Perilere İnanma-18

 18. Bölüm: Hafiye

Yiyicilerin izni olmadan saraydan çıkmak mümkün değildi. Nitekim bendeniz pelerini kullanarak Kaplumbağa Evi'ne gitmeye yeltenmiş fakat muradıma erememiştim. Oysa şimdi Amir köye yolculuktan söz ediyordu.

"Şu melun yaratıkların haberi var mı yaptığımız şeyden?" diye sordum.

"Elbette hayır. Elimde saraydan çıkışımızı sağlayacak tavus mührü var," dedi kafamın içindeki adam. Böylelikle yüreğime su serpti.

Bariyeri bloke eden mührün yerini tarif ettiğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Öyle mühim bir şeyi kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan Zorro'nun ceketinde saklıyordu. İnanabiliyor musunuz? Korkuluğumu bu tür tehlikeli işlere karıştırmasından dolayı Amir'e için için kızsam da tepkimi bizatihi dile getirmedim. Ancak çabam boşunaydı. Ne de olsa düşüncelerimiz birdi. Aklımdan geçirdiklerimi işitmesi gerçekten korkunçtu. Şu yeryüzünde hiç mahremiyetim kalmamıştı komşular!

Mühür ceketin iç kısmına desen şeklinde işlenmişti. Sökülmesi olanaksızdı bence. Eğilip biraz daha yakından bakınca kanaatim iyiden iyiye sağlamlaştı. İnsan tenine çizilmiş bir dövme ya da doğum lekesi gibi görünüyordu. Desen adeta kumaşın dokusuyla özdeşleşmişti.

"Ne yapmalıyım?" dedim Amir'e. "Mührün bu olduğuna emin misin?"

Yavaş yavaş alışmaya başladığım malum iç sesi tekrar işittim. "Elini ceketin üzerinde gezdirebilir misin?"

Dediğini uyguladığım vakit beklemediğim bir sonuca ulaştım. Zarif desen avuç içime ilmek ilmek işleniyordu. Bu sırada tenimi gıdıklayıcı bir his sarmıştı. Gülmemek için dudaklarımı dişledim hemen. Gıdıklanma olayına karşı çok dayanıksız bir insandım. Amir'in yanında ciddiyetimi bozmamak için kendimi fazlasıyla sıktım. Peri mertebesinde olmanın böyle olumsuz tarafları da vardı işte.

En sonunda cekette hiçbir iz kalmamış, mühür olduğu gibi elime geçmişti. Bakışlarımı avuç içimden ayırmadan "Evet... Sonraki aşama?" diye sordum.

"Şimdi tek yapman gereken pelerine dokunmak. Mührü oraya aktaracaksın."

Yöntem hakikaten çok basitti. Siyah kumaşın iç kısmında ilk bakışta görünmeyecek bir bölgeyi gözüme kestirdim. Besmele çekmenin ardından avucumu usulca üzerine kapattım. Elim az öncekinden daha şiddetli gıdıklanırken bu kez kendimi tutamamış ve şen çocuklar gibi kıkırdamıştım. Görüyorsunuz ya insanın korktuğu şey eninde sonunda başına geliyordu.

Neyse ki içine düştüğüm gülünç hal uzun sürmedi. Tavus mührünün izi bedenimi terk edince gıdıklayıcı etki de nihayet yok olmuştu. Omuzlarımı çabucak kaldırıp eski dik duruşumu aldım. Boğazımı temizlerken düz bir sesle konuştum. "İş kazası işte. İnsanın başına bazen böyle şeyler gelebiliyor," diye açıklama yaptım Kara Amir'e.

Saraydan ayrılmak için gereken vizeye artık sahiptik. Amir'in siyah kumaşıyla kısacık bir uçuş gerçekleştirdiğimizde bu ışınlanma olayını sevdiğimi düşünüyordum. Hem hızlı hem de pratikti. Yol arkadaşım olan pelerin, Severler Motel'in terasına getirmişti beni. Güzergahı mı şaşırdı acaba?

Ansızın zehirli bir düşünce zihnime sokulurken terası incelemeyi oracıkta kestim. Vay başımıza gelenler! Severler ailesi nice zamandır koynunda yılan mı besliyordu yoksa? Tünel zabıtasına seslendim ve beni duyduğuna emin olunca "Sözünü ettiğin ajan motelde mi? Neden buraya geldik?" diye sualde bulundum.

"Hayır hayır yanlış bir düşünceye kapılma. Buraya senin için geldik. Öncelikle hazırlanmalısın. Üzerindeki renksiz kıyafetleri çıkarıp kendi günlük elbiselerini giymen lazım."

Son söylediğiyle birden ciddileştim. "Şey," dedim duraksayarak. "Şimdi odaya gireceğim ama beni görmediğine emin olmalıyım."

Aynı ciddiyetle yanıt verdi bana. "Seni görmüyorum Ebru. Yalnızca senin gördüğünü görüyorum. Bu farklı bir şey. Farkındalık gibi."

"Hayır aynı şey!" diye keyifsizce homurdandım. Zaten düşüncelerimi duyuyor olman yeterince can sıkıcı.

"Pelerini çıkardığında aramızdaki iletişim kesilecek. O zaman rahat rahat işlerini halledebilirsin. Şimdi odana git. Giyindikten sonra pelerini tekrar takmayı unutma."

Hiç konuşmadan kapıya doğru yürüdüm. Öte yandan manzara nostaljikti. Geniş ve ferah teras katını çok özlemiştim. Etrafta belirgin bir değişiklik görmediğime memnundum. Her şey yerli yerinde, ayrılmadan evvel bıraktığım gibiydi ve böyle olması benim açımdan çok güzeldi.

Odaya adım attığımda hiçbir şeye el sürmeden hemencecik pelerinin bağcıklarını çözüp koca kumaşı yatağın üzerine serdim. Aynı kafada iki sesle yaşamak ne zor şeydi! Amir'in zihnimin derinliklerinde bir yerde olmadığını doğrulamak için birkaç deneme yaptım. Hakkında söylediğim tatsız sözlere cevap almayınca yokluğuna tamamen kanaat getirdim. Şayet orada bir yerde olsaydı bana çoktan karşılık verirdi.

Günlerdir giye giye iyice alıştığım renksiz kıyafetleri çıkarıp çekmecenin en altına sakladım. Kimse odama girmezdi ama yine de eşeğimi sağlam kazığa bağlama taraftarıydım. Motelden biri bu acayip giysileri görürse işler karman çorman bir duruma dönüşebilirdi. Yeni türeyecek sorunlarla uğraşabilecek enerjim yoktu.

Köyün yaz sıcağına iyi gelen pamuklu rahat bir tunik ve etek seçtim gardıroptan. En basit kıyafetlerimi bile özlemiştim. Başkasının zevkine göre giyinmek kesinlikle mutluluk vermiyordu. Aynanın karşısına geçerken yansımama uzun uzun baktım. Tenim hâlâ renksizdi ve hâlâ bana ait olmayan bir suratı taşıyordum. Nefise'nin gözleri, kaşları, ve dudakları... Aslına bakarsanız Ebru gibi giyinmekle beraber Ebru gibi görünmeyi de özlemiştim. İmam kızının masum yüzü belki kusursuzdu. Ve belki hiç rastlanmamış bir güzelliğe sahipti fakat şimdi anlıyorum ki benim için en büyük sevinç aynaya bakınca kendimi görmemdi. Kendim... Bana ait simam, tek ve özel benliğim.

İçimde koca bir dünya taşıyordum oysa. Aynı dünya kimsede mevcut değildi. Sadece bana özgüydü. Ve en önemlisi artık güzeldim. Yüzüm güzeldi çünkü oradaki her bir çizgi nice hatıralar taşıyordu. İyi kötü yaşanmışlıklar, mutluluklar, hüzünler... Oysa şu an karşımda duran ve bana bakan çehre öylesine yabancıydı ki. Kusursuzluğu veyahut göze ve gönüle hoş görünmesi hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Gerçek yüzüme kavuşma vakti gelip çatmıştı. Yatağa oturup kolyeyi boynumdan çıkardım. Amir'in taşını en son gizli ajan sıfatıyla Muhbir Kuşlar Federasyonu'na girdiğim zaman kullanmıştım. Şeffaf taş renksiz kaldığımda kömür misali kararmıştı. Taşı avucuma alıp dostça sıktım. "Yardımların için çok teşekkür ederim,"diye fısıldadım Amir'in emanetine. "Bir süreliğine beni eski halime döndürebilir misin? Ebru gibi görünmek istiyorum. Köyde böyle renksiz gezemem, bilmem anlatabiliyor muyum? "

İnanır mısınız o da tıpkı Amir'in pelerini gibi lafımı dinliyordu. Esasen bana karşı böyle yumuşak başlı olmaları çok hoşuma gidiyordu. Nitekim şeffaf taş talebimi hiç vakit kaybetmeden yerine getirmişti. İlk işaret karıncalanma hissiydi. Geçen seferden alışık olduğum orta şiddetli karıncalanma hissi parmak uçlarımdan başlayarak bütün bedenimi sardı. Biraz sonra işlem tamamlanmış, vücudumda gezinen garip dalgalanmalar sona ermişti. Heyecanla aynaya yürüdüm ve başımı kaldırıp alıştıra alıştıra kendime baktım. Bu cidden bendim a komşular! Tepeden tırnağa gerçek Ebru gibi görünüyordum. Yıllardır taşıdığım o aşina yüzü memnuniyetle müşahede ederken dışarıya derin bir nefes koyverdim.

Odadaki minik hazırlığım kısa sürede bitmişti. Pelerini omuzlarıma geçirip bağcıklarını tek tek bağladım. Sonrasında ihtiyatlı davranarak zihnimi yokladım. "Amir?" diye seslendim kararsızca. Geri dönmüş müydü acaba?

"Hazır mısın?" diye hemen yanıt verdi pelerinin sahibi.

"Evet işimi bitirdim ama sana bir şey söylemek istiyorum. Köyde insanların içine bu kılıkla çıkmam biraz tuhaf kaçar. Yanlış anlama pelerinin kötü gözüktüğünü kastetmiyorum. Sadece köylülerin alışık olduğu bir kıyafet değil ve nasıl desem bu halde çok dikkat çekerim."

"Haklısın," dedi Amir'in uzlaşmacı sesi. Saniyeler içinde sorunu çözdüğünde hızına hayran kalmıştım. Yiğidi öldür hakkını yeme demiş atalarımız. Hakikaten zeki ve pratik bir adamdı. Kara Amir bulduğu yöntemi iyice anlamam için dikkatle açıklama yaptı. Nihayet söyleyecekleri biterken siyah pelerini üzerimden çıkardım. Tünel zabıtasıyla aramızdaki iletişim kısa süreliğine kesilmişti lakin önemi yoktu. Geçici bir durumdu.

Çekmeceden makas aldım ve pelerinin sağlı sollu ikili ipliklerinden tekini kestim. İpi bileğime üç tur dolayıp güzelce düğüm attım. Bileklik takmışım gibi duruyordu. Önceki halimi düşününce bu şekilde kesinlikle dikkat çekmiyordu. Pelerini katlayıp sırt çantama yerleştirdiğimde Amir'in sesini tekrar işitmeye başlamıştım. Bir iple iletişimi yeniden sağlamıştık.

Tünel zabıtası ajan hakkında sorduklarıma cevap vermemeyi seçmişti. Hafiyenin kim olduğu hususunda nedendir bilinmez sessiz kalıyordu. Ne acayip adamdı! Köye gelmemiz için ısrar edip durmuşken şimdi de çıt çıkarmıyordu. Konuyla alakalı ketumluğunun sebebini bir türlü anlayamıyordum. Söylese ne olacaktı sanki? Geveze bir insan değildim ki ben. Hayır yani sırrını başkalarına ileteceğimi mi düşünüyordu? Sebep buysa teessüf ederim Kara Amir Bey!

"Geveze olduğunu düşünmüyorum Ebru. Bana karşı haksızlık ediyorsun."

"Aman Allah'ım! Neden izinsiz dinliyorsun beni?" diye çığırdım. Düşüncelerimi artık sansürlemem gerekiyordu. Zira apaçık her şeyi duyuyordu bu adam. En sonunda onunla küsüp karşılıklı sus pus olduk. Küsme fikrini öne atan kişi elbette bendim. Çoktan hak etmişti.

Öteki boyutla kendi memleketim arasında belirgin bir saat farkı vardı. Orada vakit geceyken köyde gün yeni ağarıyordu. Horozlar ötüyor, kuşlar sabahın aydınlığında neşeyle terennüm ediyordu. Kara Amir hangi tarafa gideceğimize dair ısrarla konuşmayınca kendi başıma hareket ettim. Mutfağa indiğimde yengemi tıpkı beklediğim gibi ocağın başında gördüm. Köyümüzdeki kadınlar sabah namazından sonra yatmaz, kollarını sıvayarak günlük işlerini yapmaya koyulurlardı. Fatma yengem ani ziyaretime çok şaşırmıştı. Ona yakınlarda küçük bir işimin olduğunu, bitirir bitirmez geri döneceğimi söylerken suratı düştü. En azından bu geceyi motelde geçireceğimi düşünmüş.

Yengemin bülteninde büyük haberler vardı. Nefise ve İbrahim çifti evlilik yolunda mühim bir adım atmıştı. Hazır aileler tanışmışken birkaç gün önce sözü ve nişanı aynı anda yapmış, nikah için gün almışlardı. Bu ne hızdı böyle? Fatma yengeme sorsanız sebebi aşktı. İki gönül bir olunca işleri ağırdan almanın ne gereği varmış?

Suratımı iyice buruşturdum. "Yenge sen malum çiftin koruyucu meleği misin?" diye söylendim. Bugün çirkefleşmek istiyorum sevgili Ebru FM dinleyicileri. Radyonun sesini kısın biraz. "Çok acele ettikleri ortada. Dedikodu yapmak gibi olmasın ama bizden sakladıkları bir şey mi var acaba? Şu belgeselciyi gözüm hiç tutmuyor zaten. Anne babası çok kibar ve medeni insanlar, yine de bilmiyorum o adamda hoşuma gitmeyen bir hava var."

"Ebru yoksa sen kıskanıyor musun Nefise'yi? Doğruyu söyle kızım ben de annen sayılırım. Senden önce evleniyor diye mi üzülüyorsun?"

Histerik ve fazlasıyla yapmacık bir kahkaha attım. "Kim? Ben mi kıskanıyor muşum?" dedim orantısız bir tavırla.

"Evet," diye keskince dönüş yaptı Fatma yengem. Omlet için doğradığı maydanozların sap kısmını alıp ruh hastaları gibi kemirmeye başladım. "Tamam İbrahim yakışıklı, boylu poslu ve namazında niyazında bir adam olabilir. Ama yeryüzündeki tek koca adayı o mu canım! İstersem belgeselciden daha iyisini bulurum," dedim büyük bir inançla.

Yengemin yüzündeki sırıtış daha da genişledi. "Senin derdini anladım ben," deyip omzuyla dürttü beni.

"Hah, İbrahim mi yakışıklı?" Alay dolu bir ses ansızın böldü sohbetimizi. O esnada beynime hızla kan gitmeye başladı. Amir'in en başından beri bizi dinlediği gerçeği kafama dank etmişti. Ancak her şey için çok geçti artık. Elin adamının yanında 'evde kalmış kızın kuruntuları' nasıl olurmuş hepsini açığa vurmuştum.

Yüzüm domates gibi kızarırken yengemle alelacele vedalaşıp mutfağı terk ettim. Orada biraz daha kalırsam Fatma yengem duymaktan hiç hoşlanmayacağım konuları bütün ayrıntısıyla gün yüzüne çıkarırdı. Üstelik Kara Amir kafamın içinde saltanat kurmuştu ve konuşulan her şeyi duyabiliyordu. Az perilik karizmam varsa o da uçup giderdi işte.

Resepsiyona inip amcamla ayaküstü hal hatır sorduk. Geliş nedenimi ona da kısaca anlattım. Müşterilerin henüz uyanmamış olması iyi denk gelmişti. Aşk kuşu misali etrafta dolanan İbrahim'le karşılaşmayı hiç istemiyordum.

Mahir ve yakuzalarla görüşmeyi sonraya erteleyip çabucak motelden ayrıldım. Sınırlı vaktimiz vardı. Şayet bu halde Japon mafyalara rastlarsam beni kolay kolay bırakmayacakları kesindi. Saraydaki işe başladığımda Kudo diğer boyuta geçişini sağlamam için ziyadesiyle ısrar etmişti. Kara Amir o sıralar hiç ortalıkta gözükmediğinden çete liderinin isteğini yerine getirememiştim. Buna karşılık kendisinden biraz mühlet talep etmiştim. Lakin artık yakuzaları oyalayamazdım. Kudo'yla bir anlaşma yapmıştık ve anlaşmada payıma düşen sorumluluğu yerine getirmeliydim. Kudo meselesini ilk fırsatta Amir'e açmam lazımdı.

Karşılıklı çıkarlarımız için ateşkes imzalamış, küskünlüğü bırakıp barışmıştık. Muhtar evine doğru ilerlememi söylemişti tünel zabıtası. Hedefimizdeki kişi sanırım o istikametteydi. Bahsi geçen hafiye, muhtar amcanın ev halkından biri olabilirdi bence. Mesela Şahika... Evet Şahika cadısı tepeden tırnağa hain ajanlara benziyordu.

"Neden bana tünel zabıtası diyorsun?"

Kara Amir'den böyle bir sual beklemediğimden şapşal insanlar gibi donakaldım, ne cevap vereceğimi bilemedim. Dilimin ucuna hiçbir kelime yanaşmıyordu. Ancak bundan daha da önemlisi özel hayatımın gizliliği ve mahremiyeti söz konusuydu. Amir'in düşüncelerimi dinlemeye devam etmesi büyük sorundu. Ben ne yapacaktım bu adamla?

"Pelerin mevzusu beni gittikçe zorluyor. Bence bu ilişkiye belli kurallar koymalıyız," dedim. Ses tonumun güçlü bir peri gibi otoriter çıkması için uğraştım. Ayrıca gerçekçi bir etki bıraksın diye adımlarımı toprak yolda sertçe attım.

"Mesela?"

"Her düşüncemi duymanı istemiyorum. Sadece içimden konuştuğum zaman bana kulak vermelisin. Bunun dışındakileri dinlemek katiyen yasak olmalı."

"Hiçbir art niyetim yok Ebru. Kasıtlı olarak yapmıyorum. Sen konuşuyorsun yahut düşünüyorsun ve ben de gayri ihtiyari duyuyorum. Bundan sonra nasıl davranmalıyım kulaklarımı tıkamamı mı istiyorsun?"

"Sen zeki bir adamsın Amir. Elbet bu probleme de bir çözüm bulabilirsin."

Biraz duraksadı. Neden sustuğunu sormak üzereyken "Teşekkür ederim," dedi. "Periden ilk defa güzel bir övgü alıyorum."

O böyle efendi efendi konuşunca yufkacık yüreğim hemen yumuşuyordu. Lütfen beni sinir edecek davranışlar sergilemeyi sürdürünüz Kara Amir Bey. Hayır bu kadar çabuk geri adım atamam.

Ne yazık ki yelkenleri suya indirmiştim. Otoriter ve öfkeli peri imajım yerle bir olmuştu sevgili dinleyenler! Evvelen sorduğu şeye dönecek olursak onu tünel zabıtası diye anmamın özel bir nedeni yoktu aslında. Takma isimdi sadece. Perihan Nine'nin kulübesinde paragöz cüceyi yakaladığı gün dilime dolanmıştı.

Uğursuz gak gak sesleri tepemizde gezinmeye başlayınca konunun yönü ansızın saptı. "Karşı evin çatısındaki kargayı görüyor musun?" diye uyarıda bulundu Amir. Başımı kaldırıp söylediği yere baktım.

"Bizi mi takip ediyor?" dedim içimden. Dışarıya herhangi bir ses sızdırmamak daha güvenliydi. En azından takip edildiğimin farkına varmamış gibi davranacaktım.

"Evet motelden beri peşimizde. Okula doğru yürüyebilir misin?"

"Peki," deyip hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ettim. Tek bir tane karga yoktu. Onlarcası pirinç taneleri gibi oraya buraya serpiştirilmişti. Bereket ki okul bahçesinin büyük metal kapısı kilitli değildi. Muhtar amca tadilat işlerini bitireli çok olmamıştı aslında. Okulun yaşlı nöbetçisi ara sıra gelip bahçeyle ilgileniyordu. Yine öyle bir güne denk gelmiş olmalıydım.

Binanın dış cephesi ferahlatıcı bir renge boyanmıştı. Mavinin bu tonu insanda güzel ve olumlu düşünceler uyandırıyordu. Şahika'nın, cennetmekan babasına çekmediği apaçıktı. Maşallah muhtar amcanın zevki gayet iyiydi. Dev ağaçların gölgelediği bakımlı bahçeye adım atarken "Niçin okula gelmemizi söyledin?" diye sesimle dürttüm Kara Amir'i.

Görüş açıma giren bir adet çapkın kişi günümü karartmaya yetti. Çapkın, utanmaz, düzenbaz ve de aylak! Muallim bahçedeki en serin ve gölgeli köşeyi işgal etmişti. Çimenlerin üzerine ağalar gibi yayılmışken güneşin ve rüzgarın tadını sonuna kadar çıkarıyordu. Maalesef oradaki varlığımı çok hızlı fark etti. Radardan farksız kafası bulunduğum yöne doğru şipşak hareket etmişti. Siyah camlı gözlüğünün ardından bakışlarını hissedebiliyordum.

"Sabahı şeriflerin hayrolsun Ebru! Ziyaretinle günümü aydınlattın," diye yılışıkça kur yapmaya başladı.

"Ne münasebet Ercüment Bey! Burada olduğunuzu bilmiyordum. Yoksa kesinlikle okula ayak basmazdım."

Kargalar hâlâ tepemizdeydi. İçlerinden bir tanesi çirkin sesler çıkararak dut ağacının dalına kondu. Çok tuhaf ama Ercüment denen adam da benim gibi kargalara dikkat kesilmişti. Az sonra ayağa kalkıp iri ve sulu dutların dallardan sarktığı ağaca yöneldi. Kıpkırmızı dutlardan birkaçını koparıp ağzına atarken muallimle kargayı tek karede görme fırsatını yakalamıştım. İki adım gerileyip kısık gözlerle manzaraya odaklandım.

Sanırım hafiyenin kim olduğunu buldum. Evet içimizdeki ajan hiç kuşkusuz muallimdi! Zampara adam köydeki saf ve iyi niyetli kızlara yaklaşarak bilgi topluyor olmalıydı.

18. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *