Perilere İnanma-13

 13. Bölüm: Sıradan

Başkanla anlaşmaya vardıktan sonra muhafızlar tarafından aşağı indirildim. Upuzun merdivenler bitmek bilmiyor, yürü yürü yolun sonu bir türlü gelmiyordu. Federasyon binasını iki katlı sanırken buzdağının görünmeyen kısmından elbette habersizdim. Muhbir kuşlar yerin altında koca bir cumhuriyet kurmuşlardı. Azıcık daha merdiven inersek magma tabakasına ulaşacağımızdan şüpheleniyordum.

Tahmin ettiğim üzere tıpkı öbür esirler gibi parmaklıklar ardına hapsedildim. Kaplumbağanın ikamet ettiği kafesten en az on kat daha büyüktü burası. Kapısına dev bir kilit geçirdikten sonra düşmanca sırıttı gardiyan. "Bir renksizi kafesimde misafir etmeyeli uzun zaman oldu," dedi ve çizmesiyle zeminde pat pat sesler çıkararak uzaklaştı. Boş gözlerle arkasından bakmakla yetindim. Şu federasyonda başkanından çaycısına kadar herkes kibir timsaliydi. Allah sizi inandırsın kimse burnundan kıl aldırmıyordu. Fitne, fesat, laf taşıma ve bilumum şerli fiilleri resmi bir müessese çatısı altında meşrulaştırmışlardı. Çocuklarının boğazından haram lokma geçirdikleri için utanmaları gerekirken kendilerini aydınlık diyarın dürüst halkından daha üstün görüyorlardı. Bunlar hep kıyamet alameti işte.

Ancak zannettiklerinin aksine Ebru Severler kolay lokma değildi. Benden istedikleri şeyi öyle hemen yapmayacaktım. Evvela şartımı yerine getirmeleri lazımdı. Başkan bugün saraya iki ulak gönderecek, yeni hizmetçiyi yiyicilerin şatosuna aldırtacaktı. İşte ondan sonra ben de anlaşmanın payıma düşen kısmını gerçekleştirip çocuğu ayıltacaktım.

İnsanın mapushanede düşünecek çok vakti oluyormuş. Beynimin çarklarını çalıştırmak için fazlasıyla malzemem vardı. Jülide'yi deliksiz uykusundan çekip çıkaracak şeyin ne olduğunu iyi biliyordum. Rahşan kendi tenindeki sarı pırıltıları topladıktan sonra ağacın gövdesine merhem gibi sürerek kızı uyandırmıştı. İşte çözüm bu kadar basitti. Çocuğu derin uykusundan kaldırabilmek için bir avuç pırıltıya ihtiyacım vardı.

Altın kız yüksek olasılıkla hâlâ çöplüğün yakınlarındaydı. Onunla iletişim kurabileceğim bir kanal bulmalıydım. Çöktüğüm kuytudan doğruldum ve elimi arkamda bağlayıp aheste aheste kafesi arşınladım. Hapishanenin aydınlatması kötü olduğundan içeriyi net göremiyordum. Ne var ki keskin bakışlarıma güveniyordum. Mahzenden bozma mekanı dikkatle taradım. Burada da esir düşmüş bir kaplumbağa vardı. Karşı duvarın altındaki kafeste ise ak sakallı yaşlıca bir cüce duruyordu. Herhalde süregelen esareti uzun senelere sarkmıştı ihtiyarın. Ne cürüm işlemişti acaba? Yiyicilerin çıkarlarına ters düşecek işler yapmıştı belki de.

"Hey beni duyuyor musun?" Yan cenahtaki küçük kafese yüzümü dönüp radyo-kaplumbağaya fısıldadım. "Kaplumbağa Evi'ne gizli bir mesajım var. Kargalara belli etmeden üç kız kardeşe bu mesajı iletebilir misin?"

Başını uyuşukça kaldırdı hayvancık. Şekerleme yapıyordu sanırsam. Kaplumbağanın sessizliğini evete yordum. Yine de her ihtimale karşı tedbiri elden bırakmamak gerek. Ta ötedeki yaşlı cüceyi kontrol ettim, bizi işitemeyeceğine kanaat getirdikten sonra ağzımı ucundan araladım.

"Jülide kargalar tarafından kaçırıldı. Kılık değiştirerek federasyon binasına sızdım lakin kurtuluşumuz için Rahşan'ın teninden dökülen şu altın tozları acilen lazım. Bütün gözler üzerimde. Başka türlü buradan ayrılmam mümkün değil. En kısa sürede o pırıltıları bana ulaştırırsanız Allah'ın izniyle Jülide'yi kurtarabilirim. Rahşan'a dikkat edin, kargalara yakalanmamaya çalışsın. Sevgiler."

Diyeceklerim bittiğinde hayvancağız kabuğunun içine kaçtı. O vakitten sonra bir daha da dışarı çıkmadı. Mesajımı üç kardeşe ilettiğini varsayıp kendi kafesime çekildim.

"Faydasız." Dakikalar sonra titrek bir ses düşüncelerimi böldü. Konuşan kişi ak sakallı cüceden başkası değildi. "Radyonun çalışacağını umman faydasız bir davranış. Boşuna bekliyorsun. Muhbirler üç hafta önce bozdu onu. Bu haliyle kimseye haber iletemez."

"Ne diyorsun sen amca?" Hayal kırıklığıyla ayağa kalktım ve demir parmaklıkları kavradım. "Bozuk radyoyu ne diye kafeste tutuyorlar o zaman? Şu fitneci kargalar bilip bilmeden her bir şeyi kurcalamaya çok meraklılar zaten!" diye isyan ettim. Ah bahtsız Ebru, belli ki kaplumbağadan sana hayır gelmeyecek!

Ulaklar saraydan dönmeden evvel acele edip hal çare bulmalıydım. Çabuk parladığım gibi yine çabuk söndüm. Zira sayıp sövmenin sırası değildi şimdi. Cüce beni yanıltmıştı. Bir ayağı çukurdaydı ama Allah nazarlardan saklasın duyma yetisi tam tıkırındaydı. Öyle ya kulakları gayet iyi işitmeseydi kaplumbağayla aramdaki mesajlaşmayı fark etmezdi. Köstebek miydi acaba? Kim bilir belki de federasyon adına çalışıyordu. Hainlerden hiç hoşlanmazdım.

İzbe kafeste toprak ağaları gibi otururken "Sana yardım edebilirim," dedi. Yanıt vermedim. Köstebek şüphesi halihazırda kafamı kurcalıyordu. Yerin tozunu pasını umursamadan zemine çöktüm ve sırtımı duvara yasladım. Sessizliğime ayak uydurup cüce de susmayı seçmişti.

Sükunetin üzerinden iki dakika geçmedi ki bacağımda hafif bir dokunuş hissettim. İrkilerek dizimi kendime çektim hemen. Elimi körlemesine uzatınca fıttırık hayvancık avucumun içine geldi. Bu minik mi minik bir kaplumbağaydı. Sahibi ise tutsak cüceden başkası değildi. Cep telefonunu ödünç verir gibi kaplumbağayı benim mıntıkama yollamıştı yaşlı adam. Gönlümce kullanabileceğimi ve istediğim kişiye mesaj gönderebileceğimi söylerken büyük bir alicenaplık örneği sergilemişti. Çabucak yumuşadım ben de. Gözümdeki değeri birdenbire artmıştı. Artık o haliyle köstebeğe benzemiyor, bilakis camide hep ön safları kapan hacı dedeleri andırıyordu. Biraz kem küm ettim ve lafını anlamazdan geldim. Lakin ikna kabiliyeti pek kuvvetliydi. Daha fazla hayır diyemedim, en nihayetinde Kaplumbağa Evi'ne malum mesajı ilettim.

Yanımda saat yoktu ancak mesajın üzerinden iki saate yakın bir vaktin geçtiğini tahmin ediyordum. "Devler aptalın tekidir," dedi dertli cüce. Uzun süredir insanlarla muhabbet etmediği için çok dolmuştu. Su bulmuş bedeviler misali acısını çıkarıyordu şimdi. "Bugüne kadar içlerinden bir tane olsun akıllı görmedim ben. Odun keser, habire bir şeyler yiyip içerler. Başka da becerileri yoktur. Cüceler nispeten daha zekidir, akıllarını kullanmasını bilirler ancak onlar da aşırı paragöz. Çoğu dünya malına düşkün. Aman ha sakın yanlış anlama! Akrabalarımı kötülüyormuş gibi görünmek istemem. Ben hak neyse onu konuşurum. Yalanım dolanım yoktur hiç."

Gardiyan anahtar öbeğini şıngırdatarak geri döndüğünde Allah'a bütün kalbimle şükrettim. Ah hiç sormayın halimi komşular! Şu acayip diyarda bir tanecik mesaj atmak bana çok pahalıya mal olmuştu. Cüce dedenin kemiksiz dili durmak bilmemiş, bütün ülkenin dedikodusunu yaparak başımı şişirmişti. Hayır defterinde sevap bırakmadın mübarek! Zaten sayılı ömrün kalmış otur kaza namazlarını kıl, salavat çek.

Federasyon başkanı sözünü tutmuştu. Diplomatik bağlantılar kullanılmış, sonuçta saraydan gerekli izinler alınmıştı. Severler Motel'in tek çalışanı olan ben Ebru bundan sonra yiyici sarayında kadrolu bir hizmetçiydim. Gardiyanın öncülüğünde sarmal şekilli merdivenleri tırmanırken kulağımın dibinden soğuk bir ürperti geçti.

Adımlarım sekteye uğrarken olduğum yerde duraksadım. Gardiyan kaşlarını çattı ve ne oldu dercesine baktı bana. Şu ürpertinin ne manaya geldiğini çok iyi biliyordum. Evet, Rahşan yanımdaydı. Bütün tehlikeleri göze alarak ışığa dönüşmüştü ve belli ki içeriye sızmıştı. Şaşırmaktan vazgeçip kendimi hızlıca topladım. Gardiyanı kuşkulandırmamak için hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim.

İhtiyar cüce bu bölgeye boşuna çöplük adı verilmediğinden bahsetmişti. Federasyon binasının alt katlarından biri çöplük amacıyla tahsis edilmişti. Koca tenekelerde ne tür atıklar bulunduğunu kestiremiyordum. Kokusu en sağlıklı midelere dahi takla attırırdı. Fırsatı kaçırmamak adına gözümü dört açtım. Arkanıza güzelce yaslanın sevgili izleyenler, zira az sonra Ebru Severler'in nadide oyunculuğuna şahit olacaksınız.

Pis kokulu kata ulaştığımızda hiç düşünmeden kendimi yere yuvarladım ve numaradan öğürmeye başladım. "Ölüyorum!" diye feryat ederken en yakınımdaki tenekeye tüm gücümle tekme attım. Yere devrilen çöp tenekesinin kapağı aralanmış, leş kokulu bir gaz havaya yayılmıştı. İçinde çeşit çeşit toz partikülleri bulunuyordu. Gardiyanın silueti sisler arasında yitip gitmişti. Şu halde göz gözü görmüyordu.

Neyse ki altın çocuk amacımı kavramıştı. Duman iyiden iyiye yoğunlaşınca ortaya çıktı. Kandilleri andıran Rahşan etrafına ışık saçıyordu. Simli teni sanki her zamankinden daha parlaktı. Kargalara yakalanmadan şu işi bitirmeliydik. Elimi ona uzatırken "Acele et!" diye fısıldadım. "Pırıltı tozunu ver ve hemen ışığa dönüş."

Uzattığı gümüş rengi keseyi cebime sıkıştırdım. Federasyon çoktan alarma geçmişti. Olaya müdahale etmek üzere çöplüğe koşan muhafızlar vakumlu tuhaf bir aletle bütün gazı çektiler. Ortalık temizlendi, her şey tekrar normale döndü. Karga başkan, Jülide'nin uyandırılmasını sabırsızlıkla beklediğinden vakit kaybetmeden huzuruna getirilmemi emretmişti. İşte bundan ötürü gaz kaçağı meselesinin üzerinde çok fazla durulmadı. Başka zaman olsaydı muhafızlar esaslı bir sorguya sokup ifademi almadan rahat bırakmazlardı beni.

Aynı geniş salona götürüldüm. Kapıdan içeri girdiğimde fasulye sırığı misali yan yana dizilmiş karga adamlar aynı anda başını çevirdi. Fitne fücurlu bakışlarını hayra yormak mümkün değildi. Federasyon başkanı ise çok sevdiği tekerlekli koltuğunda fırfır dönüyordu. Zavallıyı çocukken salıncağa bindirmediler mi acaba? Görev başında nedir bu oyun sevdası cidden anlamakta güçlük yaşıyorum. Karga konseyi ciddiyetini yine iyi koruyordu. Ben olsaydım böyle bir liderin emri altında hayatta çalışamazdım.

Kral soytarısından farkı yoktu gardiyanın. Kalabalığı görünce gövde gösterisi yapmaya kalkıştı. Beni arkadan itip kakarak salonun ortasına yönlendirirken öfkemi zar zor bastırdım. Ülkenin kıymetli perisine yapılan şu muameleye ne demeli? Yazık, çok yazık. Lakin pencerenin dibinde karşılaştığım şeyden sonra öfkem de dikkatim de dağıldı. Jülide ilkbahar çiçekleri gibi dev bir saksıda uyuyordu. Bol toprağın üzerinde cenin şeklinde iki büklüm uzanmıştı. Çok tuhaf bir manzaraydı. Kabarık saçları saksının kenarından aşağı sarkıyordu. İçindeki kuş yuvalarını buradan görebiliyordum. Dağınık yeşil saçların arasından minik bir sincap ara sıra kafasını çıkarıyor, bize ürkek gözlerle bakıp tekrar saklanıyordu.

Pelerinli karga sırtını biricik koltuğuna yaslarken tok sesle söze başladı. "Saraydaki işin hazır. Şimdi sıra sende. Haydi sözünü tut ve kızı uyandır," dedi.

Omuzlarımı dikleştirdim. Bakışlarımı saksıdan ayırmadan "Hay hay!" diye karşılık verdim. Nefesler tutulmuştu. Ahali pür dikkat beni seyrediyordu. Keseyi gün yüzüne çıkarmadan elimi cebime soktum. Parmak uçlarımla gümüş kesenin ağzını aralarken pırıltıları tek seferde avucuma doldurdum. Açıkçası muhbirlere biraz şov yapma niyetindeydim. Bileklerimi kıvırırken kollarımla havada akrobatik hareketler yaptım ve en sonunda avucumdaki tozu çocuğun üzerine serptim. Rahşan'ın pırıltıları anında etkisini göstermişti. Kirpikleri titredi Jülide'nin. Göz kapaklarını usulca kaldırdı. Ve nihayet derin uykusundan uyandı.

Kargaların suratına yapışmış olan hayretli ifadeyi zevkle müşahede ettim. Hayranlıklarını saklamaları pek mümkün değildi. Zira göz bebekleri pırıl pırıl parlıyordu. Soğukkanlılığını korumayı başaran tek kişi sivri burunlu başkandı. Başarıma karşılık samimiyetsiz bir tavırla el çırptı. Ardından öbür kuşlar da eşlik etti ona ve gittikçe şiddetlenen bir alkış seli koptu. İyi ki yüzüm değişmişti. Nefise'nin çehresine bürünmekten çok memnundum. Bu sayede Jülide tanımamıştı beni. 

Kalabalığın o ilk heyecanı omuzlardan atılınca ağır adımlarla başkana yanaştım. "Efendim," dedim sakince. "Benim gibi basit bir vatandaşın lafını ne derece dikkate alırsınız bilmem ama izin verirseniz fikrimi dile getirmek istiyorum."

Devam et manasında kaşlarını oynattı.

"Şu birkaç saat içinde federasyonda konaklarken kulağıma bazı şeyler çalındı. Anladığım kadarıyla çocuğu uyandırmaktaki tek arzunuz peri hakkında malumat almak. İsterseniz yeni periyle ilgili bildiklerimi sizinle paylaşabilirim."

Susmamla beraber rahatsız edici mırıltılar ve uğultular baş gösterdi. Kargalar sözlerimi sindirmeye çalışıyor, kimisi de birbiriyle tartışıyordu. "Kesin sesinizi!" diye bağırdı federasyon başkanı. Yine sinsi sinsi süzdü beni. "Daha açık konuş," dedi meydan okuyarak.

Suratımı azami derecede mimiksiz tutarken elimi arkamda bağladım. "Çocuğun size yarar sağlamayacağı kanaatindeyim. Bütün gün uykuda olan saf bir kız, değil periyi kendi adını bile hatırlamıyordur. Cüretimi mazur görün bence tamamen yanlış yoldasınız. Periyi ele geçirmek istiyorsanız daha isabetli yolları denemelisiniz."

Parmaklarıyla masada endişeli bir tempo tuttu. Her an parmaklarını kafasına götürüp saçlarını çekiştirecekmiş gibi görünüyordu. "Yeni periden nasıl haberdar oldun? O halde söylentiler gerçek?" diye tereddütle konuştu. Daha çok kendini sorguluyor gibiydi. "Ormanda gördüğümüz kız hakikaten peri öyle mi?"

"Evet öyle. O kadar yol tepip sizi ziyaret etmekteki gayem biraz da bununla alakalıydı. Duyduklarımı federasyonla paylaşmaktan kıvanç duyarım," dedim ve boğazımı küçük bir öksürükle temizledim. Herkes gözünü kocaman açmış, iki dudağımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu. "Yeni peri aydınlık diyarda birtakım faaliyetlerde bulunacakmış. Kimisi intikam almak için geri döndüğünü söylüyor, kimisi de ülkeyi özgürlüğüne kavuşturmak için... Elbette en doğrusunu Allah bilir. Ama renksiz bölgede konuşulduğuna göre peri yiyicilerle hesaplaşma niyetindeymiş. Bana sorarsanız büyük bir güç savaşının patlak vermesi an meselesi."

***

Kudo adamlarına emirler yağdırıp yemekhaneyi boşalttıktan sonra içerideki bütün pencereleri kapattırmıştı. Federasyon dışında bir de motelde diktatörümüz vardı. Bugün geleneksel kıyafetlere bürünmüştü çete lideri. Tahta sandaletini zeminde takır takır takırdatarak sandalyesine yerleşti. Kenji edeple başını eğip çiçek desenli porselen çaydanlıktan minik beyaz bardaklara yeşil çay doldurdu. Her şey tören havasında gerçekleşiyordu. Giydiği koyu gri kimonosunun geniş kolunu bir eliyle tutup öteki eliyle çay bardağını kavradı ve dingin dingin içmeye başladı Kudo Başkan.

Ne zamandır peri mevzusu sebebiyle beni rahatsız eden yakuzaların görüşme teklifini nihayet bugün kabul etmiştim. Malum meseleyi köy ahalisinden kimseciklerin bilmesini istemediğimden yemekhaneye ne Mahir'i ne de yönetmeni sokmuştuk. Perihan Nine'den aydınlık ülkenin perilik görevini devralmasına almıştım ama ne yapmam gerektiğine dair hala birtakım belirsizlikler bulunuyordu. Kafamda çizdiğim yol haritası çok fazla boşluğa sahipti. Ancak bazı hususlarda fikirlerim değişmişti. Kudo'yla birlikte çalışmak artık birçok açıdan makul görünüyordu. Zira planlarımı hayata geçirebilmek için yandaşlara ihtiyacım vardı. Ayrıca yeni perinin ben olduğum haberini o boyutta çok hızlı bir şekilde yaymalıydım. Kudo da zaten yiyicilere ve ülkedeki diğer bütün insanlara peri olduğumu söylemek için yanıp tutuşuyordu.

Minicik bardaktaki çayı tek fırtla içerken dudaklarımı memnuniyetsizce kıvırdım. Şu kadarcık sıvı ağzımın kuruluğunu bile gidermezdi ki. Bana doğru düzgün bir çay bardağı getirmesi için Takano'ya işaret yaptım. Dediğimi ikiletmeden yerine getirdi. Esasında iyi çocuklardı şu yakuzalar. 

"Peri rolünü oynayacağım ama bedavaya olmayacak bu iş," dedim. Son günlerde pek bir çıkarcı olmuştum. Siyaset nasıl da değiştiriyor insanı görüyor musunuz!

Kudo arkasına yaslanıp gözlerini usulca yumdu. "Paranın miktarı hiç önemli değil. İstediğin rakamı söylemen yeterli," dedi. Dumanı üstünde tüten bitki çayını burnuna götürüp kokusunu yavaşça içine çekti.

"Hayır beni yanlış anladın," diye kendimi düzeltme gereği duydum. "İstediğim şey para değil. Tek arzum yiyicileri alaşağı etmek. Aydınlık ülkenin başına musallat olmuş yiyici belası sona erene dek bana yardım et. Desteğine ihtiyacım var."

"Anlamadım?"

"Dediklerimde anlaşılmayacak bir şey yok. Niyetim çok açık. Yiyicileri saraydan kovup doğu bölgesindeki insanları renklerine kavuşturmayana kadar durmayacağım."

Nihayet keşişler gibi dingin davranmaktan vazgeçmişti. Fakat yanıtını duymak için uzunca beklemem gerekti. Tombul suratı ciddiyete bürünmüştü. Alnını kırıştırırken az evvel söylediklerimi kafasında ölçüp tartıyordu. Sanırım böyle bir şey isteyeceğimi hesaba katmamıştı.

Neden sonra fincanı elinin tersiyle kenara itti ve masaya eğildi. "Gerçekte kimsin sen? Yalnızca sıradan bir motel çalışanı mı?"

"Evet, gördüğünden ibaretim. Sıradan insanlar da bu tarz işler yapamaz mı?" dedim düz bir sesle. Göz kamaştırıcı bir ana karaktere benzemediğimi ben de biliyordum, yüzüme vurmasına gerek yoktu.

13. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *