünden çekmedim. "Seni de bahsettiğin diğer şahısları da bir daha görmek istemiyorum. Ben kimsenin oyuncağı değilim. Sırf Perihan Nine'nin ve aydınlık diyardaki masum insanların hatırına bu işe giriştim. Perilik ya da diğer makam mevki saçmalıkları umurumda değil. Siz aranızda tartışmaya devam edin. Şunu iyi bilin ki yardımınızı istemiyorum. Tek başıma yiyicilerle mücadele etmem belki sizlere aptalca gelebilir ama Allah'ın izniyle başladığım işi bitireceğim. Sonucun ne olacağı hiç mühim değil."

15. Bölümün Sonu


Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *