Perilere İnanma-12

 12. Bölüm: Muhbir Kuşlar Federasyonu

Balığa "Denizde yeni haberler var mı?" diye sorulduğunda "Söyleyecek çok şeyim var ama ağzım suyla dolu," diye cevap verirmiş. Ah nasıl da bana benziyor zavallı hayvancık! Benim de söyleyecek çok şeyim var ama çevrem tımarhane kaçkınlarıyla dolu. Onlardan fırsat bulup da kendimle bile ilgilenemiyorum ki.

Son durum şu: Elin ülkesine seçimsiz referandumsuz peri olarak atandım. Zorla siyasete bulaştırdılar beni sevgili dinleyenler. Oysa geçmişim çok karanlıktır benim. Okul hayatım boyunca bütün sınıf başkanlığı seçimlerini sefilce kaybettim. En düşük oyu her seferinde ben aldım. Sıra arkadaşım olacak kalleş dahi oyunu benden esirgedi. Dürüst, onurlu ve çalışkan Ebru'nun kadir kıymetini bilen olmadı hiç. Hal böyleyken gelmiş bana peri ol, ülkeyi kurtar diyorlar.

"Ayrılsa da yollaaaar kalplerimiz biz. Sen gitsen de gölgeeem peşinden gelir. Sana kapım açıktır hiç çalmadan gir. Bize aşk lazım bize aşk lazım ayrılık değil."

Popstar Fazıl giydiği bayramlık gömleğin üst düğmelerini açmış, iki binli yılların popçularına özenerek kılsız döşünü ortaya sermişti. Kafasını bir aşağı bir yukarı sallarken çığırta çığırta konser veriyordu. Bahsi geçen şarkı o doğmadan önce piyasaya çıkmıştı. Yahu bacak kadar boyuyla nereden bulup da ezberliyordu şu eski şeyleri?

"Eeeh kafam şişti!" diye söylendim seslice. "Ne zaman susacaksın Fazıl?"

Suratı trajik bir hal alırken "Beğenmedin mi Ebru Abla?" dedi ve şarkıyı oracıkta kesti.

"Beğenmedim tabii. Kim sana öğretti Allah aşkına bu zımbırtıyı?"

"Ercüment Hoca," diye cevap verdi. "Hatta senin şarkıyı çok seveceğini söylemişti."

Her taşın altından iflah olmaz çapkın çıkmasa şaşardım! Muallim besbelli ki küçük kuzenimin beynini yıkamaya çalışıyordu.

"Sabilere abece öğreteceği yerde şarkı türküyle mi meşgul oluyor?" Dudaklarımı yamup yumarak adamı kınarken teras manzarasını arkamda bırakıp Zorro'ya döndüm. "Bak Fazıl görüyor musun Zorro bile yüzünü buruşturdu. O da beğenmedi işte şarkıyı. Bir daha muallimin öğrettiği hiçbir şeyi yanımda söyleme tamam mı?"

Şöhreti henüz yakalamamış olan toy popstarı yaşıtlarıyla oyun oynaması için aşağı gönderdikten sonra minderli sandalyeye boylunca yayıldım. Teras en çok boşken güzeldi. Ne var ki şimdilik bu mümkün görünmüyordu. Nasıl güçlü bir manyetik alana sahipsem artık, çoluk çocuğu mıknatıs gibi kendime çekiyordum. Sağ olsunlar yakamdan düşmüyorlardı.

"Rahşan," dedim istifimi bozmadan. "Orada saklandığını biliyorum. Hadi çık ortaya."

Altın çocuk başını önüne eğip pırıltılı elbisesini salıya salıya yanıma vardı. "Beni fark etmediğini düşünmüştüm peri," deyip minicik, uysal bir bakış attı bana.

"Periler şahin gözlüdür kızım."

Pipetimi nane şerbetinin içinde gezdirip ferahlatıcı nimeti lıkır lıkır içtim. Serinliği yemek borusundan mideme doğru değdiği her yerde hoş bir etki bırakıyordu. Ellerime sağlık olsundu. Bu hüner ve hamaratlığımla nasıl evde kaldım hâlâ anlamış değilim komşular! Sürahideki buzları tıngırdatarak sarı kıza da bir bardak şerbet doldurdum. İçsin de midesi biraz bayram etsin. Önceki ziyaretlerinde siyah ceketli korkulukla karşılaşmadığı için Zorro'ya temkinle yaklaşmıştı Rahşan. Tepesinde güvensiz hava akımları dolanıp duruyordu.

"Sence de korkuluğum çok yakışıklı değil mi?" diye sordum şakadan.

Burun kıvırdı hemen. "Hayır değil," dedi. "Bu saman kafalı şey çok eski görünüyor."

"Hiştt sus bakayım! Zorro'nun erkeklik gururunu ayaklar altına alıyorsun şu an. O da ben de evde kalmış bahtsız yaratıklar olabiliriz ama beraber çok mutluyuz, gül gibi geçinip gidiyoruz."

Altın kızın sebebi ziyaretini öğrendikten sonra yine paldır küldür ışığa dönüşüp aydınlık ülkeye uçtuk. Acele işe şeytan karışır diye bir endişesi yoktu Rahşan'ın. Jülide başına iş açtığı için bu çocuk acilen yardıma çağırıyordu bendenizi. İyilerin dostu, kötülerin düşmanı... Ağaca böceğe dönüşen yavrucakların peri annesi Ebru Severler tekrar aydınlık diyarda!

Bu kez inişimiz ormana değil de çorak bir araziye olmuştu. Terk edilmiş, inli cinli köylerden farksızdı ayak bastığımız mevzi. Sol tarafımızda içi boşaltılmış taş evler yağlı boya tablolarından fırlamış gibi geometrik sıralanmıştı. Sağ cenah ise sade kurak tarlalardı. Ufka doğru uzanıyordu ekinsiz topraklar.

"Jülide'nin burada olduğuna emin misin Rahşan?"

Kafasını salladı. "Beni izle peri," deyip önden yürüdü. Yol katettikçe karşımızdaki manzara daha da kötüleşti. Ayrıca havayı soslu mısır kokusu sarmıştı. Kesif koku yüzünden burnumun direği sızlıyordu. Şurada bir yerde ocak kurmuş, yağın içinde cızır cızır çerez kavuruyorlardı herhalde. Ay tövbeler olsun Rahşan getire getire çerezciye mi getirdi beni? Kokular her adımımızda iyice çekilmez vaziyete ulaşıyordu. Allah bilir kaç yüz yıldır temizlenmiyordu buralar. Anlaşılan o ki belediye hizmetleri pek sağlıklı yürümüyordu aydınlık diyarda.

İki katlı bembeyaz bir binayı işaret ettiğinde başımı kaldırıp gösterdiği yere baktım. Yapının dış cephesine mavi bulut şekilleri çizilmiş, güzelce boyanmıştı. Ne tezat ki etrafını saran tel örgüler ve yüksek direkler binayı adeta hapishaneye çevirmişti. Altın kız "Oradalar işte," dedi kısık sesle. Çevremizdeki kasvetli harabelerin içinde yine ajan moduna girmişti.

"Jülide'yi organ mafyaları mı kaçırdı yani?" dedim.

"Hayır kargalar."

"Kargalar mı? İyi de onları korkutup kovalayabilirdin. Bunun için beni çağırmana gerek yoktu ki. O bücür kuşlara küçük bir sopa sallaman bile yeterliydi."

"Nasıl hayal ettiğini bilmiyorum peri ama ispiyoncu kargalar kesinlikle bücür değil," diye savunmaya geçti. Abartmaya hiç gerek yoktu bence. Baltalı bir dev kadar iri olamazlardı ya.

Sarı çocuk çöplük demişti buraya, kargaların çöplüğü. Gerçi onlar kendilerini Muhbir Kuşlar Federasyonu diye bir kurumun üyeleri olarak kabul ediyorlardı. Muhbir kargalar yiyiciler adına çalışıyor, ajanlıktan ispiyonculuğa kadar yiğitliğe sığmaz her türlü işi yapıyordu. Tabii duyduklarım gözümü korkutacak değildi. Zannımca Jülide'yi kurtarma işi öngördüğümden daha kolay sonuca bağlanacaktı.

Yerdeki boş konserve kutusuna aylakça tekme attım. Tekrardan oduncu devlerle karşılaşmayacağımı öğrenmenin verdiği rahatlık kanımdaki adrenalin seviyesini düşürmüştü. Elimi kolumu sallayarak binaya yanaştım. Tel örgüleri aşmanın bir yolunu bulurdum elbet. Ayrıca boynumdaki kolyenin bana yardım edeceğine olan inancım yüksekti. Kargalarla en son karşılaşmamda bu şey kara kuşları çok iyi püskürtmüştü. Cebimdeki çiçeklerin sinek formunu almasını tetikleyen unsur hiç kuşkusuz şeffaf taştı. Kara Amir'in bana emanet ettiği taşın illüzyona benzer numaralar çevirdiğini düşünüyordum.

Gökyüzünü andıran bulutlu duvarı tam karşıma aldım. Rahşan da gergin adımlarla peşi sıra beni takip ediyordu. Böylesine pervasız davranmam onu endişelendirmişti. Her neyse bırakalım bunları ve ne yapacağımıza bakalım. Şu direği tırmanabilirsem öbür tarafa rahatlıkla geçebilirdim. Lakin öncesinde denemeye değer başka bir fikrim vardı. Kolyeyi boynumdan çıkardıktan sonra sağ avucumun içine aldım. Parmaklarım Amir'in taşını sıkıca sardı. "Hadi bana yeteneklerini göster. Jülide'yi o kötü kargalardan kurtaralım," diye beklentiyle fısıldadım. Cam gibi parlak ve pürüzsüz yüzeyle birkaç saniyeliğine bakıştık. Ne hayal kırıklığı ama! Anormal hiçbir şey gerçekleşmiyordu işte.

Kabul ediyorum, iyi bir fikir değildi bu. Örümcek adam misali direğe tırmanmaktan başka yol görünmüyordu bana. Taştan yardım ummakla çok saçma davrandığımı düşünürken apansızın ayak uçlarım karıncalandı. Bedenimde aşağıdan yukarıya doğru sinsice fakat hızla tırmandı bu acayip his. Şeffaf taşı tutan elimin rengi çekildi anbean, avucumdaki emanet ise şeffaflığını yitirerek kömür misali karardı.

"Peri, renksiz kaldın!" diye korkuyla ünledi Rahşan. İnanamayarak koca adımlarla geriledi. Aynı şaşkınlıkla dönüp kendimi yokladım. Siyah beyazdan başka bir şey kalmamıştı bende. Şu anki halimle eski Yeşilçam filmlerinden fırlamış gibiydim. Çocuk az sonra daha bir hayretle sözlerine ekleme yaptı. "Sadece rengin gitmemiş, yüzün de değişmiş!"

"Doğru mu söylüyorsun?" deyip hemen suratıma dokundum. Parmaklarımı süratle alnımda, burnumda ve çenemde gezdirdim. "Neye benziyorum Rahşan? Yanında ayna var mı?"

"Hayır yok ama yakınlarda bir kuyu var. Oradaki sudan kendine bakabilirsin." Kafama yatan öneriyi kabul ettim. Doğruca bahsettiği kuyuya gittik ve çıkrığı döndürerek aşağıdan su çektik. Neye benzediğimi çok merak ediyordum. İçi su dolu kovanın ağzına heyecanla eğildim, eğilmemle birlikte devasa bir hayrete düştüm. Nefise'nin aksiyle karşılaşacağım asla aklıma gelmezdi. Güzelliğine, karakterine ve ona dair her şeye gıptayla baktığım kız gibi görünüyordum. Hayat ne garipti. Sıradan, değersiz bir yan karakterken belki de şimdi başrol oyuncunun veyahut ana karakterin yerini almıştım. Güzel bir kız olduğuma göre artık beni kimse durduramazdı. Şimdiden önemli bir şahsiyet gibi hissediyordum.

Uğursuz gak gak seslerini işitince başımı gökyüzüne kaldırdım. Federasyon binası ötemizde dimdik dururken oradan kuyu mevkine doğru uçan kargalar göğü doldurmuştu. Çabucak hareket edip Rahşan'a taş evlerde saklanmasını söyledim. Bu meseleyi tek başıma halledecektim. Kargalar Rahşan'ı görürlerse bir dahaki sefere onu kaçırırlardı. Benimde bir özel hayatım vardı, her kaçırılan çocuğun imdadına yetişemezdim ya.

Havadaki kuşlar tek tek kondu toprağa. Geçen seferki usulle çalışıp yine etrafımı saran bir çember oluşturmuşlardı. "Selam olsun vatanımın asil kuşlarına!" diye el kaldırdım ve babacan bir tavırla selam verdim kara sürüye. Aydınlık diyardaki kargalar hakikaten cüsseliydi. Herhalde bizim boyuta geçince dikkat çekmemek için küçülüyorlardı. Haber spikeri gibi düz sesle konuştu içlerinden biri. "Renksizlerin batı bölgesine girmesinin yasak olduğunu bilmiyor musun? Üstelik federasyonun arazisindesin. Cezaya çarptırılmak istemiyorsan derhal uzaklaş buradan, ait olduğun bölgeye dön!"

"Sakin olun. İstirham ediyorum sakin olunuz. Boş yere gelmedim MKF'ye. Gayem burada zaman öldürmek değil. Beni başkanınızla görüştürün ki ona meramımı anlatayım."

Duruşum oldukça ikna ediciydi. Aralarında kararsız fısıldaşmalar vuku buldu. Laf cambazlığımı sürdürdüğümde sonuç lehime işlemişti. Pençelerini kanca gibi kıyafetime geçirdiler. Az sonra yukarıdaydım. Ana merkez istikametine uçuyorduk. Size çok ilginç bir şey daha söyleyeyim mi? Beyaz binanın giriş kapısı zeminde değil bilakis son kattaydı. Aynı zamanda boyutları küçüktü, normal bir insanın ayakta geçebileceği büyüklükte değildi. Bereket ki bedenim yatay pozisyondaydı. Kargalar beni o vaziyette taşıdıkları için kapıdan kazasız belasız geçebilmiştim.

Ayağımız yere basmadan gırtlak kadar dar koridorlarda süzülüp en sonunda feraha erdik. Genişçe bir salondaydık şimdi. Duvar boyunca nice kafesler dizilmişti. En yakınımdaki demir parmaklıklı kafeste yaşlı bir radyo-kaplumbağa tutuluyordu. Kargalar tarafından esir alınmıştı zavallıcık. Sanırım beni de böyle bir yere kapatacaklardı.

Kudo böğürtlen çalılarını mahvettiği zaman bizden hesap soran karga adam da salondaydı. Elini arkasında bağlamış, pencere önünde dikiliyordu. Onu uzun burnundan ve çirkin pelerininden tanımıştım. Kargalar pençelerini elbisemden çektiğinde pattadak yere düştüm. Kabalıklarına karşı bayramlık ağzımı açmamak için zor tuttum kendimi. Ancak emellerime ulaşmak için dilimi tutmam gerekiyordu. Kargalar hızlıca form değiştirip sıska uzun insan vücuduna büründüler. Artık gözüm alışmaya başlamıştı şu değişim olayına. Aynısı bana da olmuş, Nefise'nin yüzünü kopyalamıştım. Ötesi var mıydı komşular!

Çöplüğe izinsiz giren misafiri pelerinli adama tanıttılar. Yüzde doksan dokuz olasılıkla kendisi Muhbir Kuşlar Federasyonu'nun başkanıydı. Suratımın değişmesinden ötürü beni hatırlamamıştı. Renksiz kalmak epey faydalı şeydi doğrusu.

"Sonunda sizinle görüşebildiğim için çok mutluyum. Sırf federasyonunuzda çalışabilmek için ta doğudan buraya kadar nice badireler atlatarak geldim. Hak verirsiniz ki sınırı aşmak hiç kolay değil. Ancak sonuçta şimdi aranızdayım," deyip karga konseyini siyasetçi edasıyla tek tek süzdüm. "Her işi yapabilirim beyler. Lütfen benim gibi çalışkan bir hizmet erini geri çevirmeyin."

Şerli suratlar söylediklerimi beğenmiş gibi durmuyordu. Başkan ise kurnaz gözlerini üzerime dikerek amacımı kestirmeye çalışıyordu. Adamın sempatisini kazandığımdan muhafızlar yaka paça atmadılar beni gökyüzü binasından. Salona omuzları çökük birkaç karga adam giriş yapınca o an bütün dikkatler dağıldı. Çekinerek konuştu gelenler. "Çocuk uyanmıyor. Onu ayıltmak için her yolu denedik başkanım fakat başarılı olamadık."

Sükunetini bozdu başkan. "Beceriksizler! Ne işe yararsınız ki!" diye küplere bindi. Boş bir kafese tekme atıp ihtişamlı masasına yürüdü. Çalışanlara saydırmaya devam ederken herkes sus pustu. Şu kargalar hakikaten iyi dayanıyordu liderlerine. Tekerlekli patron koltuğuna oturup bir çocuk gibi döndüğünde karga adamın kişiliğine dair güzel olmayan düşünceler geçiyordu zihnimden. Ne yazık ki asalet ve karizmadan mahrumdu federasyon başkanı. Bu da yetmezmiş gibi fazlasıyla yaygaracıydı. Başı dönmüş olacak ki nihayet tekerlekli koltuğunu durdurdu. "Peri olduğunu söyleyen o kızın çocuğu kurtarmaya geleceğine emin misiniz?" dedi bir kargaya. Ancak muhatabı pek aptalca bakıyordu ona. Sorusuna başkası cevap verdi. "Bir kez yaptı bunu efendim, elbette bir daha yapacaktır," dedi akıllı karga.

Benden bahsediyorlardı. Demek Jülide'yi kaçırma amaçları periyi pusuya düşürüp yakalamaktı. Konuştukları sürece renksiz kızcağızı tamamen unutmuşlardı. Varlığımı belli etmek için gürültülü bir biçimde boğazımı temizledim. Kafalar bana döndüğünde müthiş bir teklif öne attım. "Çocuğu uyandırabilirim," dedim ve özgüvenle sırıttım.

Dudak bükerek baktı bana başkan. Sonra elini kaldırıp masaya yaklaşmamı emretti. "Nasıl yapacaksın bunu anlat bakalım."

"Köyümde horoz diye bilinirim. Uykudan kaldıramayacağım insan yoktur efendim. Belki namımı siz bile duymuşsunuzdur."

Olumsuz manada başını salladı. Konseyden biri öne çıktı. "Ben duydum! Evet geçen gün kaplumbağalardan öyle bir şey duyduğuma yemin edebilirim," dedi. Arkadaşları kıskanç bakışlarla izliyordu onu.

Hadi oradan, kafamdan uydurdum bu hikayeyi! Besbelli ki beni onaylayan sıska karganın amacı başkanın gözüne girmekti. İçimden kıs kıs gülerken dışımdan kaplumbağaların haber ağını beğeniyle övmeye başladım. Neden sonra bu meseleyi bedavaya halletmeyeceğimi laf arasına sıkıştırdım. Çocuğu uyandıracaksam elbette karşılığında istediğimi yapmak zorundaydılar.

Havuç burunlu karga sürüsü düşmanca gözetliyordu beni. Katiyen dost canlısı değillerdi. Pelerinli adamla yalnız görüşme yapmak istediğimi dile getirdim. Emir kulları salonu terk ettiğinde soğukkanlılığımdan ödün vermeyerek başkana şartımı sundum. Burada yerimin olmadığını ilk bakışta anlamıştım. İşte bu sebeple kafamdaki planı çabucak değiştirmiştim. Rahşan'dan duyduğuma göre yiyicilerin sarayında halihazırda hizmetçi açığı pek fazlaydı. Eğer istersem başkan bana orada bir iş ayarlayabilirdi. Zira obur yiyicilerle pek sıkı fıkı bir ilişkiye sahipti kendisi. Duyduğuma göre aralarından su sızmıyormuş. Şayet isterse beni kolaylıkla saraya sokabilirdi. Ne de olsa sarayda yalnızca renksizler hizmet edebiliyordu. Ah ben de bu iş için biçilmiş kaftandım.

Küçük balıklarla uğraşmaktan vazgeçmiş, yüzümü büyük balığa çevirmiştim. Jülide'yi kurtardıktan sonra harekete geçip yiyicilerin inine girecektim. Madem bana perilik rolünü biçmişlerdi, görevimi hakkıyla yerine getirmeliydim. Perihan Nine'nin gözü arkada kalmayacaktı.

12. Bölümün Sonu


Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *