Perilere İnanma-22

 22. Bölüm: Final 

Günler hızla geçiyordu. Işıktan ırak, siyah ve renksiz günler... Kudo sağlam adamdı. Bana verdiği sözü noktasına virgülüne kadar tutmuştu. Boyuta gece çökerken yakuzalar Muhbir Kuşlar Federasyonu'na saldırmış, oranın kontrolünü çok kısa bir sürede ele geçirmişlerdi. Üstelik bunu öylesine sessiz bir şekilde halletmişlerdi ki kimsenin ruhu duymamıştı. Japon kanında bir keramet vardı bence. Allah nazardan saklasın çekik gözlü mafyalar boyut değiştirdikten sonra nice başarılara imza atmışlardı.

Bu diyarın sakinleri sahte güneşe ciddi manada alışmıştı. Uzun yıllardan sonra karanlığı tekrar tattıklarında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Gece onlar için çok yabancıydı. Herkes gücünün yettiği kadarıyla aydınlatma araçları temin etmeye çalışıyordu. Evlerindeki kullanılmayan lambalar eskimişti, cihazların o halleriyle işlev gördükleri söylenemezdi. Gece hizmetleri konusunda halk oldukça deneyimsizdi. Neyse ki perinin safında sorumluluk sahibi pek çok kişi vardı. Bazılarıyla tanışma şansım oldu. Bu varlıklı kimseler hiçbir karşılık beklemeden sokaklara ve yol kenarlarına ateş böcekli lambalar yerleştirdiler. Bana sorarsanız büyük sevap kazanmışlardı. Zira insan nüfusunun az olduğu bir sürü bölgede göz gözü görmüyordu.

"Herkes geldiğine göre artık başlayabiliriz," dedi uzun sakallı ihtiyar. Aramızdaki en yaşlı ve en bilgili kişiydi. Çevresinde bulunanlar ona saygı duyuyordu. Ayrıca kulağıma çalınan dedikodulara göre adamcağız hem Amir'in öz dedesi hem de Perihan Nine'nin eski dostuymuş.

Upuzun diktörgen masanın etrafına bir düzine insan dizilmişti. En başa ise beni, Ebru Severler'i, oturtmuşlardı. Hususen periye ayrılmış yerdi burası. Masada ihtiyar amca gibi başka ak sakallı dedeler daha bulunuyordu. Hepsi de bariz huysuz görünüyordu. Bana karşı biraz mesafeli davranmalarına aldırış etmiyordum. Neden mi? Ay insanlar hep fısır fısır konuşuyor, renksiz diyarda dedikodular bitmek bilmiyordu! Dediklerine bakılırsa peri olarak seçilmem ihtiyarların hoşuna hiç gitmemiş. Yeterli kabiliyete sahip miyim diye tartışıp durmuşlar. Ancak sonuçta emir büyük yerdendi. Perihan Nine'nin ağzından çıkan her söz onların indinde emir gibiydi. Karşı çıkma hadsizliğinde bulunamazlardı.

Esir topraklar birçok tahribata maruz kalmıştı. Bu sebeple yapılması gereken hizmetler fazlaydı. Mühim bütün konu başlıkları masaya yatırıldı. Herkes çekinmeden fikrini beyan ediyordu. Durgundum. Sandalyemde kıpırtısız oturmuş, boyutun önde gelen şahsiyetlerini sessizce dinliyordum. Esasen kafamın içi boştu. İyice alıştığım sesi artık işitemiyordum. Farkında olmadan varlığına öylesine alışmıştım ki koca dünya Amir'siz çok sessiz geliyordu. Maalesef ayinden sonra ne Amir'den ne de kırk üç yaşındaki hizmetçi kızdan haber alınamamıştı. Sırra kadem basmışlardı sanki. Şifacı kadının hastasını da yanına alıp kaçtığına dair tahminler vardı ama işin aslı halen açığa çıkmış değildi. Oysa şimdi Amir'den geriye sadece siyah pelerin kalmıştı. İp hâlâ bileğimde sarılı duruyordu. Tekrar sesini duyarım diye pelerini birkaç kez giymeyi bile denedim fakat fayda vermedi.

Rahşan'ın teninden yayılan ışıltılar odayı yeterince aydınlatıyordu. Bu yüzden lamba niyetine herhangi bir araç kullanmamıştık. Amir'in dışında bütün muhafızlar toplantıya katılmıştı. Ercüment, İbrahim, Zorro ve son muhafız. Elmasever minik İbrahim denetim bürosunda mahkum hayatı yaşarken son muhafız da Muhbir Kuşlar Federasyonu'nda tutsaktı. Kudo sayesinde ona ulaşabilmiştik. İlkin üstü başı kir içindeki bu adamın perinin muhafızlarından olduğuna kimse inanmamıştı. Lakin bize muhafızlık alameti şeffaf taşı gösterdiğinde gerçeği kabul ettik.

Toplantıya geri dönecek olursak geveze ihtiyarlar hâlâ konuşmaya devam ediyordu. Muhafızlar ise ziyadesiyle sıkılmış durumdaydı ve kurtar bizi dercesine bana bakıyor, eman diliyorlardı. İçlerinde umursamaz görünen tek kişi İbrahim idi. Mekanın ciddiyetini önemsemeden kütür kütür sesler çıkararak elma yiyordu. Onu elmakolik diye kodlamıştım zihnime.

"Yiyicileri etkisiz hale getirdiğimizi duyurmak için çok erken. Henüz büyük balığı yakalamış değiliz."

"Ruh Gözü'nün kontrolü perinin elinde. Ona da son plandan bahsetmeliyiz."

Nihayet biri merak ettiğim konuya değinmişti. Hevesle ağzımı araladım. "Saraya baskın düzenleyeceğimizi söylememizin farklı bir sebebi daha vardı değil mi? Bu haberin ayrıca başka birinin rahatını kaçırmasını istediniz. Böylece sözünü ettiğiniz büyük balık planladığı işi aceleye getirecekti."

Yanılmıyordum. Masadakilerin surat ifadesinden anladığım kadarıyla doğru noktaya parmak basmıştım. Şu an hedefteki kişi İbrahim idi. Belgeselci olan.

Yarın düğün günü. İbrahim'le Nefise'nin nikahı kıyılacak. İki boyutun gözleri onlara çevrilmiş durumda. Bilhassa renksiz diyarın. Her şey yarın kesinlik kazanacak.

***

Zorro'nun gerçekte bir insan olduğuna hâlâ alışabilmiş değildim. Hareketsiz korkuluğu taşıma görevini Ercüment üstlenmişti. Diğer muhafızlara nazaran ikilinin arası iyi görünüyordu. Korkuluk hakkında pek bir şey bilmiyordum. Kimse de konuşmaya yeltenmiyordu. Zorro köyde Perihan Nine'nin kulübesini korumakla görevliyken muallimle sık sık görüştüklerine emindim.

Selamlar Ebru FM dinleyenleri! Mahir bu yeni boyuta bayılmıştı. Zindanları patlatıp esirleri kurtardığı için herkes milli kahraman gözüyle bakıyordu bizim kimyagere. Beyefendi de ilgi alakadan hiç şikayetçi değildi. Özellikle hizmetçi kızlar arasında çok popülerdi. Sanırım Fatma yengem gelinini bu yabancı diyardan seçecekti. Gidişat onu gösteriyordu.

Diğer bir müjdeli haber de şuydu ki Joe özgürlüğüne kavuşmuştu. Kudo'yla yaptığımız anlaşma hâlâ sonuca ulaşmış değildi. O kendi payına düşen her şeyi yerine getirmişti. Sıra bendeydi. Ebru Severler sözünün eriydi elbette. Yakuza liderinin, perilik mertebemden yararlanarak yapmak istediği çok fazla iş vardı. Anladığım kadarıyla bu yeni boyutta kalıcıydı. Renksiz diyardan kolay kolay ayrılacağını sanmıyordum. Kaplumbağa Evi'ni sık sık ziyaret etmesi düşüncemi destekliyordu.

Toplantıda iki boyut arasındaki ulaşım hakkında yeni kararlar alınmıştı. Yakın bir tarihte tren seferleri yeniden başlayacaktı. Köylülerin hafızası nasıl düzeltilecekti işin o kısmı ihtiyarların omuzuna yüklenmişti. Bu hususta Sevda Nine'yle beraber çalışacaklardı. Zaten çocukluğumdan beri Sevda Nine'nin derin devlet adamı gibi bir şey olduğundan şüpheleniyordum. Görüyorsunuz ya bütün kuşkularım doğru çıkmıştı. Acıklı hikayeler anlatmayı çok seven ninem meğer köyümüzü temsil eden mühim şahsiyetlerdenmiş ve ayrıca ihtiyarlarla ahbap sayılırmış. İki boyut arasındaki ilişkileri düzenlemekte kendisinin büyük bir rolü vardı.

Son muhafız yabani bir görünüşe sahipti. Kendini komik sanan Mahir onu Tarzan diye çağırıyordu. Saçı sakalı birbirine karışmıştı. Yakuzalar gönüllü berberlik hizmetinde bulunacaklardı bugün. Sonucu merak ediyordum. Umalım da tıraş işini çok abartmasınlar.

Bölük bölük adamlar tarafından yiyici sarayında keşif gezileri düzenleniyor, gizli bölmeler ve geçitler araştırılıyordu. Ercüment ve Zorro bahçe katına inmişlerdi. Toplantı çoktan bitmiş, ihtiyarlar boyutun bilmem hangi meselesini çözmek üzere başka meclislere dağılmışlardı. Ne ilginçtir ki Rahşan ve İbrahim yanımdan bir türlü ayrılmıyordu. Elmakolik oğlan kahve gözlerini yüzüme dikerken yine bilmişçe baktı bana. Tek kaşımı kaldırarak niyetini çözmeye çalıştım. Sakladığı bir şey olmasa böyle davranmazdı bu çocuk. Neden sonra "Peri," diye seslendi. "Sana göstermem gereken bir şey var. Beni takip et."

Buyurgan tavırlarını küçük yaşına veriyordum. Gerçi hakiki yaşı küçük sayılmazdı ama mevcut görüntüsü doğru düşünmem konusunda yanıltıyordu beni. Başkası olsa çok kızardım ama İbrahim'de kesinlikle şeytan tüyü vardı. Şapşal çocuk bana Dalton kuzenlerimi hatırlatıyordu. Eli mahkum küçük beyefendinin adımlarını takip ettim. Sarayın merdivenlerini hızlıca indik. Anlaşılan o ki denetim ve sayım bürosuna götürüyordu beni. Firavun mezarından kurtulamadım gitti! Rahşan da bizimle gelmişti. Altın kız gönüllü muhafızım olmuştu resmen. Peşimden asla ayrılmıyordu. Sayesinde adım attığım her karış aydınlığa kavuşuyordu. Büro onun tenindeki pırıltıların maharetiyle ışıklandı. Fakat kızcağızın İbrahim'le anlaşabildikleri söylenemezdi. İkisi de birbirinden hazzetmediklerini alenen belli ediyordu.

"Çok fazla yaklaşma bana," diye söylendi İbrahim.

"Kimse sana meraklı değil. Periye yardım etmek için burdayım," derken kıpkırmızı olmuştu Rahşan.

"Yardım mı? Şu fosforlu halinle daha çok bir lambaya benziyorsun." Pis pis sırıttı elmakolik. Altın kız çocuğu kılıçtan geçirecek gibiydi. Gözbebekleri büyümüştü. Aralarına girdim hemen. Ortalığı kan götürmeden olaya müdahale ettim.

En küçük muhafız acele etmeden içeride dolanmaya başladı. Kitaplığı gözleriyle tararken bir şeyler aradığını anlamamak mümkün değildi. Rafları eliyle yokladı. En nihayetinde kucağı kitaplarla dolmuştu. Topladığı yığını masaya bırakmanın ardından parmaklarını birbirine sürterek ateş çıkardı. Böylelerine organik çakmak derler işte. Parmak ucundaki aleve şaşkınlıkla baktı Rahşan. İbrahim'den tırsmaya başladığı yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Dünyanın bin türlü hali vardı a komşular! Deli oğlan az önceki tartışmadan sonra şeytana uyup kızcağızı yakabilirdi. Belli mi olur?

Neyse ki altın kızı değil de kitapları yaktı. Rahşan tutuşan kağıtları izlerken küçük bir çığlık attı, öne doğru atıldı ve yangına engel olmak için oğlanın bileğini çekiştirdi. Ben ise yerimden kıpırdamamayı tercih etmiştim. Sonucu bekliyordum. İbrahim çocuk bedenine hapsolmuş olabilirdi ama bana sorarsanız en akıllı muhafız oydu. Dikkatsizce hareket edecek biri değildi. Hem sarayda yangın çıkarmak düşmanlarımız dışında kimseye yarar sağlamazdı.

Alev alan kağıtlar tepkimeye girmiş kimyasal maddeler misali değişim geçirdi. Çılgınca dans eden ateş yarım dakika sonra kendi kendine söndü. Rahşan kahve gözlü oğlanın kolunu bırakmıştı. Geride yanmış kâğıtların küllerini görmeyi umuyorduk ancak sonuç bambaşkaydı. Masanın üstünde yalnızca sert kapaklı eski bir kitap duruyordu.

Galiba meseleyi çözdüm. İyi dinleyin. Kitapların alev alması sonucu ortaya başka bir şey çıkmıştı. Önemli eşyalarını böyle saklıyor olabilirlerdi. Ne tuhaf boyuttu burası! Altın kıza küçümseyerek baktı İbrahim. Bacak kadar boyuyla caka satıyordu. Sonra yüzünü bana döndü. "Kapağını açabilir misin peri?"

Elimi uzattım, kitabın ağır kapağını araladım ve sayfaları dikkatle çevirdim. Beni bir sürprizin beklediğini biliyordum. Nitekim öyle de oldu. Karşıma çıkan siyah mürekkepli iki resme bakarken parmaklarım donup kalmıştı. Kâğıda kusursuz iki yüz kazınmıştı. Birisi Periveş'e öbürü ise belgeselciye aitti.

"Yarınki düğün boyutun kaderini belirleyecek," dedi elmasever İbrahim. "Motelinizdeki kameralı adam aslında bir yiyici. Yıllar önce diğer cani yiyici kardeşleri tarafından terk edildi. Saraydan kovuldu demek daha doğru olur. Nefise'yi Periveş sanıyor. Onunla evlenerek muazzam bir güce kavuşmayı planlıyor. Sonrasında her iki boyutun hükümranlığını ele geçirecek."

Belgeselcinin tutarsız davranışlarının nedenini şimdi anlıyordum. Köye geldiği ilk günden beri o adamda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Demek ki yiyiciymiş. İbrahim hakkında düşünmeyi bir kenara bıraktım. Hâlen bilmediğim birkaç husus vardı. Önce onları öğrenmeliydim.

İşaret parmağımı kâğıdın üzerinde gezdirdim. "Bu resimler ne anlama geliyor peki?"

"Boyutumuzdaki en parlak, en bereketli çağın yegane kanıtları onlar. Şahbaz ve Mahperi'nin evlendiği asırda topraklarımız refah ve bolluk içindeydi. Boyutun yönetimi bu çiftin elindeydi. Onlar öldüğünde ülkeye gece çöktü. Zirvede yaşarken bir anda yere çakıldık. Kıtlık, savaş ve kargaşa... Felaketler birbirini takip etti. Şahbaz da Mahperi de soylu ailelere mensuptu. Gelecekte bu köklü iki aileden bireyler tekrar evlenirse belki aynı zenginlik ve berekete kavuşulur diye umuldu. Fakat evlilikler sonucu değiştirmedi. O altın yıllar bir daha geri gelmedi. İşin aslı kadının ve erkeğin sahip olduğu spesifik yüzler kesinlikle sıradan değildi. Anahtar kilit uyumu, altın oran veya denge diyebilirsin buna ya da başka bir şey.

"Sonra insanlar daha farklı düşünmeye başladı. Uygun eşleştirme için sadece soy yetmezdi. Gücün şifresi her neyse kadın ve erkeğin suratında kodlanmıştı. Evet Şahbaz ve Mahperi'ye benzeyen hatta aynı yüzleri taşıyan iki kişi evlendiğinde akla hayale sığmaz bir gücün -Altınözü- vuku bulacağına emindi herkes. O zamanın önde gelen yaşlı alimleri öyle yazmıştı kitaplarında. Ancak yüzyıllar içinde kimi kaynaklar yakıldı kimisi kayboldu. Tarih unutuldu. Altın çağın sırrını bilenler azaldı. Mahperi'nin soyundan gelen kadınlar yönetti ülkeyi. Peri olarak anıldılar. Şahbaz'ın soyundan gelen erkekler ise periyi koruma görevini üstlendi. En sadık muhafızlardı onlar. Nihayet uzun bir bekleyişin ardından Amir ve Periveş dünyaya geldi. Büyüdüklerinde kitapta resmedilen suratlara olan benzerlikleri çok belirginleşti. İhtiyar heyeti gerçeği bilen sayılı kimselerdi. Rızalarını dahi almadan ikisini evlendirmeyi amaçlıyorlardı. Boyutun iyiliği için. Yiyici istilasına maruz kaldığımızda ihtiyarlar evlilik sürecini hızlandırmaya çalıştı. Lakin bir sorun vardı: Amir ve Periveş birbirini sevmiyordu. Gençler evlenmeye kesinlikle yanaşmıyordu. Ne yazık ki sonrasında işler yolunda gitmedi ve peşpeşe felaketlere uğradık. Periveş hayatını kaybetti. Ölmeden önce taşıdığı özel yüzü kurtarabilmek için onu doğmamış bir bebeğe emanet etti. Amir'inki ise bir yiyici tarafından çalındı."

Yani moteldeki sahte yönetmen Amir'in yüzünü çalan yiyicinin ta kendisiydi. İbrahim lafını bitirince Rahşan konuşmak için ağzını araladı fakat çocuk buna müsaade etmedi. Herhalde bana gösterecekleri daha bitmemişti.

"Ortaya çıkabilirsin!" diye seslendi boşluğa. Kitaplıktaki raftan bir kitap düştü yere. Sayfaları kendiliğinden açılmıştı. Elmasever oğlan pantolon cebinden kıpkırmızı bir elma aldı ve iştahla ısırdı. Anlaşılan yine kan şekeri düşmüştü. Küçücük cebinde kasa kasa meyve depoladığından şüpheleniyordum.

"Periye her şeyi anlattım. Hadi çık artık." Rahşan'la birbirimize garip garip baktık. Kimle konuşuyordu bu çocuk?

Yerdeki kitabın içinden dumana benzer gri bir şey yükseldi. Sonra hacim ve kütle kazandı. Kırk üç yaşındaki hizmetçi kızdı gördüğümüz. Amir'i kaçırıp kayıplara karışan şifacı. Bunca zamandır denetim bürosunda şu tozlu kitabın sayfalarında saklanıyordu demek.

Renksiz kız karşıma geçip sinesindeki sırları ortaya döktü. Yiyici istilasından önce Periveş'in nedimesiymiş. Hakikaten çok fazla bilgiye sahipti. Ancak biraz çekimser davranıyor, öfkemden sakınmaya çalışıyordu. Etrafımdaki insanlar bence biraz abartıyordu. Periyi öcü gibi görmeleri için bir neden bulamıyordum.

"Hepsi Amir'in planıydı," diye savunmaya geçti şifacı. "Ben de sonradan öğrendim. İhtiyarlar onu evlendirmek istiyordu. Baş muhafız köydeki yiyiciyi etkisiz hale getirip yüzünü ondan geri alacaktı. Ama sonrasında Nefise'yle evlenmesi gerekecekti. Amir bunu istemedi. Yeraltı zindanlarında kargaşa çıkarıp kendini yaraladı."

"Peki Amir ne diye kafamın içine girdi? Evlenmek istememesini anlayabilirim ama bunun benimle ne ilgisi var?"

İbrahim alay edercesine sırıttı. Avucundaki elmayı daha bir iştahla yiyordu şimdi. Renksiz kız ise hem kıskanç hem de mahcup duruyordu. Tezat yüz ifadesini saklamaya çalışarak elleriyle oynadı. Konuşması için ısrar ettim. Boğazını temizledi şifacı. "Dışarıdan çok güçlü ve ulaşılmaz görünüyorsun. Ayrıca insanlara karşı hep mesafelisin. Amir seninle vakit geçirmek istedi. Sana biraz daha yakın olmak..."

"Amir'in bu gizli planını kimler biliyor?"

"Ben ve muhafızlar."

"Nerede şimdi o?"

"Burada sarayda."

Kara Amir, küçük bir oyun oynamıştı. Ayrıca peri hakkındaki gerçekleri bana anlatırken bir miktar saptırmıştı. Periveş'in beş değil dört muhafızı vardı. Yanımdan hiç ayırmadığım korkuluğum Amir'in ta kendisiydi. Yüzünü yitiren bu adam bazen korkuluğun tahta bedeninde bazen de renksiz insan cüssesinde yaşıyordu. Peçe takmasının sebebini artık biliyordum. Amir suratını yitirmişti. Lakin durumdan şikayet ettiği söylenemezdi. Sevmediği bir kadınla zorla evlenmektense yüzsüz kalıp özgür yaşamayı tercih ediyordu. Hayranlık duyduğum çocukluk kahramanımın o olduğuna hâlâ inanamıyordum.

***

Son muhafız saç sakal tıraşı olduktan sonra bambaşka bir insana dönüşmüştü. Yakuzalar iyi iş çıkarmıştı doğrusu. Son muhafızın çekik gözleri belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştı. İki adım geri gidip onu daha dikkatli incelemeye başladım. Kudo'ya ne kadar da çok benziyordu!

"Ebrucuğum gel tanıştırayım seni. Bu oğlum Hiroshi."

Japon muhafız, yakuza liderinin aksine çok saygılı ve efendiydi. Başıyla bana selam verdi. Sonunda birileri periye ihtiram gösteriyordu. Şükürler olsun Allah'ım.

"Renksiz diyarda aradığın önemli şey yoksa oğlun muydu?" diye sordum Kudo'ya. Göğsünü gererek "Evet," dedi ve kolunu oğlunun omzuna attı.

"Hiroshi için ta Japonya'dan buraya o kadar yol teptiniz demek."

"Aile önemli bir şey değildir peri. Aile her şeydir. Hem gücüm hem de tek zaafım."

Tombul yakuzanın yine keşişliği tutmuştu. Bilgeler gibi uzun uzun konuştu. Baba oğul nihayet uzaklaşınca kısa boylu Joe'yu yanıma çağırdım. Meselenin astı astarını ancak ondan öğrenebilirdim. Zira Kenji ve Takano Türkçe bilmiyordu. Çekik muhafızın yani Hiroshi'nin annesi Türkmüş. Kudo mafya işleri gereği bir dönem Türkiye'de yaşamış. Ah liderin aşk maceraları! Gençliğinde adeta Mecnun imiş.

Yönetmen yiyiciler tarafından renksiz diyardan kovulduğu için boyut hakkında sınırlı haber kaynakları vardı. Buradaki son gelişmeleri öğrenmesi biraz uzun sürüyordu. Gizlilik politikası gereğince sarayı ele geçirdiğimizi bütün halka duyurmamıştık. Mevcut problemler tamamen çözüme kavuştuğunda ışık insanlar Ruh Gözü'nden ayrılıp boyuta geri dönecekti. O zaman gece gündüzle yer değiştirecekti işte.

Nefise'nin nikahına bilcümle köy ahalisinin teşrif etmesini bekliyordum. Lakin yanılmıştım. Aileler arasında küçük, mütevazi bir tören düzenlenecekti. İnsanların can güvenliği için alınmış bir önlemdi bu. İbrahim'in anne babası zannettiğimiz şahıslar aslında kılık değiştirmiş yaratıklardı. Yiyiciler Şahbaz ve Mahperi'den, onların eşsiz suratlarından habersizdi. Saraydan kovulmuş olan sahtekar yiyici sadece ihtiyar heyetinin bildiği gizli sırrı bir şekilde öğrenmiş olmalıydı. Tezgahı iyi kurmuştu. Sırtına kamerasını alıp Türkiye'yi il il gezmesinin amacı Mahperi'ye ya da Periveş'e benzeyen birini bulmaktı.

Düğün sabahı ihtiyarlar kaldığım bahçe katına inip Şahbaz ve Mahperi'nin hikayesini anlattılar bana. Sadık muhafızım İbrahim sağ olsun her şeyi çoktan öğrenmiştim. Evliliğe mani olmayacak, gücün açığa çıkmasını bekleyecektik. Altınözü gücünü ancak Ruh Gözü zapt edebilirdi. Yardımım gerektiğinden camide kıyılacak nikaha kimselere görünmeden dahil olacaktım. İhtiyar heyetinin planı üç aşağı beş yukarı bu şekildeydi. Lakin ben böyle hareket etmeyi düşünmüyordum. Şimdilik kimseye anlatmadığım daha farklı bir planım vardı.

Nefise bütün gerçeklerin farkındaydı tabii. Annesi ona yıllar önce Periveş'ten ve onun yüzünün taşıdığı büyük potansiyelden bahsetmişti zaten. Boşuna hafiye olmamıştı. Perihan Nine'nin beni seçmesi gibi Periveş de onu seçmişti. Görevinin bilincindeydi. Sahte yönetmeni kuşkulandırmamak için herkes fevri davranmaktan kaçınıyordu. Belgeselci, Nefise'ye zarar verebilirdi. Kara Amir'in artık peçe takmadan yaşamasını istiyordum. Aynanın karşısına geçince bakabileceği bir görüntüsü olmalıydı. En azından o kadarını hak ediyordu. Bu sebeple tünel zabıtasına suratını geri getirmek için sonuna kadar mücadele edecektim.

Kara Amir'in pelerinini kullanarak köye gelmiştim. Zorro da yol arkadaşlığımı yapmıştı. Şu iş bitene kadar onun gerçek kimliğini bildiğimi belli etmemeyi düşünüyordum. Amir Bey tek akıllının kendisi olduğunu sansın bakalım.

Hâlâ birkaç saatim vardı. Vaktimi nerede geçireceğime çoktan karar vermiştim. Perihan Nine'nin kulübesini gördüğümde içim huzurla doldu. Bu yeşil tepeyi evim gibi seviyordum. Korkuluğumu eski yerine dikip yanına oturdum.

"Sana bir şey itiraf etmem gerekiyor Zorro," dedim ses tonuma sahte bir mutluluk ekleyerek. Evlenmeye çok meraklı aşık kız numarası yapmanın tam sırasıydı şimdi. Olabildiğince hülyalı görünmeliydim. Gözlerimi uzağa çevirdim. Dağın bağrındaki devasa şato yakında manzaradan silinecekti. Artık ortada yiyici sarayı diye bir şey kalmayacaktı.

"Sen benim yıllardır dert arkadaşımsın Zorro. Biliyorsun senden hiçbir şey saklamam. Annem ilçede iyi bir eş adayı bulmuş bana. Adamın resmini gördüm ve galiba beğendim. Yakışıklı, ahlaklı, dindar üstelik devlet memuru. Ondan daha uygun birini mi bulacağım? Görüşme teklifini kabul ettim. Gelecek hafta ilçeye gideceğim."

Yan tarafımdan ansızın bir hışırdanma işittim. Korkuluk olduğu yerde duruyordu. Fakat yanında biri oturuyordu. Amir'di bu. Çelik gibi sabrı umduğumdan daha hızlı taşmıştı.

"Erkek milletine bu kadar çabuk kanmamalısın Ebru. Sen akıllı bir kızsın. Hem peri dediğin sözünün arkasında durmalı. Hatırlarsan korkuluğuna senin deyişinle Zorro'ya sayısız kez evlenme vaadinde bulundun. Şimdi nasıl başka biriyle evlenmeyi düşünürsün?" diye sesini yükseltti. Tünel zabıtasını kızdırmak hakikaten çok eğlenceliydi.

Dalgın tavrımı koruyarak iç çektim ve tekrar uzaklara diktim bakışlarımı. "Geçmiş geçmişte kaldı. Amir neden bu kadar sinirlendin ki? Ben Zorro'ya evlenme sözü verdim sana değil."

"Saçmalık! Zorro benim. Ve sen hiçbir yere gitmiyorsun."

Oyunumu daha fazla sürdüremedim. Zira şiddetli gülme isteğimi bastırmak artık söz konusu değildi. Tünel zabıtası şaşkınlıkla beni izliyordu. Biraz sonra mevzuyu kavradı ama iş işten geçmişti. Kendini çoktan ele vermiş, ağzıyla Zorro olduğunu itiraf etmişti.

***

Cama yapıştırdığı suratını bir anlığına geri çekti. Dudaklarını büzüştürüp soğuk cama hohladı ve oluşan buğunun üzerine dalgınca resimler çizdi. Neden sonra başını arkaya çevirirken "Baba," diye seslendi küçük kız.

Ağzından cevap niteliğinde bir mırıltı çıkardı makinist. Yine de gözünü önündeki raylardan ayırmamıştı.

"Ethem amcamla gerçekten kardeş misiniz? Annemin izlediği dizilerdeki gibi bir üveylik yok aranızda değil mi?"

"Bu da nereden çıktı? Hayırdır Ebru?"

Alnı kindarca kırışmıştı çocuğun. Dudaklarını birbirine sımsıkı bastırmıştı. Aklından nice düşünceler geçiriyor olduğu muhtemeldi. Esasen o haliyle fokurdayan bir makineye benziyordu. Ebru nihayet eteğindeki taşları döktü. "Mahir bizim ailemizden olamaz!" dedi en sonunda. "Biliyor musun bana sürekli şişko diyor. Tek başımızayken söylese yine iyi ama hep de Şahika'nın yanında benimle uğraşıyor. Baba bıktım artık bıktım. Öyle zamanlarda muhtar kızı fişfirik burnunu aynen bu şekilde havaya kaldırıp haince kıkırdıyor." Gardını alamayan Ebru oracıkta Şahika'nın taklidini yaptı. Yaşadığı dramı ancak böylesine ustalıkla canlandırabilirdi.

Gür sesiyle şen bir kahkaha attı adam. "Bak sen şu bacaksıza! Demek sana şişko diyor," derken hala gülmeye devam ediyordu.

Babasının alay konusu olduğunu anlayınca küsüp lokomotifi terk etti. Oflayıp puflayarak diğer vagonların içinde gezintiye çıktı. Tren yolculuklarını seviyordu aslında. Her seferinde tuhaf alışkanlıklara sahip insanlarla tanışıyordu. Genelde yaşlı kadınların ilgi odağı oluyor, cepleri ufak hediyelerle doluyordu. Ah keşke zavallı yanaklarını o kadar çok çekmeseler. Bir gün etinin kopacağından korkuyordu.

Bugün tren umulmadık bir şekilde boştu. Sevda Nine'nin ona hediye ettiği minik topu havaya atıp tutmaya çalışarak oyalandı. İşin aslı sıkılmaya başlamıştı. Babasına küstüğü için lokomotife de geri dönemiyordu. Bir an gözü pencereye kaydı. Dışarıyı izlerken aşağı doğru düşüşe geçen topu yakalayamadı. Küçük şey zeminde yuvarlandı, yolculuğu bir çift ayakkabının önünde son buldu. Adam eğildi ve siyah kunduralarının dibindeki topu eline aldı. Ebru başını kaldırdığında pelerinli, maskeli bir kahramanla karşılaştı.

Heyecandan ne yapacağını bilemiyordu. O an minik kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Daha bu sabah izlediği çizgi filmin başrol karakteri şu an tam karşısında duruyordu. Gözlerine inanamıyordu. Hiç kuşkusuz trendeki siyah pelerinli adam Zorro'ydu. Hayalleri gerçekleşmiş gibiydi.

Kahramanı, topu uzatırken küçük kız kaşlarını çattı. Aklına trendeki diğer insanlar gelmişti. "Zorro bu kılıkla trende gezemezsin! Düşmanlarından saklanmalısın," deyip koca adamı ciddiyetle uyardı. Etrafa kuşkulu bakışlar attıktan sonra Zorro'nun elini tuttu ve onu babasının vagonuna doğru sürükledi. Hem yürüyor hem de çizgi filmin kritiğini yapıyordu. "Bence Lolita'yı bırakmalısın. O sana layık bir kız değil. Keşke bizim köye daha sık gelsen. Sarışın kızları güzel bulmuyorsun öyle değil mi?"

Onun Zorro olduğuna emindi çünkü adam hiç konuşmuyordu. Kulübenin kapısında nöbet tutan korkuluk da böyle sessizdi. Zaten nice zamandır Perihan Nine'nin sıska korkuluğundan şüpheleniyordu. Ebru'ya göre korkuluk cansız bir tahtadan ibaret değildi. Yaşlı nineyi koruyabilmek için kimliğini açığa çıkarmaması gerekiyordu. Boşuna ona Zorro ismini takmamıştı.

Ebru'nun aklına süper ötesi bir fikir gelmişti. Dişleri görünecek kadar kocaman gülümsedi kız. "Büyüyünce seninle evleneceğim tamam mı?" derken hemen karşısındaki kapıyı itti. "İşte geldik!"

Arkasına döner dönmez elini tuttuğu beden yok oldu. Demek siyah pelerinli kahraman gizliliğine önem veriyordu. Merak etmesine hiç gerek yoktu, sırrı güvendeydi. Babasına yaşadığı bu olayı anlatmamaya karar verdi. Tren yolculuğu süresince lokomotifte makinistle çene çaldı. Mahir ve Şahika'ya biraz daha kızmanın ardından babasının dizlerine sarılarak uykuya daldı.

Son tren seferine kadar babasına eşlik ettiği her yolculukta Zorro'yu göreceğinden habersizdi Ebru. İki boyut arasındaki ulaşım kalktığında çocukluk kahramanıyla beraber geçirdiği bütün güzel hatıraların hafızasından silineceğini de bilmiyordu henüz.

Önceki Bölüm

Yorumlar

  1. Hayal gücün ve yazı kalemin çok hoş, naif bir çiçek gibi 🌷

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh teşekkür ederim. Bahçemdeki çiçekleri sizlere sundum, onlara iyi bakın güzelce koklayıp gülümseyin. ^^

      Sil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *