Perilere İnanma-4

 4. Bölüm: Bana Yardım Et

Sağ ayağım yerde sinirli bir ritimle tempo tutarken kollarımı göğsümde kavuşturmuş Mahir'e sertçe bakıyordum. Mahir yakuza çetesinin lideri Kudo'ya bakıyordu. Kudo yönetmene, yönetmen ise sıkılmış bir tavırla boş duvarlara... Kaşlarım çatıktı. Bu gece kel kafalı kimyager kuzenim ölüm fermanımı kendi eliyle imzalamış, şu fani hayatta gün yüzü görmeyen çilekeş Ebru'yu diri diri toprağa gömmüştü.

Yaktın beni Mahir! Doğmayan çocuklarımın, başını okşayamadığım torunlarımın ve gerçekleştiremeyeceğim bütün hayallerimin katilisin sen. Sırf ekmek paramı kazandığım işletmede vukuat çıkmasın diye mafyalara sesimi çıkarmamıştım ve anlaşmaya varmak üzere onlarla masaya oturma mecburiyetinde kalmıştım.

Rahat konuşabilmemiz için yakuzalar yemekhaneyi zorla boşaltmıştı. Ah komşular, şu duvarların dili olsa da konuşsa! Severler Motel'in itibarı ayaklar altına alınmıştı. Müşterilerin yüzüne artık hayatta bakamazdık. Bundan sonra kimse motelin kapısını çalmayacak, amcam iflas edecekti. Ben de mis gibi işimden olacak ve böylece evlenecek adam bulamayacaktım. Kafamın içinde yazdığım bütün kötü senaryoları hızlıca ateşte yakıp masadakilere odaklanmaya çalıştım. Zira haydut yakuzalar yine homurdanarak hoşnutsuzluklarını belli etmeye başlamıştı.

Hayırsız süt kardeşim yüzündeki aptal sırıtışı iyice genişletti. "Aradığınız rehberi bulduğumuza göre artık iş konuşabiliriz," dedi ellerini ovuşturarak. Masanın altından bütün gücümle dizine vurdum. Oturduğu sandalyede iki büklüm olup inledi hayta. Sen dur daha neler yapacağım sana!

Kudo, buranın ağası benim der gibi sırtını sandalyeye yasladı. Belindeki silahı çıkarıp gözdağı vermek istercesine masaya koydu. Hepimizi tek tek süzdükten sonra sakallı, hafif uzun saçlı yönetmene yüzünü döndü ve otoriter bir tavırla konuştu da konuştu. Söylemeyi unuttum, çevirmen olarak belgeselciyi yemekhanede alıkoymuşlardı. Köyde İngilizce bilen tek zat olduğu için mecburen o da katılmıştı küçük toplantımıza.

Mahir mevzunun ne olduğunu öğrenmek ve bir an önce para işini konuşmak için tetikte bekliyordu. Adam lafını bitirir bitirmez hemen çevirmene döndü. "Japonun meselesi neymiş?" diye sordu her zamanki sabırsız tavrıyla. Bir şey hatırlamış gibi devam etti sonra. "Bu arada senin adın neydi usta?"

"İbrahim," dedi yönetmen.

Bizimki mütmain olmuş bir şekilde arkasına yaslanarak beğeniyle konuştu. "Yakışmış, yakışmış... Tam bir İbrahim gibi görünüyorsun zaten."

Belgeselci, neyse ki kuzenimin cıvık halinin üzerinde çok durmadı. "Yüksek duvarlarla çevrili Saraygil topraklarına girmek istiyorlarmış," diye çevirdi yakuzaların derdini. "Dün ormanda bu iş için etrafı dolaşmışlar. Fakat adamlardan biri, ismi Joe'ymuş, esrarengiz biçimde ortadan kaybolmuş. Ne kadar arasalar da bulamamışlar onu. İşin en garip yanı ormanda yürüdükçe sanki kendi etraflarında bir daire çiziyor, başladıkları yere geri dönüyorlarmış. Hava kararınca başka biri daha kaybolmasın diye motele dönmek zorunda kalmışlar."

"Doğru yerdesiniz beyler! Kaybolan adamı ancak Ebru bulabilir. Ne de olsa bizim kızın bütün çocukluğu ormanda geçti. Ona sorun, köyün her karışını ezbere biliyor. Hatta bir keresinde Sevda Nine'nin eşeği ormana kaçmıştı da Ebru şıp diye bulup getirmişti."

"Mahir biraz daha konuşursan şu silahı alıp önce sana sonra da kendime sıkacağım!" diye tısladım. Tövbe ya Rabbi tövbe! İnsanı zorla günaha sokuyorlar yahu!

Tehdidimi ciddiye almayı sonunda akıl edebildi de sustu. İsminin Kenji olduğunu öğrendiğim ikinci yakuza ise kaşlarını çatarak bakıyordu bana. Kimsenin içeri girmemesi için Kudo adamını kapıya bekçi diye dikmişti. Başkana beni işaret ederek Japonca bir şeyler söyledi. İkili bazı kelimelere vurgulayarak ilginç bir muhabbete daldıklarında boş gözlerle izledik onları. Varlığımızı unutmuş gibiydiler. Keşke dediklerini anlama şansım olsaydı.

Mahir'e gelince patlayıcı sevdalısı kuzenim baya ısınmıştı yönetmene. Elini çenesinin altına koyarak masaya eğildi. "İbrahim Japonca da biliyor musun bari?"

"Hayır bilmiyorum," diye cevap verdi belgeselci.

"Ee hangi rüzgar attı seni bu ücra köye? Otostopla dünyayı dolaşan maceraperestlerden misin yoksa?"

"Hayır," dedi bir kez daha. "Çekeceğim belgesel filmi için Anadolu'yu geziyorum."

"Televizyoncusun yani!" Beğeniyle ıslık çaldı Mahir.

Yakuzalar nihayet bize döndüklerinde benden yapmamı istedikleri işten ve bunun karşılığında verecekleri paradan bahsettiler. İyice heyecana kapılan süt kardeşim teklifi kabul etmem için sağdan soldan fısıldıyordu.

"Bir şey sormak istiyorum," dedim tercümana. "Onlara sorar mısın Saraygillerin arazisine neden girmek istiyorlarmış? Ben devletini seven örnek bir vatandaşım. Kanunsuz işlere bulaşmak istemiyorum."

Belgesel yönetmeni dediklerimi başkana hızlıca çevirdi. Kudo duyduklarından sonra koca göbeğini hoplatarak sinir bozucu bir kahkaha atmıştı. Bu adam her güldüğünde en az iki kilo veriyor olmalıydı. Ortada rahatsız edici bir sessizlik doğdu. Herkes çete liderinin ağzından çıkacak cümlelere odaklanmıştı.

"Perilere inanır mısın, diye soruyor."

"Periler mi?" deyip küçümseyici bir ses çıkardım. "Elbette hayır! O tarz saçmalıklar çocukken bize anlatılan masallarda kalmadı mı?"

Kudo söylediklerim henüz İngilizceye çevrilmeden bana meydan okuyan acayip bir sırıtışla baktı. Sanki verdiğim cevabı kelimesi kelimesine anlamıştı. Gerçekten zeki adamdı iri Japon.

"Sana kanunsuz bir iş yaptırmayacağına söz veriyormuş."

Yönetmenin son sözü bu oldu. Hangi çılgınlıkla böyle yaptım bilmiyorum ama yakuzaların iş teklifini kabul etmiştim. Yine de huzursuzdum. Doğru bir karar verip vermediğimi zaman gösterecekti. Sanırım bu akşam benden başka herkes halinden memnundu.

***

Kimseye görünmeden birinci kata çıkıp çocuk odasına sızdım. Rıfat ve Fazıl halının üzerinde uslu uslu oturmuş beş yüz parçalık puzzle'ı birleştirmeye çalışıyordu. İkisinin de kaşları ciddiyetle çatılmıştı. Oyuna öyle yoğunlaşmışlardı ki geldiğimi fark etmemişlerdi. Şöyle bir gerçek vardı ki yardımım olmadan bu zor yapbozu sabaha kadar bitiremezlerdi.

"Ne o, Red Kit'e mi yakalandınız Dalton kardeşler?" deyip aralarına sokuldum. Bir kolumu Rıfat'ın omzuna bir kolumu da Fazıl'ınkine attım.

Her iki ağızdan "Ebru Abla!" diye sevinçle cıvıldadı küçük kuzenlerim. "İyi ki geldin. Şu parçayı nereye koyacağımızı bilemedik."

Burnumu kaşıyıp yapmacıktan öksürdüm. "Size yardım edebilirim. Hatta isterseniz yapbozu tamamlayana kadar yanınızda dururum. Ama bir şartım var."

"Neymiş şartın?" diye sordu keskin bakışlı Rıfat.

"Bugün motele yerleşen yeni müşteriden haberiniz var değil mi?"

Evet manasında kafalarını salladıklarında sözüme devam ettim. "Şimdi o adam mescitte namaz kılıyor. Onu orada en az yirmi dakika oyalamanızı istiyorum. Ben size işaret vermeyene kadar üst kata çıkmasına asla izin vermemelisiniz."

"Ajanlık mı yapacağız yani?" diye ağzını kocaman açtı popstar Fazıl.

"Yok oğlum, sen çakmadın meseleyi." Rıfat kardeşinin kulağına bir şeyler fısıldayınca ikisi birlikte kıkırdadı.

"Fesat Daltonlar sizi! Neler geçiyor aklınızdan bakayım?" deyip şaplak attım koca kafalarına.

"Doğru tahmin ettik değil mi? Çok seviyorsun o abiyi. Babamdan gizli onunla buluşmaya çalıştığını anladık biz. Zaten hep öyle olur."

"Sevmek mi? Saçmalamayın!" diye homurdandım. "Sevda Nine'nin Hint dizileri mi öğretiyor size bunları?"

"Utanma Ebru Abla utanma biz kimseye bir şey demeyiz." Ağızlarına gereksiz yere fermuar çektiler. Fazıl bana göz kırpmaya çalıştıysa da beceremedi. İki gözünü birlikte açıp kapamaktan başka bir şey yapamadı.

"Dua edin de size işim düştü yoksa bu iftiralarınızı yanınıza bırakmazdım. Belli belli ikiniz de işe yaramaz abinize çekmişsiniz."

En son söylediklerimi duymazdan gelerek "Öyleyse anlaştık," dedi Rıfat ve elini komik bir ciddiyetle uzattı. Gönülsüzce sıktım elini. İnsanda heves mi bırakıyorlardı sanki! En büyükleri işi bozmasa bari. Planları bozmakta, hevesleri kursakta bırakmakta kimse Mahir'in eline su dökemezdi ne de olsa.

Çocukları mescide yollamanın ardından etrafı kolaçan ettim. Bütün müşteriler odalarına çekilmişti. Yönetmenin kamerasını ele geçirmeyene dek bu gece uyku yoktu bana. Merdivenleri tırmanırken ikinci kata özellikle dikkat ettim. Yakuzalar ikide kalıyordu. Onlarla karşılaşmayı hiçbir surette istemiyordum.

Kenji rahatlamış bir yüz ifadesiyle kat tuvaletinden çıktığında hiç şüphesiz o da beni görmeyi beklemiyordu. Islak ellerini pantolonuna sürerek kuruladı. Kudo'nun yemekhanedeki alaycı bakışına benzer sinir bozucu bir sırıtışla bana şöyle baktı. Yakuzalar çok fazla küçümsüyordu beni. Rehberlik işi için bendenizi tutmuş olsalar bile beklentilerini karşılamayacağıma emin bir hal içerisindeydiler. Kenji'ye kaşlarımı çatıp sırtımı döndükten sonra yoluma devam ettim. Ne istiyorlarsa onu düşünsünler canım. Koca adamlara kendimi ispatlayacak değilim ya!

Moteldeki bütün odaların yedek anahtarı yanımda bulunduğu için yönetmenin odasına girmekte herhangi bir sorun yaşamadım. İçerisi tıpkı müşterilere teslim ettiğimiz haliyle duruyordu, derli topluydu. Besbelli ki henüz bir şeye dokunmamıştı genç adam.

Kamerayı çantasıyla birlikte yatağın yanındaki komodinin üstüne bırakmıştı. Çantanın fermuarını açarken arkama kuşkuyla bakınıp kapıyı kontrol ettim. Gizli iş üzerinde yakalanmak pek tatsız bir durum olurdu benim için. Amcamın motelinde hırsız damgası yemek kariyerime büyük darbe vururdu.

Makineyi nasıl açacağımı, neye nereden bakacağımı pek fazla bilmiyordum. Bu yüzden birkaç dakikam kamerayı kurcalamakla geçti. Nihayet mekanizmasını anlayınca çekilen kayıtları inceledim. En sonki kaydın üzerine dokunurken biraz sonra küçük ekranda kendimi gördüm. Ormandaydım. Elimdeki dal parçasıyla Battal Gazi taklidi yapıyordum. Demek ta o zamandan çekmişti beni. Sapık olduğu konusunda suçlamalarım boşuna değildi. İşte kanıt! Fatma yengem mutlaka görmeliydi bu videoyu.

Altın kıza peri taklidi yaptığım kısma gelince büyük bir şok yaşadım. Kameranın çektiği açıda benden başka kimse yoktu. Kızın oturduğu ağaç dibi tamamen boştu. Çocuk uçmuş olamazdı değil mi? Kaydı sonuna kadar izlediysem de bir şey göremedim. Deliler gibi kendi kendime konuşuyor ve komik şekilde dans ediyordum. Bu nasıl olabilirdi? Oysa şu gözlerimle görmüştüm kızı!

Bedenim tepeden tırnağa karıncalanmaya başlamıştı. Allah'ım yoksa ben üç harflilere mi bulaştım? Kul euzu birabinnas! Hayır yani o taslarda hiç tarağım da yok. Büyüymüş, üç hafliymiş korkar hatta lafını bile etmem. Tuvalete sol ayakla girip sağ ayakla çıkan kendi halinde bir Müslüman kızcağızım ben.

"İbrahim Abi bize kamerayı nasıl kullanacağımızı öğretebilir misin?"

Koridordan odaya rahatlıkla ulaşan yüksek ses neticesinde hemen alarma geçtim. Rıfat'ın sesiydi bu. Beni uyarmak istercesine önemli bir işaret vermişti akıllı Dalton. Tehlike yakındı. Kamerayı çantaya alelacele koyup kapıya yöneldim. Azıcık aralayıp tek gözümle dışarıya baktığımda ahaliyi merdivenlerin başında gördüm. Neyse ki yönetmenin sırtı bu tarafa dönüktü. Rıfat ve Fazıl adamın elini sımsıkı tutmuş gitmesine izin vermiyorlardı. Aferin size evlatlarım!

Çıt çıkarmamaya çalışarak yağda kayar gibi dışarı süzüldüm. Fazıl beni gördüğünde yönetmene birkaç dans harekti sergilemek üzere teklifte bulundu. Popstar hevesle şovuna başlarken bütün dikkatleri başarılı biçimde dansına çekmişti. Bu kattaki tüm odalar doluydu ne yazık ki. Saklanacağım başka yer yoktu. Aklıma gelen fikirle harekete geçtim, parmaklarımın ucunda koşarak koridorun sonuna yürüdüm.

"Fazıl! Rıfat!" Koridorun sonundan onlara seslendim. Hapishanede sayım yapan gardiyanlar gibi kasılarak ellerimi arkamda bağladım. "Size daha önceden söylemedim mi moteldeki müşterilere çok yaklaşmayın diye? Nerden geldiği belli olmayan tekinsiz insanlardan özellikle uzak durmalısınız!"

Duruşumu yapabildiğim kadarıyla sert tutmuştum. İbrahim adındaki yönetmene pabuç bırakmaya hiç niyetli değildim. "Haydi siz şimdi aşağı inin. Fatma yengeme de buranın temiz olduğunu söyleyin. Etrafı kontrol ettim, haşere filan yok."

"Hanımefendi çocuk yiyen bir cadı değilim ben. Bu telaşınız çok yersiz."

"Cadı mı? Aman estağfirullah İbrahim Bey!" derken bıyık altından pis pis güldüm. Dürüst olmak gerekirse cadı tabirini fazlasıyla yakıştırmıştım ona.

Gözlerini devirerek yüzünü benden çektikten sonra çocuklara döndü. "Ablanızın lafını dinlemeniz daha iyi olacak. Kamerayı nasıl kullanacağınızı size başka bir zaman öğretirim," deyip elini oğlanların kafasına götürdü ve saçlarını okşadı. Bizi geride bırakıp odasına girdiğinde ciğerlerimden rahat bir nefes verdim. Ucuz atlatmıştım.

"Neden bu kadar erken geldiniz?" diye sordum sesimi alçaltarak.

"Söz belgesel çekiminden açılınca kendimizi biraz kaptırdık abla. Bir de baktık ki planı unutmuşuz. Merdivenleri çıkarken aklımıza geldi."

"Düşman sizi safına çekti demek. Kurnaz adam! Bir dahaki sefere daha dikkatli olun, tamam mı?"

Birinci kata inip çocuk odasına geçtik. Benim rehberliğimde puzzle'ı tamamladıklarında saat epey ilerlemiş, afacanları da iyiden iyiye uyku bastırmıştı. O esnada tatlı uykusundan uyanmıştı minik Hikmet. Yengem bebeği emzirirken ben de işin en eğlenceli kısmını yapıp küçük kuzenimin kollarını bacaklarını mıncıkladım. Övünmek gibi olmasın bebek sevmekte çok yetenekliyimdir.

Böylece bol karın ağrılı bir iş günü daha sona ermişti. Motelin ışıklarını söndürüp terasa ulaştığımda anahtar öbeğini şıngırdatarak kapıyı kilitledim. Moteldeki katil tipli yakuzalara güvenmiyordum. Hem dünyanın bin türlü hali vardı. Bu yüzden can güvenliğimi emniyete almalıydım. Hele de çekik gözlü mafyalar akşam yemekhanede silahlarıyla gözümüzü korkutmaya çalışmışken!

Kollarımı göğsümde kavuşturup güneş misali yanan fenerlere yanaştım. Köyün sessizliğini dinlediğim gecenin bu geç saatlerinde hep durgunlaşırdım. Dağ meltemi saksılardaki çiçeklerin yapraklarını hışırdatırken hoş kokular sardı etrafı. Buğulu gözlerimi Saraygil şatosuna diktim. Sarı tenli kız çocuğu neden görünmüyordu kamerada? Doğaüstü, görünmez varlıklar... Öyle bir şey miydi o da?

İşin içinden çıkamayınca başımı hızla iki yana salladım. Boşver düşünmeyi Ebru. Mesele her neyse illaki ortaya çıkar. Derin derin nefes alıp kollarımı havada salladım, birkaç esneme hareketi daha yaptım. Artık uyusam iyi olurdu. Ne de olsa yarın yakuzalara ormanda eşlik edecektim. Çetin ve zorlu günler kapıdaydı.

Odama doğru arkamı döndüğümde ilk adımımdan sonraki ikinci adım gelemedi. Gözlerim şaşkınlıkla karşıya takılmıştı. Hayır, kesinlikle yanlış görmüyordum. Altın kız köşedeki fenerin altında duruyordu. Teni fenerden bile daha güçlü bir ışıkla parlıyordu. Sarı saçları yüzünü kapatmıştı. Bu haliyle korku filmlerinden fırlayan karakterlere aşırı benziyordu. O tarz filmlere karşı dirençli biri olmasam çoktan düşüp bayılmıştım.

Saçlarının arasına yıldız tozları dökülmüştü sanki. Gündüz gibi aydınlık ve parlak kıza görünmez varlık demeye inanın dilim varmıyordu. Başını kaldırdı usulca. Deniz mavisi gözleri dahi ışık saçıyordu. "Peri!" diye seslendi bana. Benden tarafa adım adım yürüdü.

"Sen nasıl geldin buraya?" diye sordum gergince. Az evvel kilitlememiş miydim kapıyı? Aramızdaki mesafe hepten azalırken geri geri gittim. Bu şekilde terasın korkuluklarına da yaklaşıyordum. Gözlerimi arkaya çevirip beşinci kattan aşağıya baktım ve seslice yutkundum. Terastan düşersem milyon parçaya ayrılırdım herhalde.

Altın gibi ışıldayan her iki kolunu tutmamı istercesine öne uzattı. "Peri... Bana yardım et!"

4. Bölümün Sonu


Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *