Perilere İnanma-17

 17. Bölüm: Üçüncü Tekil Şahıs

Kız halimle ve sahip olduğum cüzi kas kitlesiyle Amir'i odama taşımak imkansıza yakındı. Onu kaldırmak, pencereden içeriye geçişini sağlamak beni aşan bir işti. Ne yapacaksam burada, bahçenin sınırlarında, yapmam gerekiyordu. Bir koşu odamdan ecza poşetini alıp geri döndüm. Sevda Nine'den aşırdığım merhemler poşetin muhtevasını oluşturuyordu. Ayrıca motelin buzdolabında her daim kutu kutu bulunan ağrı kesici, ateş düşürücü gibi semptomatik ilaçlardan da biraz getirmiştim aydınlık diyara. Annem çok pimpirikli bir insandı. Dünyanın bin türlü hali var diyerekten her türlü musibete karşı daima tedarikli davranırdı. Bendeniz Ebru Severler bu konuda ona çekmiştim.

Kara Amir'in mahremiyetine saygı duyduğumdan yüzündeki peçeye dokunmadım. Fakat pelerini çıkarmam lazımdı. Ne yapacağıma karar vermeden evvel yarasını görmeliydim. Soğukkanlılıkla ona yaklaştım. Sevda Nine'den öğrendiğim birkaç temel kaide vardı. Amir'e yardımımın dokunması için elimden geleni yapacaktım. Pelerini kenara itip kıyafetini sıyırdığımda şok edici gerçekle işte o an karşılaştım. Kara kumaşlarla sır gibi sakladığı teni gözler önüne serilmişti Amir'in. Renksizdi. Kanının kırmızı değil de siyah akması bu sebeptendi kuşkusuz. O da rengini yiyicilere kaptırmıştı. Üstelik teninin kontrastı düşük ve oldukça soluktu. Sayım yaparken bu türden tenlerle çok sık karşılaşmıştım. Sarayda uzun süre çalışan eski hizmetliler hayalet gibi soluktu. Yeni hizmetçilerin tonları daha koyu ve görünümleri daha canlı oluyordu. Belli ki Kara Amir'in başına gelen felaket yeni değildi. En başından beri renksizdi.

Daha önceden tahmin etmeliydim. Zira ilk kez çocukken tanışmıştım bu pelerinli adamla. Kucağımda yaralı bir geyik taşıyordum ve o ansızın karşıma çıkmış, bana yardım etmişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen Amir'in ses tonu hâlâ genç bir erkeğinki kadar dinç ve diri çıkıyordu. Evet, gücünden kuvvetinden hiçbir şey kaybetmemişti. Üçüncü katta çalışan renksiz kadın tamamen haklıydı. Onlar yaşlanmıyordu ancak her fani gibi sayılı ömre sahiplerdi.

Adamın yarası cidden vahimdi. Omzunda onlarca ısırık izi vardı ve bu küçücük yaralar durmaksızın kan sızdırıyordu. Böyle tuhaf bir şeyle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Sevda Nine'nin eczalarının fayda edebileceği bir vaka değildi. Siyah pelerinin boyun bağlarını çözdükten sonra kumaş parçasını iki elimde tutarak ona ciddiyetle baktım. Uçan halıya benziyordu. Amir nasıl çalıştırıyordu acaba bu şeyi?

"Pelerin," dedim kararlılıkla. "Beni duyabiliyor musun bilmiyorum ama bize yardım etmek zorundasın. Sahibin çok kötü durumda. Amir'i tedavi edebileceğimiz bir yere gitmeliyiz."

Ağzımdan çıkan sözleri anladığını umarak akıllı pelerine düşünmesi için birazcık süre tanıdım. O sırada baygın adamın yanına çökmüştüm. Yeteri kadar beklediğime emin olduktan sonra harekete geçtim. Gözlerimi sımsıkı kapatıp pelerini bir çarşaf gibi üzerimize örttüm.

Kırk iki yaşında olduğunu söyleyen hizmetlinin odasında açtım gözlerimi. Ne ilginçtir ki renksiz kadın uyanıktı. Demek o da saat kulelerinin melodisine karşı koyabiliyordu. Sarayda ne çok uyanık göz varmış meğer! Pencerenin yanına tahta bir sandalye çekmiş dışarıyı izliyordu hizmetçi. Sırtı bize dönüktü. Gözlerimi sağa sola hareket ettirip içeriyi hızlıca incelerken garip hiçbir şeyle karşılaşmadım. İki yataklı küçük sade bir odaydı burası. Başka da sıfat hak edecek yanı yoktu.

Uçan pelerini katlayıp kaybolmaması için göğsüme bastırdım. Böyle maharetli bir kumaşın başına fenalık gelmesinden korkuyordum. Hem koca sarayda pekala hırsız barınıyor olabilirdi. Kara Amir sıhhatine kavuşana dek pelerin bana emanetti.

Nihayet odasında davetsiz misafirlerin bulunduğunu kavrayan renksiz kadın bakışlarını pencereden ayırdı. Bizi gören buğulu gözleri saniyeler içinde netleşirken suratındaki dalgınlık çabucak silindi. "Amir!" diye haykırarak yanımıza vardı. Yavrusunun başına fenalık gelen bir anne kuşa benziyordu. Yerdeki adamı kaygıyla yokladı.

"Onu tanıyor musun?" diye sordum. Tek kaşımı oynatarak hasta kahramanı işaret etmiştim.

"Aynı soruyu benim sormam lazım," dedi hemen. Ses tonu ziyadesiyle suçlayıcıydı. Sanki Kara Amir'i bu hale ben getirmiştim de hesap soruyordu.

Ne münasebet canım! Cevap vermeyeceğimi anlayınca beni bırakıp yaralı adamla ilgilenmeye başladı. Sanırım yine bir başka hayat hikayesine müdahil oldum sevgili Ebru FM dinleyenleri. Başroller Amir ve bu hanım kız arasında paylaştırılmış olmalıydı. Bana ise tekrardan yan karakter payı düşmüştü. Odanın bir köşesine dikilmiş sessizce ikiliyi izliyordum. Hizmetçinin peçeli adamı sevdiği bariz ortadaydı. Ancak aşık bir insan böylesine endişelenirdi. Sağlam ve iradeli görünmeye çalışsa da yüreği kuş gibi çırpınıyordu kızın. İnsanların ruhunu iyi okurdum. Özellikle de aşk hastalığına tutulmuş insanların...

Neden sonra "Amir zehirlenmiş," dedi donuk ve nispeten makul bir ses tonuyla. "Onu nerede buldun?"

"Bir şey yapmadım kendisi beni buldu. Biliyorsun yeşil katta kalıyorum. Oraya geldi fakat çok geçmeden bayılıp yere düştü." Tek kırışıklığın dahi olmadığı intizamlı yatağa oturdum. Uzun süre ayakta durabilen insanlardan değildim, haliyle yorulmuştum.

Odayı paylaştığı öteki arkadaşı neredeydi acaba? Karşı yatak boştu. Çarşafın kusursuz çizgileri bozulmamış bilakis sahibi tarafından günlerdir kullanılmamış gibi duruyordu. Hizmetçi kız Kara Amir'i tek başına aynı boş yatağa yatırmaya çalıştığında hemen ayaklanıp ona yardım ettim. Gururun bu kadarı da fazlaydı! Benim gibi cana yakın bir insanı ne diye sevmemişti ki?

Yarayı daha iyi görebilmek için siyah kıyafeti omuz kısmından kesti. Amir'in ortaya çıkan renksiz kolunu izlerken çok tuhaf hissediyordum. Kalın bir ekranın ötesinde siyah beyaz bir televizyona bakmak gibiydi. Gerçek dünyadan çok uzaktım. Her şey kurgusal bir metnin parçasıydı sanki.

"Zehirlendiğine emin misin?" diye dalgınca konuştum. İşine devam ederken evet manasında başını salladı hizmetli.

"Onu kimin zehirlediğini biliyor musun peki?"

"Sayım memuru olman bana istediğin her şeyi sorabileceğin manasına gelmiyor." Hırçın burnunu havaya kaldırdı. Suratına aksi bir ifade yerleşmişti. Gündüz sarayın angaryasını yaparken sakladığı güçlü karakteri gün yüzüne çıkmıştı. Çetin cevize benziyordu. Ancak kiminle uğraştığının farkında değildi.

"Sen de onlardansın," dedim aynı serinkanlı tavırla. "Yiyicilere karşı örgütlendiğinizden haberim var. Üstelik ortalıkta gözükmeyen bir periye bel bağlamışsınız. Ülkeyi kurtaracak şu efsanevi peri gerçekte var mı yok mu o bile belli değil."

Önce şaşırdı sonra daha yoğun bir hisse kapıldı. Gizli sırlarını nasıl öğrendiğimi merak ettiğine emindim. Suratı öfkeden kızarmıştı. Duygu değişimlerini çok kolay dışarıya vuruyordu kızcağız. Zayıf noktası buydu demek. Kafamın içindeki düşünceleri okumaya çalışır gibi delici bakışlarla beni uzun uzun inceledi. "Kimsin sen?" dedi en sonunda. Ne de olsa yaralı adamı odasına ben getirmiştim. Başını çevirip Amir'le aramdaki alakayı çözmeye çalıştı. Sanırım olaylar arasındaki bağlantımı sorguluyordu.

"Her neyse," dedim omzumu silkerek. "Kara Amir'i tedavi edebilecek misin? Pelerin şifahane diye senin odanı gösterdi. Bir bildiği olsa gerek."

"Nasıl yani pelerinle mi geldin buraya? O şeyi kullanmak imkansız. Bu garip, çok garip... Amir'den başka kimsenin sözünü dinlemez oysa."

"Bilmem özel bir şey yapmadım. Galiba iyi bir insan olduğumu anladı yavrucak. Başkalarının aksine benimle çabucak uzlaştı," derken karşımdaki şahısa laf dokundurdum. Fazlasıyla mütmaindim. Kollarımın arasındaki pelerini sevgiyle okşadım. Akıllı kızım benim, aferin sana.

Renksiz hizmetli en nihayetinde yelkenleri suya indirdi. Çok şükür benimle inatlaşmaktan vazgeçmişti. Düşman değil de dost olduğumu biraz geç kavramıştı gerçi. Öylece gururlu davranmasa aynı safta mücadele ettiğimizi daha erken fark ederdi. Bana inanması için ona illa kanıt sunmam gerekmişti. Şükür ki bu hususta boynumdaki kolye çok yardımcı olmuştu. Elbisemin altında sakladığım kolyeyi dışarı çıkarırken hizmetli tanıdık bir şeye rastlamış gibi hayretle bakakalmıştı. Amir'in bana emanet ettiği taşı gördüğünde sonuçta kafasındaki bütün kuşkular uçmuş, bana karşı candan davranmaya başlamıştı.

Her şeye rağmen gerçek kimliğimi açıklamadım. Sadece peri adına çalıştığımı söyledim. Tünel zabıtasıyla tanışıklığımıza dair sorular sordu. Sesinde kadınca gizli bir kıskançlık vardı. Nefise'nin güzel yüzüne sahipken hemcinslerim tarafından rakip olarak algılanmam kaçınılmazdı.

Hizmetçi kız yine tek başına işe koyulup yatağını kenara itti. Zemin tertemizdi, tek bir toz tanesi dahi yoktu. Demek saraya hep böyle titiz kızlar alınıyordu. Döşemenin pürüzsüz yüzeyinde elini gezdirirken ortadaki parçayı ansızın kaldırdı. Ah şu gizli bölmeler! Yanına gidip açılan boşluğa göz gezdirdim. Orayı ecza deposu amacıyla kullandığı apaçıktı. Sevda Nine'den sonra bir başka yetenekli şifacıyla karşılaşmıştım. Zira kızın elinde bulunan ilaç spektrumu gerçekten çok genişti.

İhtiyacı olan malzemeleri alıp bölmeyi kapattı ve karyolayı eski konumuna getirdi. Bir köşeye geçip şişeleri tıngırdatarak çalışmaya başladığında ben de yatağına oturdum. Çünkü işine pürdikkat odaklanmıştı. Onu rahatsız etmemi istemediği ortadaydı.

Uzun sayılacak bir müddetinden ardından ilk defa konuştu. "Zindanlar," diye mırıldandı. "Amir yeraltı zindanlarına girmeye çalışmış. Tek başına böyle bir şeye kalkışması aptallık. Kendini göz göre ateşe attı! Hiç olmazsa bize haber verebilirdi. Ona eşlik edecek bir adam bulunurdu elbet."

Bacaklarımı karşıya doğru dümdüz uzatarak yukarı kaldırırken yanaklarımı şişirdim, sonra bütün havayı seslice dışarıya boşalttım. Erkekler burnunun dikine gitmeye bayılırdı. Seven kadının kaygısını nasıl anlayabilirlerdi ki? Zavallı kız! Öyle görünüyor ki Kara Amir onun aşkından habersizdi.

"Sarayda sizden çok var mı?"

Kafasını sallamakla yetindi. Cevabı evetti. İşler iyice ilginçleşiyordu. Kurumuş bitkileri ezip toz haline getirirken renk renk şişelerdeki sıvı karışımlarla oranlı bir karışım hazırladı. Kendisi ilacı tamam etmekle uğraşadursun ben de aramızdaki bu çok faydalı sohbeti sürdürmeye çalıştım.

"Amir nasıl zehirlendi hemşire bacım? Bunu bilmeni sağlayacak tıbbi ilme sahip gibi görünüyorsun."

İç çekti ve dikkatini yaptığı işten koparmadan tane tane konuştu. "Zindanların çok fazla korunaklı olmasının sebebi karıncalar. Her santiminde zehirli gardiyanlar bulunuyor. Yiyicilerin hususen yetiştirdiği dev karıncalar yüzünden hiçbir esir firar etmeyi göze alamıyor. Aksi taktirde onlardan biri tarafından zehirlenme olasılıkları çok yüksek. Öldürücü salgı insan beynini yirmi dört saate kalmadan hamurlaştırıyor."

Tövbeler olsun! Aydınlık diyarda eli yüzü düzgün, zararsız bir hayvan yok mu yahu? Vaziyet bu şekildeyken Joe'yu zindandan kurtarmam oldukça zordu. Yeterli cephaneyi toplamadan karıncaları ezemezdim. Belki de ihtiyar kız kardeşlerde böcek ilacı, karınca zehri gibi bir şey vardı. O anaç üç kardeşin bana ihtiyacım olan malzemeleri vereceklerine hiç şüphem yoktu. Eh yolcu yolunda gerekti. İşte bu sebepten paldır küldür ayaklandım.

Renksiz kız pelerini açtığımı görünce oturduğu yerden doğruldu. "Hey! Nereye gidiyorsun?" diye seslendi.

"Küçük bir işim var. Pelerin bu gece bende dursun. Kara Amir gözünü açmadan geri getiririm."

"Amir odamda uzun süre kalamaz. Onu başka bir yere taşımak lazım. Uyanması kolay olmayacak. Zehrin vücuttan itrahı en az bir haftayı bulur," dedi.

"Taşımana yardım edecek birileri var mı?"

"Evet. Az evvel de söyledim, yiyicilerin sarayında bizden çok adam var."

Anladığımı gösterircesine başımı salladım. Yine de pelerini yanımda götürmeme taraftar değildi.

"Merak etme," dedim güven verici bir imajla. "O sıhhatine kavuşana kadar pelerine iyi bakacağım. Hem bu şeyin lafımı dinlediğine sen de şahit oldun. Benimle kalmaya razı olmasa muhakkak bana karşı çıkardı öyle değil mi?"

Sanki hakkında konuştuğum kişi eli ayağı olan akıl sahibi bir insandı. Ağzımdan çıkan kelimelere bazen ben bile anlam veremiyordum. Nereden çıkıyordu bu sözler bilmiyorum ama yanlış konuşmadığımın farkındalığı içindeydim.

Hemşirenin bundan sonra itiraz edecek hali yoktu. Zaten yatakta bilinçsizce yatan adam ilgi odağındaki tek şeydi. İkisini yalnız bıraktığıma seviniyor bile olabilirdi. Odadan ayrılmak için kapıyı kullanmadım tabii. Geç saatlerde hizmetçilerin katında görünerek şüpheleri üzerime çekmek planlarıma gölge düşürürdü.

Neyse ki ulaşım aracım hazırdı. Siyah pelerini omuzlarıma geçirirken boyun bağcıklarını bağladım. Hizmetli kız ise beni izlemeyi bırakıp ilaçların başına geri dönmüştü. Oracıkta tuhaf bir his sardı bedenimi. Pelerin sıcak ve yumuşaktı. Siyah başlığı kafama geçirdiğimde dışarıdan tanınamayacak şekilde iyice sarmalanmıştım.

"Tekrar merhaba pelerin kardeş. Ben Ebru," diye beceriksiz bir giriş yaptım. Bu monologu seslice dile getirmemiş, içimden konuşmuştum. "Senle bir süreliğine birlikte vakit geçireceğiz. Zahmet olmazsa beni Kaplumbağa Evi'ne götürebilir misin?"

Gözlerimi usulca yumup ışınlanmayı  bekledim. Ancak sonuç hiç umduğum gibi olmadı. Maalesef en ufak bir reaksiyon dahi gerçekleşmemişti. Hâlâ renksiz kızın odasında dikiliyordum. Nazar mı değdi sana, neden lafımı dinlemiyorsun kızım?

Uçma, kaçma veyahut ortadan kaybolma denemelerimi inatla sürdürdüm. Lakin yolda kalmış miskinler gibiydim. Emanet aldığım pelerin daha ilk günden hatta ilk dakikalardan bozulmuştu. Talihsizliğin bu kadarı!

İlgisiz davranmaya çalışan hemşire kız en sonunda dayanamayıp meseleye karıştı. "Saray dışına çıkmaya mı çalışıyorsun?" dedi ağzının ucuyla.

"Bunu nasıl bildin?"

"Yiyici şatosunun etrafı koruma kalkanıyla çepeçevre sarılı. Sağlam bariyerden gecebilmek sandığın kadar kolay değil. Pelerinden yapamayacağı şeyleri istememelisin."

Sandığım mı? Hayır ben hiçbir şeyi sanmıyorum anacım. Koruma bariyerinden bile yeni haberdar oluyorum. İnsanlar bazen yaptıklarıma ve söylediklerime fazla anlamlar yüklüyordu. Tıpış tıpış yürüyüp tekrar yatağa oturdum. Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. "Yani yiyicilerin izni olmadan kimse saraya giremez mi," diye söylendim. Kaplumbağa Evi'ne gitmeyi uzak bir tarihe ertelemekten başka çarem yoktu.

Yüzüme garip bir biçimde bakarak birkaç saniye o şekilde oyalandı. "Yiyicilerin izni... Evet öyle," dedi kız. "Bu ülkenin sahte güneşine ulaşmak kolay değil. Senin deyişinle izin gerekli."

Hasta adama kaşık kaşık ilaçlar içirdi sevdalı hemşire. Amir'in omzundaki yarayı ise çoktan sarmıştı. Hamarat ve hünerli elleri baya hızlıydı. Nefise eşi benzeri bulunmayan bir güzelliğe sahipken bu renksiz kız da zeki ve becerikliydi. Neden etrafımda orta kıvamlı normal kızlar yoktu Allah'ım?

Odada üçüncü tekil şahıs olarak bulunmaktan hiç memnun değildim. Tam da böyle sıkılmışken apansızın aklıma düşen fikir neticesinde hemen ayağa dikildim. "Madem her şey yiyicilerin bilgi ve izinleri dahilinde öyleyse Kara Amir dışarıdan gelmiyor. Kesin sarayın içinden biri!" dedim. Ortaya esaslı bir tahmin atmıştım.

Karşı yataktaki adamın yanına yürüyüp gözlerimi kıstım ve tepeden onu seyretmeya başladım. "Kim olabilirsin Amir? Hizmetlilerden biri misin?"

İstediğim cevabı Kara Amir değil de onu seven kadın verdi. "Bu kadar emin olma," dedi bilmiş bir tavırla. "Eğer bir kişi mühre sahipse işler o vakit değişir. Kalkanı aşması için ortada hiçbir engel kalmaz. Amir'de ona benzer bir mührün bulunup bulunmadığını bilmiyoruz."

Aklından ne tür düşünceler geçiriyordu acaba? Şu kesin ki renksiz hizmetçi haddinden fazla bilgiye sahipti. Böyle insanlara ayaklı kütüphane derlerdi. Onunla aramı iyi tutmak kesinlikle yararıma olacaktı. Öğrenmek istediğim her şeye onun vesilesiyle ulaşabilirdim.

Kaplumbağa Evi'ne gidemeyince pelerine beni en azından bahçe katına bırakmasını rica ettim. Şükür ki halime acıyıp bu sefer arzumu yerine getirdi. Gözümü yumduğum iki saniyenin akabininde artık odamdaydım. Zorro bahçede, defter bankın üzerinde ve pencerem tıpkı bıraktığım şekilde hâlâ aralıktı. Cama yanaşıp gözümü duru manzaraya diktim. Renksiz diyarın gündüzü de gecesi de sıradışı geçiyordu. Hiç taranmamış bir kadın saçı kadar karmaşıktı her şey.

Omzumun tekini cama yaslamış, öylece dalıp gitmiştim. Zaman ağırlaşmıştı. Gecesi olmayan bu ülkede sanki bütün cisimler donuklaşmıştı.

"Ebru," dedi uzaktan gelen boğunuk bir ses. "Beni işitiyor musun?"

Hayır dışarıdan duymamıştım bunu. Ses tam da kafamın içindeydi. Düşünce gibi hayal gibi soyut bir şey... Allah'ım deliriyorum!

"Kimsin? Nasıl zihnime girebildin?"

Kendi kendime konuşmaya başladığıma göre artık deli gömleği giyebilirim.

"Aramızdaki bağlantıyı sen kurdun. Pelerini taktığında iletişim kanalı açıldı," diye açıklama yaptı aynı ses. Bu boyutta her söylenene inanılmaması gerektiğini çoktan öğrenmiştim.

"Yani?" derken kaşlarımı çattım. Ona elbette itimat etmiyordum.

"Ben Amir. Bilincim pelerinle birlikte taşındı. Dur Ebru sakın üstündeki şeyi çıkarayım deme!"

Tam da boynumdaki iplikleri çözmeye yeltenmişken gaybi sesin uyarısı yüzünden duraksadım. "Neden çıkarmayayım?" diye sordum kuşkuyla.

"Dünyayla iletişimimin kopmasını istemiyorum. Önemli mevzular var. Yardımın gerekiyor Ebru."

"Senin gerçekten Kara Amir olduğunu nerden bileceğim? Adamcağızın taklidini yapan kötü bir cin de olabilirsin pekala! Neyse ki yatsı namazını kıldım üstelik üç kez Ayetel Kürsi okudum. Dediğimi duydun mu? Ben Müslüman bir kızım yani bana zarar veremezsin."

Konuşuyordu evet ama artık onu dinlemek istemiyordum. Sesini bastırmak için avaz avaz nas felak okuyup nefesim tükenene kadar kendime üfledim. Aydınlık diyarın hayırlı bir yer olmadığı en başından belliydi. Hacimsiz varlıkla kedi fare gibi birkaç dakika mücadele ettik. Fakat Perihan Nine'den ve ortak yaşadıklarımızdan bahsederek nihayet beni ikna etmeyi başarmıştı. Amacından bahsederken eli mahkum sözlerine kulak kesildim.

"Öncelikle köye dönmeliyiz," dedi. İtiraz etme şansım yok gibi görünüyordu. Perilik görevi kolay değildi. Lakin ben de sorumluluklarımdan kaçacak biri değildim.

"Benim köyümden mi bahsediyorsun Amir?"

"Evet. Orada küçük bir işimiz var. Saat kuleleri sabah çağrısını yapmadan geri dönmeye çalışırız. Yarın yiyici katındaki ilk iş günün öyle değil mi?"

"Tellal haberi yalnızca bana iletti. Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Terfi ettiğinden saraydaki herkes haberdar."

Ülke boyut fark etmiyordu, dedikoducu insanlar her yerde vardı ve aynıydı. Zorro'yu bahçeden alıp odaya taşıdıktan sonra yola çıkmak için artık hazırdım. Pelerini tekrar kullanmadan evvel Kara Amir'e gidiş gayemizi sordum.

"Köyde bir hafiye var. Onu ziyaret edeceğiz."

17. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *