Perilere İnanma-14

 14. Bölüm: Şeytanın Hakkı Kötek

Federasyon başkanı sağduyulu davranarak Jülide'yi serbest bırakmıştı. Verdiğim telkinler sayesinde uyuklayan çocuğun ona herhangi bir fayda sağlamayacağını anlamıştı. Ben de bu vesileyle yeni perinin reklamını yapmıştım. Kargalar tahmin ettiğimden daha korkaktı. Evvela sadık değillerdi. Güç ve iktidar kimdeyse onun peşinden gidiyordu bu muhbir sürüsü. Halihazırda yiyicilerin yardakçılığını yapıyorlardı. Perinin ülkeyi ıslah etmeyi amaçladığını duyunca etekleri tutuşmuştu tabii. Kuşkusuz ki savaşın ucu onlara da dokunacak, rahatları kaçacaktı.

Kudo'yla yaptığımız toplantı sonucunda ormanın içindeki şaşalı köşkün aydınlık ülkeyle bir bağlantısı olduğu kanısına varmıştık. Yakuzalara göre orası yiyici şatosunun bir yansımasıydı. Saraygil söylemi en başından beri koca bir efsaneydi belki de. Arazi şu an özel mülkiyet kapsamındaydı. Sahipleri alanı yüksek duvarlar ve tel örgülerle kapatarak uzun yıllar boyunca köylülerden sakınmıştı. Oraya izinsiz ayak basmak kanunen yasaktı. Böylelikle Anadolu'nun ücra bir köyünde gizliliklerini başarıyla sürdürmüşlerdi. Kudo'nun teorisine bakılırsa hakikat üç aşağı beş yukarı bu şekildeydi. Sonuçta öbür boyuta açılan geçitler insanlarca keşfedilmiyor, o toprakların güvenliği sağlanıyordu.

Yarın saraydaki ilk iş günüm sevgili dinleyenler. Heyecanlı mıyım? Belki biraz. Aslında daha çok merak içerisindeyim. Yiyicilerin inine girecek olmaktan kaynaklanan bir tecessüs bu. Neyle karşılaşacağımı ve ne tür manzaralara şahit olacağımı kestiremiyorum. Muğlak şeyleri sevmeyen biriyimdir ben. Bundandır ki düşmanımı iyi tanımak istiyordum. Rahşan'ın yaşı henüz çok küçüktü ve yaşadığı memleketin siyasi durumuna elbette hakim değildi. Öteki boyutla ilgili bütün ayrıntıları ancak Kara Amir'den öğrenebilirdim. Lakin Perihan Nine'yi son görüşümün ardından peçeli adam bir daha terasa uğramamıştı. Oysa ona çok ihtiyacım vardı. Uzun uzadıya açıklama yapmak Amir'e külfet gibi geliyorsa daha azına da kanaat edebilirdim. İnanın ülkenin yakın tarihiyle ilgili kısa bir bilgilendirme bile yeterliydi benim için. Heyhat, adam kayıplara karışmıştı!

"Ah Ebru keşke şu Japonlara uyup gitmesen! Sensiz ne yapacağım ben? Koca motelde elim kolum gibi oldun kızım," diye hüzünle konuştu Fatma yengem. Aynı anda üç fiili birden idare ediyordu. Hem benimle muhabbet ediyor hem patik örüyor hem de Hikmet'i dizlerinde sallayarak uyutmaya çalışıyordu. Bebek şu sıralar çok huysuzdu. İşi başından aşkın olan annesine rahat yüzü vermiyordu. "Maaşın az geliyorsa amcan arttırır. Gel beni dinle uyma şunların lafına."

"Çok abartıyorsun anne. Seni duyan da kız dünyanın bir ucuna gidiyor zannedecek." Konuşan patavatsız kişi Mahir'den başkası değildi. Kanepede gevşekçe oturmuşken kumaş boyamayla ilgili bir renk kataloğunu inceliyordu. Yengem 'sen sus' dercesine oğluna kaşlarını çattı. Ailecek birinci kattaki oturma odasındaydık. Fazıl ve Rıfat halıya uzanmış, yapboz parçalarını zemine yaymışlardı ve pür dikkat parçaları birleştirmeye çalışıyorlardı.

Sessizliğini uzun süre koruyan amcam ise koltuğuna yaslanmış, sütlü kahvesini yudumluyordu. Mahir'in çene çalması bitmek bilmeyince o da nihayet meseleye yorum yaptı. "Saraygillerin köşkünde çalışacağına hala inanasım gelmiyor," dedi. Ziyadesiyle gönülsüz görünüyordu. Şayet babamın iznini almamış olsaydım amcam motelden ayrılmamı asla kabul etmezdi.

"Aaa yapmayın ama böyle! Sanki motele bir daha hiç geri dönmeyecekmişim gibi konuşuyorsunuz. Kaç kez dedim size geçici bir iş, inşallah çok uzun sürmeyecek. Hem benim Severler Motel'e sadakatim sonsuz. Bu müesseseye ihanet etmem söz konusu olamaz."

"Senden yana şüphemiz yok kızım," diye karşılık verdi amcam. "Ama hiçbir giriş çıkışın olmadığı o yere tek başına gitmen içime sinmiyor. Üstelik iş verenlerini de doğru dürüst tanımıyoruz."

Mahir gözlerini ufalayıp hasetle beni süzdü. Pencereden içeriye sızan ışık huzmesi kel kafasını ampul gibi ışıldatıyordu. "Çekik gözlüler sayesinde köşeyi döndün be Ebru. Saraygil arazisine girdikten sonra şu kayıp adamı bulman çantada keklik. Eh tomar tomar para öderler artık sana. Ne güzel bir taşla iki kuş vuracaksın."

Yüzümü çirkin cadılar gibi kırıştırırken "Nazar etme!" dedim. Bacağımı uzatıp ayağımın ucuyla onu dürttüm. "Ebru ablanı birazcık örnek alsaydın şimdiye kadar çoktan düğün paranı toplardın. Elini çabuk tut kimyager. Biliyorsun, parasız adama kimse kız vermiyor."

"Paraymış, hah! Sizin gibi maddeci kızlar yüzünden erkekler evlilikten kaçınıyor. Düğünüydü, kredisiydi, borcuydu... O kadar masraf ve sorumluluğun altında ezilmekten korkuyor insan," diye hırsla parladı. Damarına bastığımın farkındaydım. Aşkın kutsiyeti, mutluluğun parayla satın alınamayacağı ve yürek zenginliğinin ehemmiyetine dair uzun uzadıya nutuk çekti kimyager. Dediklerine hak versem de aksini düşünüyormuş gibi bir tavır takındım. Böyle yapmam Mahir'in sinirlerini iyice hoplattı. Oh olsun işte! Onun yüzünden handiyse erikli bomba yiyecektim. Bana çektirdiklerinden sonra biraz da kendisi psikolojik buhranlara girsin canım.

Art arda ciyaklayan korna sesi aralık pencereden odaya rahatlıkla ulaşırken çocuklar pattadak ayaklandı. Fazıl gövdesini dışarıya doğru uzattı. Peşi sıra öbür oğlan takip etti kardeşini. "İbrahim Abi!" diye aşağıya seslendi Rıfat. Elini öyle şiddetli ve şevkle sallıyordu ki kolunun yerinden çıkmasından korktum. Şu tekinsiz belgeselciyi nasıl bu kadar çok sevdiklerini anlamış değildim. Aşk kuşuna dönen yönetmen güya çekeceği belgesel filmini bile unutmuştu. Nefise'nin etrafında pervane olmuştu. Mecnun misali köyde dağ tepe dolanıyordu.

Amcam kahve fincanını sehpaya bırakırken küçük Daltonlara seslendi. "Nedir bu şamatanız? Aşağıda neler oluyor?"

"İbrahim Abi'nin ailesi geldi baba."

"Çekilin bakayım," diyerek olaya müdahil oldum. Merakıma yenik düşüp pencereye yönelmiştim. Gözümle görmedikçe inanmayacaktım.

Rıfat şom ağzını araladı, "Ben biliyorum Nefise Abla'yı istemek için buradalar. Yönetmen abi telefonda konuşurken duydum," diye destekledi kardeşini.

"Tatile gelmişlerdir belki. Boş yere dedikodu çıkarmayın," dedim sertçe. Homurtulu sesim bozuk araba motorundan farksızdı. Mahir hemen karşı çıktı. "Bal gibi de istemeye geldiler. Ee ne de olsa adamın parası var, evlenmek hakkı tabii. Kapitalist sistemin adı batsın!"

"Oğluşum asma yüzünü öyle. Çok hevesliysen sana da bulalım helal süt emmiş bir kız. Evlenme niyetinde olduğunu bilmiyordum ki. Ne yalan söyleyeyim aklın fikrin hep bomba barutta olunca ben de etrafa pek bakınmadım."

Aile reisi amcam konuyu kapatmaları için seslice öksürdü. Yanında bu tür meselelerin rahatça konuşulmasından hoşlanmıyordu. Gelenler entelektüel şahsiyetlere benziyordu. Kadın da erkek de sade fakat pek hoş giyinmişti. Müşterileri karşılamak için amcamla beraber aşağıya, resepsiyona, indik. Küçük Daltonlar da bizi takip etti. Afacan kuzenlerim tahminlerinde haklı çıkmışlardı. Hakikaten İbrahim'in ana babasıydı bu iki yabancı. Kısa bir hoş geldinden sonra onlara yönetmenle aynı katta bir oda ayarladık. Yol yorgunu oldukları için istirahate çekildiler.

Öğle saatlerinin durgunluğundan yararlanıp motelden yarım saat uzaklaşırken Sevda Nine'nin evine uğramıştım. Sarayda bana gerekeceğini düşündüğüm bitki karışımlarını yanıma almak için ninemin çanak çömleğini karıştırdım. Hastalıktı musibetti dünyanın bin türlü hali vardı sonuçta. Küçük çuvalı tıka basa doldurdu köyümüzün şifacı kadını. Bunların çok fazla olduğunu söylediysem de itirazlarıma kulak asmadı. Huyu böyleydi işte. Ne zaman ondan bir şey istesem en az on katını veriyordu. Yolcu yolunda gerek moduna giremedim bir türlü. Zira ihtiyarcık beni hemen bırakmadı. Bardağıma sıcak çay döküp yine kötü sonlu bir mesel anlatmaya başlamıştı. Şu sevenleri bir kere de kavuştur be anacım! Ağla ağla gözümde akıtacak yaş kalmadı.

Allah razı olsun Sevda Nine sayesinde sıfırlarda gezen moralim eksilere düşmüştü. Karalar bağlayarak yanından ayrıldım. Köyün bozuk sokaklarında yürürken aklımda Nefise ve İbrahim vardı. İstemediğim halde kafamı malum konu kurcalıyordu. Öyle görünüyor ki bir yıla kalmadan evleneceklerdi. Peki bu durumun beni üzmesine ne demeli? Aşkları şimdiden bütün köyün dilinde dolanıyordu. Yönetmen boylu poslu bir adam olduğundan genç kızlar Nefise'ye gıpta ediyordu.

"Şşşt bana baksana sen!" diye kolumdan kavradı biri. Dalgınlığımdan ötürü aşırı tepki vermiş, dengemi son anda bulmuştum. "Amacın ne senin Ebru? Aramızdaki hasımlığın seni böyle bir çirkinliğe sürükleyeceğine dünyada inanmazdım. Aşkıma gölge düşürmek ha! Sevdiğim adamdan uzak duracaksın kızım, duyuyor musun beni?" Çatallı sesiyle sokağın ortasında bağırmaya başlamıştı Şahika.

"Ne saçmalıyorsun?" Bıkkınca nefes verirken kolumu ondan kurtardım.

"İnkar etmeye kalkışma. Adın Ercüment'in dilinden hiç düşmüyor," deyip düşmanca baktı bana. Bir bu eksikti! Çapkın muallimin entrikalarının ucu neden bana dokunuyor yahu?

"İyi dinle beni Şahika. Gereksiz kıskançlık krizlerinle uğraşacak vaktim yok. Dünya üzerinde bir muallim kalsa yine de dönüp ona bakmam. Bu konuda için rahat olsun şekerim," dedim umarsızca. Suratına bakmadan muhtar kızını geride bıraktım ve tıpış tıpış yoluma devam ettim. Çok fazla dizi izliyordu bu kız. Tamamıyla hayal dünyasında yaşıyordu. Ne yazık ki Şahika şahsıma bulaşmaktan vazgeçmedi. Gölge gibi arkamdan gelirken atıp tutmaya devam etti. Yol kesme konusunda Ercüment denen adamdan altta kalır yanı yoktu. Hakikaten tencere kapak misali birbirini tamamlıyorlardı.

Az sonra daha da ileri gitti. Ansızın boynuma asılmıştı. Yırtıcı hayvanlar gibi kolyemi çekince neye uğradığımı şaşırdım. Zincir tenimi kesmişti. Böyle bir vahşet beklemediğimden çığlık attım. Kolyeyi gözümün önünde sallarken "Bu ne o zaman?" diye hiddetlendi. "Ercüment'e ait bu. Sende ne arıyor bayan çok bilmiş?"

Beynim fokur fokur yanıyordu. Sonunda tepemi attırmayı başarmıştı. "Yeter yahu sabır da bir yere kadar. Deminden beri edebimle konuşuyorum. Madem insanca muameleden nasibin yok anladığın dilden konuşacağım seninle!" dedim on misli öfkeyle. Üzerine atılıp dişlerimi derisine geçirdiğimde artık ben, ben değildim. Kolunu bütün hıncımla ısırdım. O anki acı çığlıkları mutluluk senfonisi gibi geliyordu kulağıma. İçimin bütün yağları eridi diyebilirim. Eşarbımı tutmaya çalıştıysa da öbür bileğine asılarak elini saf dışı bıraktım.

Çocukken bana kötü davranan insanlara şeytan derdim. Annem ise çok kızar, bu ismi kullanmanın yanlış bir şey olduğunu söylerdi. Şu an düşünüyorum da cidden haklılık payım varmış. Şahika da küçükken şeytan diye adlandırdığım insanlardandı çünkü.

Kara Amir'in taşını Şahika cadısından geri aldıktan sonra onu yere ittim ve bacaklarıma kuvvet doğruca motele koştum. İlkokuldaki saçlı başlı kavgamızı yad etmek de varmış kaderde. Fakat bunu fazlasıyla hak etmişti. Asabımı bozmaktan özellikle zevk alıyordu. Motelin bahçe kapısından içeri girerken savaştan galip çıkmış şanlı komutanlar gibiydim. Biraz aç, biraz yorgun, biraz gururlu... Bahçede İbrahim'e rastlayınca suratımı gayri ihtiyari buruşturdum. Bugün kesinlikle şanslı günümde değildim. Baksanıza sevmediğim insanlar hep dibinde bitiyordu.

Onu görmezden gelerek seri adımlarla yanından geçtim. "İyi misin?" diye sorduğunda durmak zorunda kalmıştım. Başımı ona çevirdim ve yüzüne alık alık baktım.

"Üstün başın..." derken lafını nasıl devam ettireceğini düşünüyordu.

"Önemli bir şey değil. Sadece nefsi müdafaada bulundum," diye omuz silktim. Parmaklarımı eşarbıma götürerek el yordamıyla düzeltmeye çalıştım. Kim bilir dışarıdan nasıl gözüküyordu. Çabamın faydasızlığını anlayınca başörtümü olduğu gibi bıraktım.

Belgeselcinin bir şeyler söylemek istediğini seziyordum. Adamı yüreklendirmek için orada birazcık daha durdum. En nihayetinde boğazını küçük öksürüklerle temizledi. "Saraygillerin yanında çalışacağını duydum," dedi. Sesini ilgisiz tutmaya çalışıyordu ama ben aptal değildim. Merakının gayet farkındaydım. "Oradakilerle nasıl bağlantı kurabildin? Yani öyle bir yerde işe kabul edilmek kolay olmasa gerek."

"Evet kolay değildi. İnsanlar için iş bulmak ne zaman kolay oldu ki? Ancak takdiri ilahi işte. Gayret gösterince Allah nasip ediyor." Öğrenmeyi arzu ettiği her neyse benden duymayacağı kesindi. İbrahim'i bahçede bırakarak yukarı çıktım. Akşam yemeğinde yeni müşterilerimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Emine Hanım çok sevecen bir kadındı. Oğlu kesinlikle ona çekmemişti. Emekli müşavir olan İzzet Bey ise hanımından altta kalmayacak şekilde tatlı dilliydi. Ta İstanbul'dan gelen bu mutlu çift iyi eğitim almış, yerleşik hayatı benimsemiş, kültürlü insanlardı. Özgür ruhlu İbrahim ise tam bir göçebeydi. Kafasına estikçe yollara düşüp Türkiye'yi karış karış geziyormuş. Yönetmenlik mesleğinden pek memnun değildi ana babası.

Nefise'yle tanışmak için sabırsızlanıyordu Emine Hanım. Belli etmemek için çabalasa da birtakım kaygılar taşıdığı apaçıktı. İmam kızının güzel ahlakından ve köyde ne çok sevildiğinden bahsederek kadıncağızı teskin etmek istedim. Şaşırtıcı şey şu ki sözlerim hemen etkisini göstermişti. Ortamı yumuşatmaktan memnun bir vaziyette yemekhaneden ayrıldım.

Uyku saati gelince kapıyı kilitleyip terasın huzurlu kollarına bıraktım kendimi. Yarın büyük gündü. Göstermelik bir bavul hazırlamıştım ancak siz de hak verirsiniz ki bu renkli kıyafetleri öbür boyutta giyemezdim. Kaplumbağa Evi'nin sahibeleri sağ olsun yine imdadıma yetişmişti. Renksiz kıyafetler temin edeceklerdi bana. Sonraki günlerde yakuzaları da kendimle beraber aydınlık diyara götürme niyetindeydim. Lakin Rahşan hepimizi birden bariyerden geçiremezdi. Ayrıca altın kızı yakuzalara ifşa etmek istemiyordum. İşte bu nedenle Kara Amir'den yardım talep etmeye kararlıydım. Tünel zabıtası gibi etrafta dolandığına göre öbür boyuta geçmemizi sağlayacak aktif bir tünel biliyor olmalıydı. Ah bir ortaya çıksa bütün sorunlar çözülecek ama yok işte!

Yatsı namazını kılmanın ardından seccadenin üzerinde uzunca vakit geçirdim. Tespih çektim, Kur'an okudum, bolca dua ettim. Yiyicilerle yüzleşmek için manevi yönden kendimi hazırlamaya ve gücümü toplamaya ihtiyacım vardı. Huzur kaynağı olan ibadetler insanı sakin bir limana çeviriyordu. Ne elem ne de endişe kalıyordu. Çok daha iyi hissederek ayağa kalktığımda seccademi katlayıp çekmeceye koydum. Odamdan yastık ve yorgan alarak terastaki geniş kilime uzandım. Bugün yıldızları izleyerek dışarıda yatma niyetindeydim.

Uçsuz bucaksız gökyüzü başımın üstünde asılı duruyordu. Ve sanki parmağımı uzatsam yıldızlara dokunabilirdim. "Zorro," dedim fısıldayarak. "Uyudun mu? Senin de uykun kaçtı değil mi? Biliyorsun yarın gidiyorum. Keşke seni de yanımda götürebilsem. Belli mi olur belki de götürürüm."

Pikenin içinde kıpırdanırken sağıma dönüp dirseğimi yere dayadım. Siyah ceketli korkuluk bu şekilde tam karşımda dikiliydi. "Bana verilen görevi başarabilecek miyim sence? Yan karakter olmak ya da kimse tarafından sevilmemek umurumda değil. Ben sadece... O boyuttaki bütün mazlum insanlara yardım etmek istiyorum. İçimde öyle kuvvetli bir duygu var ki bilmem nasıl tarif edebilirim. Ne olduğunu anlayamadığım bir şey beni mıknatıs gibi aydınlık ülkeye çekiyor. Kendimi bu perilik görevine fazla kaptırdım galiba."

14. Bölümün Sonu


Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *