Perilere İnanma-19

 19. Bölüm: Emanet Yüz

"Ebru beni iyi dinle. Birazdan sana söyleyeceklerimi harfi harfine tekrarlamanı istiyorum."

"Bilmece bulmacanın sırası mı şimdi? Hafiyeyi buldum Amir. O hain kişi muallimin ta kendisi!" Zihinsel yoldan tünel zabıtasına müjdeli haberi verdim. Ardı sıra gülmeye benzer bir ses çıkardı. "Ercüment senin gibi akıllı bir kızı bile kandırmayı başardı demek," diye şen bir şekilde konuştu.

Tepkisine kelimenin tam manasıyla şok oldum. Burada önemli meseleleri çözmeye çabalarken onun eğleniyor olması çok ayıptı. Beni peri koltuğuna oturtmuşlardı ama saygı ve ihtiram gördüğüm söylenemezdi. Şu habis siyasete hiç bulaşmamalıydım. Ben ne anlardım elin inli cinli diyarını yönetmekten!

"Gülmeyi keser misin Amir? Seninle daha yeni barıştık. Tekrar küseyim mi istiyorsun?" Kendimi yanlış iz üzerinde gezinen bir avcı gibi hissediyordum. Kara Amir beni fazlasıyla bozmuştu. Öyle görünüyor ki çapkın muallim aradığımız ajan değildi.

Dut ağacının meyveleriyle meşgul olan Ercüment daldaki kargaya bakmaktan vazgeçmiş, odağına yeniden şahsımı almıştı. "Ebru iyi misin? Nöbet geçiren insanlara benziyorsun," derken ne olduğunu anlamaya çalışırcasına suratımı inceledi.

Tünel zabıtasıyla iç alemimde hesaplaştığım sırada yüzümden her çeşit mimik geçmişti. Rönesans tablolarından fırlamış gibiydim. Hal böyleyken muallim büyük ihtimalle delirdiğimi düşünmüştü.

"İyi olup olmamam seni ilgilendirmez," dedim keyifsizce. Lakin yenilgiyi kabullenmenin sonucu olarak omuzlarım düşmüştü. En nihayetinde kafamdaki sese beyaz bayrak çektim ve içimden fısıldadım. "İyi bakalım muallime ne söylememi istiyorsun? Artık senin işine karışmayacağım."

"Kargalar bizi dinliyor. Ağzından çıkacak her kelime aynen Muhbir Kuşlar Federosyonu'na iletilecek," dedi Amir ve devam etti. "Bu bizim için büyük bir fırsat. Onları yanlış tarafa yönlendirmek istiyorum."

Kargalarca takip ediliyorken rotayı değiştirip aniden okula gelmemizin sebebi buydu demek. Peçeli adam muhbir kuşları şaşırtmak istemişti.

Bahçenin ortasında amaçsızca dikiliyordum. Kendim gibi davranmadığım Ercüment'in de dikkatini çekmişti. Ortada garip bir şeylerin döndüğünü fark etmesi muhtemeldi. Zira gevşek ve çapkın bakışlarının ardında kuşkulu bir ifade yatıyordu. Bence masum değildi. Hele sıradan bir köy öğretmeni hiç değildi. Hafiyelik yapmasa bile buna benzer işlerde parmağının olduğunu düşünüyordum.

"Bütün hazırlıkları tamamladık, yiyicilerin yeni periyle tanışma vakti geldi. Gelecek hafta saraya baskın düzenleyeceğiz," dedim mukavemetli bir duruşla. Sesimin tok ve kararlı çıkmasına özen göstermiştim. İşin aslı şu ki papağan misali Amir'in dediklerini tekrarlıyordum. O da tıpkı Kudo gibi peri olduğumu insanlara duyurmaktan çekinmiyordu. Verdiğim haberden sonra muallimin çehresi birdenbire değişti. Şaşkınlığı yüzünden apaçık okunuyordu. Yılışık ve rahat ifadesi çoktan silinmişti.

"Hayatını kurtardığımı unutma Ercüment. Bana bir can borcun var. Bu yüzden bizden yardımını esirgememelisin," diye devam ettim. Amir neyden bahsediyordu böyle? Eli mahkum kulağıma fısıldadıklarını dışarıya aktarmayı sürdürdüm. "Yiyicilerin sahte güneşine yeni bir kız gelmiş. Duyduğuma göre Periveş'e çok benziyormuş. İhtiyarlar onu büyük ihtimalle kurban edecekler."

Sözlerimi bitirirken muallim bana iyice yaklaştı. Gözleri bileğimdeki ipe takılmıştı. Amir'in kara pelerinine ait olan ipti bu. Karşımda duran adamın dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme kondu. Eski bir tanıdığı görmüş gibi dostaneydi tebessümü. Ne var ki o sempatik hali çok kısa sürmüştü.

"Can borcu... Can borcu demek. Kafanın içinde neler dönüyor? Yiyicileri alt edebileceğine gerçekten inanıyor musun?" diye sordu muallim. Ses tonu çok farklıydı. Bir kızla değil de kendi hemcinsiyle muhabbet ediyormuş havasındaydı.

Bir saniye? Konuşanın Amir olduğunu anlamış mıydı yoksa? Tünel zabıtasını tanıyordu öyleyse. Şu an zihnim bulamaçtan farksızdı. Amir, Ercüment'le arasındaki ahbaplık ilişkisinden söz etmeye yanaşmıyordu. Hafiye konusunda sessiz kaldığı gibi bu mevzuda da gizliliği tercih etmişti.

Yerin kulağı vardır derler ya hani bizim köy bunun en büyük örneğiydi. Her tarafta haddinden fazla kulak misafiri vardı. Onlardan en önde geleni ise hiç şüphesiz Kudo'ydu. Tombik yakuza okul duvarının üzerinde oturmuş, meraklı komşu teyzeler gibi bizi dinliyordu. Onun arkasından duvara tırmanmaya çalışan Takano ve Kenji ter kan içinde kalmıştı. Zavallı yaratıklar! Sanırım şişko başkanı duvara çıkarma işini bizzat kendileri üstlenmişti. Kudo'nun ayakları altında güçlü kasları inim inim ağlamış olmalıydı.

Emir kulu Kenji, duvardan atladıktan sonra dört ayaklı hayvanlar gibi yere çöktü. Çete lideri adamın sırtını merdiven niyetine kullanarak aşağı indi. "Saraya bensiz mi baskın düzenleyeceksin Ebru? Senle yaptığımız anlaşmayı unutmuş olamazsın," dedi tehdit kokan sesiyle. Ellerini arkasında birleştirip bize doğru ağır ağır yürüdü. İşte bu hiç iyi değildi. Japonlarla aramı bozmak istemiyordum.

"Zayıf, ettir; güçlü onu yer."

Başkan, Takano'ya tek bakışıyla emir verince iki numaralı yakuza cebinden bir sapan çıkardı. Keskin nişancı endamıyla hareket ediyordu. Lastiğin ortasına taş yerleştirip ağaçtaki kargaya fırlattı. Tam isabet! Bu ani taarruzu beklemeyen muhbir karga pat diye yere düştü. Bana göz dağı vermek için kuşcağızın canını yakmıştı yakuzalar. Muallime az öteye geçmesini söyleyerek Japon'a doğru sinirli sinirli ilerledim. Derdi neyse doğrudan söylesin. Üstü kapalı imaların hiç lüzumu yoktu.

"Sözümü unutmuş değilim Kudo Bey. Ben ne sebzeyim ne de et. Acıktıysan yemek yiyecek başka bir yer bul. Madem güvenmeyecektin neden masaya oturdun benimle. Çok istiyorsan anlaşmayı burada bitirelim," dedim sertçe. İçimdeki deniz dalga dalga kabarıyordu. Boynuma astığım şeffaf taştan anbean parlak bir ışık çevreye doğru yayılmaya başladı. Sanki kaburgalarım esnemişti ve göğsüm genişledikçe genişliyordu. Gidişat hiç hayırlı değildi. Kaza bela çıkmasın diye taşı tek hamleyle avuçladım, alelacele ışığını söndürmeye çalıştım.

Kaşları hayretle havalanmıştı yakuzanın. Çıkarlarına ters düşecek her türlü davranıştan uzak duracağı kesindi. Aynen tahmin ettiğim şekilde davrandı, en sonunda geri adım attı.

"Yanlış anladın beni Ebrucuğum. Sinirlenme bu kadar. Derler ki maymunlar bile ağaçtan düşer." Uzlaşmacı bir tavır sergileyince ben de ona ayak uydurdum. Kavga gürültüyü bir kenara bırakıp iki medeni insan gibi sakince konuştuk.

"Amir diye biri var. Aydınlık diyara geçişinizi sağlayacak aktif tünellerin yerini biliyor. Bize yardım edecek."

"Böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum," diye karşı çıktı tünel zabıtası. Hay aksi! Onun da burada olduğunu bir anlığına unutmuştum. Mevzuyu toparlamak için Amir'e evvelce tatlı dille yaklaştım. Heyhat bir türlü yumuşamadı. Şu peçeli adam hakikaten inatçının tekiydi.

"Burada peri benim. Dediğimi yerine getirmeyecekseniz ne diye seçtiniz beni?" Elimi iki yandan belime koydum ve kafamın içindeki sesle hararetle tartışmaya başladım. Hayatımdan hiç memnun değilim sevgili dinleyenler. Kimse lafıma itibar etmiyor.

Kara Amir'i güç bela ikna ettikten sonra içimden konuşmaya bir son verip tekrar Kudo'ya döndüm. Hava kararmadan eski tren istasyonunda buluşmak üzere sözleştik. Öbür boyuta dönerken yakuzaları da yanımıza alacaktık. Kaplumbağa Evi'nin sahibeleri davetsiz misafir kabul ederler miydi bilemiyorum. Umuyorum ki hiçbir sorun çıkmasın. Aslına bakarsanız altın kız aracı olabilirdi. En yakın zamanda Rahşan'la iletişime geçmem lazımdı.

Mahir ya da İbrahim'e bu meseleye dair hiçbir şey söylememesi için Kudo'yu iyice tembihledim. Kel kuzenim şayet ne amaçladığımızı duyarsa bütün cephanesini yanına alıp yiyici sarayını bombalamak üzere peşimize düşerdi. Bilinçaltında büyük bir canavar yatıyordu. Hiç sormayın kaçık kimyager lisedeyken dövüşmeli bilgisayar oyunlarına deli olurdu. Gerçek hayatta eline böyle bir fırsat geçmişken asla kaçırmazdı.

Sonraki durağımız Perihan Nine'nin eviydi. Eski peri gittikten sonra tek gözlü küçük kulübe adeta yetim kalmıştı. Yapayalnız bir kadın gibi duruyordu tepenin üstünde. Yol boyunca kargaların fitneli gözü hep üzerimdeydi. Perilik koltuğuna oturduğumu elbette biliyorlardı. Renksiz kılığındayken ikinci ağızla perinin onlara savaş açtığını haber vermiştim. Bu yüzden diken üstündeydiler. Aileme Saraygil arazisindeki şatoda çalışmak gibi bir yalan uydurup sonra sinsice öbür boyuta geçtiğimi düşünüyorlardı. Kargalara göre aydınlık diyarda bana yardım edecek adamları kendi etrafımda örgütlemiştim ve yiyicilerin işini bitirmek için hazırlık yapıyordum. Oysa beni uzaklarda aramanın hiçbir manası yoktu. Düşmanlarımın gözünün önünde, sahte güneşin tam merkezindeydim. Bakmakla görmek aynı şey değildi.

Geniş düzlükte bir an için duraksadım. Babamın uzun yıllar çalıştığı tren istasyonunu hüzünlü gözlerle izledim. Ne zaman bu terk edilmiş raylara baksam içimde kocaman bir boşluk peydah oluyordu. Çocukluğumun en güzel, en ilginç hatıraları tren seferlerinde geçmişti. Ama sanki geçmişimde birtakım yarım kalmışlıklar vardı. Unutulmuşluklar... Anımsanması gereken fakat bir türlü hatırıma gelmeyen. Neydi bu eksik duygunun anlamı? Haksızlık ediyordum. Ancak haksızlığın kime ya da neye karşı olduğunu bilmiyordum.

Bir keresinde Kudo motel bahçesinde güneşlenip yeşil çay içerken tefekkürlü gözlerle beni gözetlemişti. Yine bilge keşişler gibi konuştuğu günlerden biriydi. "Kurbağanın çocuğu da bir kurbağa," demişti ansızın. Ne kastettiğini o zaman çözememiştim. Şimdi ise aklımda birkaç düşünce filizlenmişti. İster inanın ister inanmayın o adam babama atıfta bulunmuştu. Yollara ve yolculuklara aşık olan babam bu dünyada en çok benzediğim insandı. Abilerim babamın tren seferlerine hep ilgisiz dururken ben ona eşlik etmek için yalvarırdım.

"Bu konuda haklısın Ebru. Babana çok benziyorsun."

Ta karşıdaki dağlık Saraygil arazisinden köyün düzlüğüne serin rüzgarlar uğrarken ve etrafta çocuklar gibi dolanırken kulağımın algıladığı sesten sonra bütün düşünme fonksiyonlarımı durdurdum. Ne yazık ki kapatma tuşuna basmak için çok geç kalmıştım.

"Amir ne zamandan beri beni dinliyorsun? Her şeyi duydun mu?" diye çıkıştım ve hızla yanaklarımı iki elimle kapattım. Alıp başımı nerelere gideyim şimdi!

"Seni uyarmak istedim ama çok dalgın ve üzgündün. Rahatsız etmek istemedim."

"Böyle daha çok rahatsız oluyorum ama!" dedim bütün hırçınlığımla. Hayır Ebru celallenmenin sırası değil, sakin ol. Adamın suçu yoktu. Kara Amir'in varlığını unutmak bütünüyle benim kabahatimdi. Ne kadar sürecek bu birliktelik Allah'ım? Bir an önce düşünce özgürlüğüme kavuşmak istiyorum. Şiddetli geçimsizlik sebebiyle en yakın zamanda ayrılmamız gerekiyordu.

İkimiz de sustuk ve istasyona arkamı dönüp yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Fakat oluşan tuhaf sessizlik beni daha fazla sıkmıştı. Bana sorarsanız aynı huzursuzluk tünel zabıtası için de geçerliydi. Konuşma ihtiyacı hissediyordum. Nicedir kafamı kurcalayan bir meseleyi bu vesileyle sormaya yeltendim.

"Sahte güneşin sahipleri," diye lafa girdim sakince. "Yiyiciler öbür boyutu ele geçirme çabasındayken neden burası için hiçbir şey yapmıyorlar? Ne kadar açgözlü olduklarını biliyorum. Bana çok garip geliyor. Mantıklı bir cevap bulamıyorum."

"Yiyicilerin hükmü yalnızca kendi boyutundaki insanlar üzerinde geçerli. Buradaki hiç kimseye dokunamazlar. Muhbir kargalar da aynı şekilde. Farkındaysan tek yaptıkları insanları gizlice dinlemek ve gözetlemek. Kişi öz iradesiyle onların yanına gitmeyene kadar kendileri doğrudan bir şey yapamaz."

"Peki Perihan Nine'yi nasıl fark etmediler Amir? Yıllarca bu kulübede tek başına yaşadı. Muhbir kargalar yerini kolaylıkla tespit edebilirdi."

"Bazen en çok aradığın şey gözünün önündedir de bir türlü göremezsin. Uzağa saklanmak her zaman akıllıca bir yöntem değildir."

İhtiyar kadın kulübeyi saran güvenlik çemberi sayesinde gözlerden ırak yaşamıştı. Uzaktan görenler için gayet sıradan bir barakaydı. Ne garip ki oraya karşı en ufak bir şüphe veyahut kuruntu dahi duyulmuyordu. İnsan algısı ve farkındalığıyla oynamak bence çok büyük maharetti. Perihan Nine birtakım vasıtalarla bu duyarsızlığı gerçekleştirmiş, bütün gözlerden sakınmıştı. Ta ki köydeki son vakitlerine kadar... Amir'in dediğine göre son zamanlarda koruma çemberi zayıflamıştı. Çevredeki muhbirler derin bir uykudan uyanır gibi köyün dış kesimindeki kulübeye dikkat kesilmişti.

Tepenin yukarısına uzanan patika yolu çıktıktan sonra yanımda getirdiğim yedek anahtarla kulübenin kapısını açtım. Amir'e kolayca darılıyor küsüyordum ama böyle kolayca da barışıyorduk. Aramızdaki buzlar yine çok çabuk erimişti.

Kapıdan içeri adımımı atarken apansızın olduğum yerde kalakaldım. Yaşlı perinin kulübesinde Nefise'ye rastlamayı katiyen beklemiyordum. Perihan Nine'nin karyolasında oturmuş, ceylan gözleriyle doğrudan bana bakıyordu. Yiyici şatosunda çalıştığımdan bu yana onunla hiç görüşmemiştim. Öbür boyuttayken izni olmadan yüzünü kullandığım için kendimi suçlu hissediyordum. Ancak isteyerek yapmamıştım bunu. Şeffaf taştan yardım talep ettiğimde kılığımı değiştirme yolunu seçmişti.

İmam kızı her zamanki sıcak gülümsemesiyle karşıladı beni. Selamlaşıp sarıldık birbirimize. Nefise'de insana sekinet veren çok kuvvetli bir etki vardı. Onun yanındayken hemen rahatlıyordunuz. Toprağa çıplak ayakla basmakla aynı şeydi. Üstelik bunu sadece ben söylemiyordum. Köydeki birçok kadın benim gibi düşünüyordu.

İçeriye girdiğim andaki şaşkınlığı çoktan atmıştım üzerimden. Beynimin kuşkucu tarafı çalışmaya, hızlıca tahminler üretmeye başlamıştı. Amir'e gelince... Kafamın içinde ikamet eden şahıs susmuştu. Hep de böyle en önemli zamanlarda sessiz kalıyordu zaten.

"Niçin geldin buraya Nefise? Kulübenin anahtarı sen de var mıydı ki?"

Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi derin bir nefes aldı. "Benimle buluşacağını duydum. O yüzden geldim Ebru."

"Seninle mi?" diye sorguladım. Sanırım yanılıyordu. Köye gelmemizin tek sebebi hafiyeyle görüşmekti. En azından Amir bana öyle söylemişti. Sonra aklıma saçma bir şey geldi, ihtimali çok düşük o soruyu istemeyerek dillendirdim.

"Hafiye sen misin Nefise?"

Başını ağır ağır salladı. Nefise'nin kollarını pat diye boşluğa bırakırken inanamayarak geriledim. Yirmi dört yıllık hayatımın belki de en büyük şokunu yaşıyorum komşular.

"Bu nasıl olur? Sen kötü biri değilsin Nefise. Ne dediğinin farkında mısın? Çocukluğumdan beri masallarımın iyi karakteri hep sendin. Hafiye olduğuna asla inanamam."

Yüzü ay gibi aydınlandı imam kızının. Tatlı tatlı gülümsedi. Sonra kollarını açıp bana sıkıca sarıldı. "Sen çok özel bir kızsın Ebru," dedi sevgi dolu sesiyle. "Evet sen periliği hak eden yegane kişisin."

Geç de olsa nihayet başımın üstünde bir iki üç şeklinde ampuller yanmaya başladı. Ah aptal kafam! Amir'i tamamen yanlış anlamıştım. Köyde ajan var derken bu kişinin bizim safımızda olacağını hiç düşünmemiştim. Hain, kumpasçı birini bekliyordum. Kara Amir'le beraber köye gelirken bol tehdit içerikli ve entrikalı bir serüvene düşeceğime neredeyse emindim. Dizilerde hep öyle olurdu ya. Kim bilir mafyalığa soyunur, şantaja bile başvurabilirdim. Lakin yazdığım bütün senaryolar boşa çıkmıştı.

Bu kez Nefise kollarımı bıraktı ve benden birkaç adım uzaklaştı. Seslice iç çektiğinde problemin ne olduğunu sormayı düşündüm. Fakat ona zaman tanımak en doğrusuydu. Dikkatini toplamaya çalışıyor, kendini konuşmaya hazırlıyordu. Neydi ki onu böylesine zorlayan?

"Sana söylemem gereken bir şey var Ebru," dedi donuk ve düz bir sesle. Dudaklarındaki gülümseme silinmişti. Onu hiç böyle ciddi görmemiştim.

İşaret parmağını kaldırıp kendi suratına doğrulttu. "Bu yüz benim değil. Bana emanet edildi."

Yanlış duyduğumu zannedip aynı kelimeleri ona iki kez tekrar ettirdim. Hayır kulaklarım hatalı algılamamıştı. İşittiklerim doğrudan Nefise'nin ağzından çıkmıştı.

"Ama kim?" diye hayretle sordum en sonunda. "Kim tarafından emanet edildi?"

"Periveş."

19. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *