Perilere İnanma-21

 21. Bölüm: Kurban Ayini

Dokuzuncu kat.

Tavandan sarkan devasa boyutlarda kristal avizeler, lavanta kokulu koridorlar, cilalı ahşap mobilyalar ve kadife koltuk takımları... Yerde bordo renginde harika bir Afgan halısı serili. Her şey olabildiğince şaşalı ve abartılı. Yiyiciler rahatlarına düşkün yaratıklar olsa gerek.

Sarayın asık suratlı kahyasını takip ederken gözlerim bir sağa bir sola hareket ediyordu. Dokuzuncu katı bütün ayrıntılarıyla beraber hafızama kazımakla meşguldüm. Köyden dönmemin üzerinden üç gün geçmesine rağmen yiyicilerin katına ilk defa bugün çıkabilmiştim. Dile getirmedikleri bazı sebeplerden ötürü işe başlamamı ertelemişlerdi. Aslında son günlerde saraydaki birçok şey aksamıştı. Vaziyeti tahmin edebiliyordum. Perinin planladığı sözde baskına karşı savunma moduna geçmişlerdi. Hal böyleyken öncelikleri değişmişti. Alt katlarda köpek suratlı askerler dolaşıyordu. En ufak bir terslikte insanın üzerine atlayacak gibiydiler.

Şükür ki yakuzalara kalacak yer bulabilmiştik. Pek de misafirperver olmayan üç kız kardeş evlerinin etrafını zehirli yılanlar ve çeşitli tuzaklarla korumaya almıştı. Öteki boyuttan gelen davetsiz konukları kabul etmeleri hepimiz için sürpriz olmuştu. Kaplumbağa Evi aydınlık diyardaki en güvenli mekanlardan biriydi. Ve inanır mısınız saçları jöleli, takım elbiseli Japonlar ziyadesiyle hoş ağırlanıyordu. Kudo da İstanbul beyfendilerini aratmayacak şekilde kibardı. Bana sorarsınız çapkın lider, bekar kardeşlerden birini gözüne kestirmişti. Yakında düğün haberlerini alırsam hiç şaşırmam.

"Bugün önemli bir gün," dedi kahya kadın.

"Neden ki?" diye sorarken cahili oynadım.

"Yakında öğrenirsin." Çirkin bir gülümse kapladı yüzünü. Kahya her zamankinden daha kibirli ve şerli görünüyordu. Hayrımı istemediği apaçık ortadaydı. Buna rağmen sabahtan beri sahte bir nezaketle konuşuyordu. Dışarıdan ne kadar samimiyetsiz durduğunu keşke bilseydi.

Tünel zabıtası iltifat edercesine kafamın içinde konuştu. "Seni kurban edecekler Ebru," dedi.

"Ay Allah razı olsun! Çok iyi moral veriyorsun."

Akıbetimi tekrar etmesine hiç gerek yoktu. Yiyicilerin hain amacından elbette haberdardım. Kara Amir'in köydeyken Ercüment'e bahsettiği gibi yiyiciler şahsımı kurban etmeyi planlıyordu. Durum şu ki ölen üç muhafızın yerine başka halefler geçtiği gibi Periveş'in yerine de benim geçtiğimi düşünüyorlardı. İşin aslı şeffaf taş sayesinde o kızın yüzünü taşıyordum. Bunu bilmeyen yiyiciler için Periveş'le aramdaki benzerliğe başka açıklama getirmek pek mümkün değildi.

Ne var ki ilk kurban olmadığımı pekala biliyordum. Yıllardır Periveş'e az ya da çok benzeyen onlarca genç kızın canına kıymışlardı. Eğer Nefise bu boyutta yaşıyor olsaydı diğer kızlarla aynı sonu paylaşması işten bile değildi. Ama bunca zamandır köyde muhafızlar tarafından korunduğuna emindim.

Sonunda adımları yavaşladı kahyanın. Nereden geldiğini anlayamadığım renkli bir hizmetli göründü, el pençe divan önümüzde durdu. Aksi kahya kaşlarıyla beni işaret ederken "Onu hazırlayın," diye emir verdi. "Saat kuleleri öğleyi göstermeden işinizi bitirip Kristal Salon'a gelin."

Hizmetçi başını salladı. O da emir kuluydu bu yüzden zavallıya kızmıyordum.

"Umarım dokuzuncu kattaki yeni görevinden memnun kalırsın. Saray kurallarının dışına çıkmamaya çalış." Kahya beni samimiyetsizce selamladı ve aceleyle uzaklaşıp gitti. Dokuzuncu katı hemen terk etmişti. Neden sonra kız eğik başına kaldırdı, ifadesiz yüzünü bana çevirip soldaki uzun koridoru işaret etti. Onun rehberliğinde sakince yürüdük ve nihayet koridorun sonundaki kapının önünde durduk. İçeri girdiğimde bir düzine saray hizmetlisiyle burun buruna geldim. Hepsi gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Halka şeklinde etrafımı sardıklarında azardan tırsmaya başlamıştım. İşlerine koyulmadan evvel beni iyice ölçüp tarttılar. Tüyleri önce yolunacak sonra da kaynar suda haşlanacak gariban bir tavuk gibi hissediyordum.

Sonrası tam bir azaptı. İnce ve kuru kadın elleri beni o yandan bu yana çekiştirdi. Nice aşamalardan geçerken hanımlara uymaktan başka çarem yoktu. Etekleri yerde sürünen kabarık bir elbise giydirdiler. Eşarbımı çıkarmakta direndiğimden başıma elbiseyle aynı renkte simli bir örtü takmışlardı. Kafamı boncuklarla, parlak aksesuarlarla süslediklerinde bu kadar ağırlığı nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. Korkarım ki ayağa kalktığım gibi yana devrilecektim.

Mahir'in zehirli iksirlerine çok benzeyen yağlar, keskin kokular sürdüler. Burun deliklerim ağır kokularla tıka basa dolmuştu. İmdat nefes alamıyorum! Tepemde dumanlı tütsüler gezdirdikleri sırada Amir gönlünce dalgasını geçiyordu. İçinde bulunduğum durum en çok onu eğlendirmişti. "Gül bakalım Kara Amir Bey! Sarayı yıkıp peri koltuğuna oturursam ilk iş olarak seni sürgün edeceğim."

"Ne münasebet!" dedi beni taklit ederek. "Size gülmüyorum peri hanım. Aklıma komik bir şey geldi sadece."

"Tabii canım kesin öyledir. Şu mesele çözülsün benim de aklıma çok komik şeyler gelecek."

Hizmetçi topluluğu bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalışmayı sürdürüyorlardı. Yüzümü, ellerimi ve ayaklarımı boyadılar. Resmen insanlıktan çıkmıştım. Ayin için hazırlanan tuhaf yaratıklara benziyordum. Artık emindim, yiyiciler kesinlikle kafadan kontaktı. Madem öldüreceksiniz bari onurumla öldürün. İnsanların beni son görüşleri bu acayip kılıkta olmamalı.

Kızıl saçlı genç kız bileğimdeki ipi çekiştirince hemen atılıp hizmetçiye engel oldum. Amir'in pelerinine aitti ve onunla aramdaki iletişimin kopmasına izin veremezdim. Birkaçı inadımı kırmaya çalıştılarsa da başaramadılar. Israrlarım neticesinde bileğimi serbest bırakmışlardı. Dün akşam şeffaf taşı kolyeden kurtarıp maharetli bir keseye yerleştirmiş, sonra tekrar boynuma takmıştım. Bu şey görünmez özellikte olduğundan hizmetçiler kesenin varlığından habersizdi.

Saat kulelerinin öğle melodisini duymaya çok az vakit kalırken kahyanın bahsettiği salona doğru hareket ettik. Kristal Salon adının hakkını verircesine camdan, kristallerden ve aynalardan oluşuyordu. Ahtapot kollarını andıran birçok kolu vardı ve hepsi küçük, sonlu koridorlara açılıyordu. Her koridorun bitiminde tek kapı bulunuyordu. Kurban ayini nasıl bir şeydi işte onu bilmiyordum. Muhtemelen bu kapalı odalarla bağlantılıydı.

Nihayet beklenen an gelmişti. Saat kulelerinin sesini işitir işitmez salon hareketlendi. Gözleri görmeyen ihtiyar yiyiciler ansızın koridor başında belirdi. Her biri ayrı koridorlardan çıkmıştı. Kalabalığa doğru yürümeye başladıklarında ölüm sessizliği kaplamıştı dört yanı. Bütün hizmetliler aynı anda yere kapanmıştı. Korkudan mıdır saygıdan mıdır Allah bilir. Bir tek ben ayakta dikiliyordum. Adamların gözüne bakıp da taşa dönüşmekten tırsıyorlardı belki.

Çirkin yaratıklar toplamda dokuz kişiydiler. Başımı kaldırıp yüzlerine bakmamak için zor tuttum kendimi. Kahyanın gereksiz kurallarını çiğnemek istiyordum. Ancak oyunu usulünce oynamak için uslu bir kız olmalıydım. Yiyicilerin emri üzerine cemaat hep beraber doğruldu, ayaklanmalarına rağmen kafaları öne eğikti. Yılışık tellal sesini inceltebildiği kadar inceltti, anlamadığım bir dilde şarkı söylemeye başladı. Tiz mırıltıları kulak tırmalayıcıydı. İçerideki insan topluluğu yavaş yavaş dağıldı. Herkes salonu terk ediyordu. Belli ki törenin gerekleri yerine getiriliyordu. Yiyiciler bendenizi ortalarını alıp kusursuz bir çember oluşturdular. Tellalın zevksiz şarkısı artık hepten azap veriyordu bana. Allah'ını seversen sus be adam, kulağım kanıyor!

Nihayet tellal çenesini kapattı ve diğer görev arkadaşları gibi salonu terk etti. Çoktan öteki aşamaya geçilmişti. Şimdi ortamda yalnızca ben ve yiyiciler vardık.

"Amir orada mısın?"

Tünel zabıtasının sesini duymak için nefesimi tuttum. Konuşmasını yahut küçük önemsiz bir söz söylemesini bekledim. Deminden beri susması ve hiç yorum yapmaması beni şüphelendirmeye başlamıştı. Düşmanlarımın ortasında savunmasız hissetmek istemiyordum. Bu duygu beni sinir ediyordu. Daha cesaretli ve soğukkanlı bir tavır almalıydım.

Amir'e birkaç defa daha seslendim. Katiyen karşılık vermiyordu. Bu sessizlik hayra alamet değildi. Ah dertli Ebru gerçekle yüzleş! Kafamın içindeki adam yok olmuştu ya da kim bilir belki beni terk etmişti. Oysa bugünü planlarken böyle bir şeyden hiç bahsetmemiştik. Güya sonuna kadar anca beraber kanca beraberdik.

Derin bir nefes aldım. Başımın çaresine bakmam gerekiyordu. Eklemleri deforme yaratıklar aralarındaki mesafeyi arttırırken halkayı genişlettikçe genişlettiler. İyice birbirlerinden kopmuşlardı. Hepsi ayrı ayrı Kristal Salon'daki koridorlara yöneldi. Kendi paylarına düşen kapının önünde durmuşlardı.

Gizemli kapıları araladıklarında odaların bağrından her biri tek renkte güçlü ışıklar dışarıya saçıldı. Kırmızı, mavi, yeşil, sarı, turuncu... Hazine sandığının kapağı açılmış gibiydi. Gözlerim öyle kamaşmıştı ki göz kapaklarımı sımsıkı yumdum. Hiç kuşkusuz odalar renk depolarıydı. Yiyicilerin insanlardan çaldığı renkler Kristal Salon'un bu küçük odalarında saklı tutuluyordu. Tenimi ateş basmıştı. Bedenim santim santim yanıyordu. Hayır şu sırada gözümü aralamam mümkün değildi. Zira kör olmaktan korkuyordum. Yiyicilerin neden âmâ olduklarını çok iyi anlamıştım. Açgözlülüklerin kurbanıydılar. Daha fazla renk, daha fazla ışık... Ellerinin altındaki büyük enerjiyi zapt etmek kolay değildi.

Etrafımda muazzam bir hareketlilik söz konusuydu. Görmüyor olabilirdim fakat duyumsuyordum. Mahşer kalabalığının ortasına düştüğümü sandım.

"Özür dileriz," dedi yaşlı ve yorgun bir kadın sesi. Ardı sıra onu başka sesler takip etti. Kulağımın dibinde onlarca hatta yüzlerce insan konuşuyordu.

"Sana zarar vermek istemezdik. Ancak efendilerin emirleri dışına çıkamayız."

"Ah ne korkunç bir hayat! İnan bize seni yakmak istemezdik. Gücümüzü bu şekilde kullanmaktan nefret ediyoruz."

"Biz katil değiliz."

"Affet."

Tahminimde haklı çıkmıştım. Yiyicilerin en büyük güç kaynağı renkler değil ışıklardı. Bu yetenekli insanları emirleri altına almışlardı. Kötü emellerine ulaşmak için tutsaklarını köle gibi kullanıyorlardı.

Ölümle burun buruna gelmişken tam da o an içimden geldiği gibi konuşmak istedim. Öldürmeden evvel özür dilemek ya da pişmanlıklarını dile getirmek onları suçsuz kılmazdı. "Rahşan adında tanıdığım bir kız var ülkenizde. O da ışığa dönüşebilen özel insanlardan. Ama hayır onu özel yapan şey ışığa dönüşebilmesi değil. İnandığı gerçekleri var, yanlışı yanlış olarak biliyor. O kız sevdikleri uğruna canını tehlikeye atıyor," dedim. Jülide'yi kargaların elinden kurtarabilmek için boyutlar arasında yolculuk yapıp köye gelmiş, benden yardım istemişti. Muhbirlerin veya yiyicilerin geniş nüfusu onu hiçbir zaman korkutmamıştı. Tutsak düştüğüm zaman federasyon binasına kadar girmişti. Sayısız kez bariyeri aşmıştı.

"Yiyicilerin sizi esir ettiğini biliyorum.  Ancak şu cani yaratıklara uymak zorunda değilsiniz. Aydınlık diyara barış gelmesi için sizin de yardımınız gerekli. Kristal Salon'da birçok genç kız kurban edildi. Yanıldığınız bir nokta var sizler aslında içinizdeki iyiliği öldürüyorsunuz. Yiyici işgalinden önceki hayatınızı bir düşünün. Üzerinden çok uzun vakitler geçti ama eski günlerinizi hatırlayabilirsiniz. Aileniz vardı, komşularınız, arkadaşlarınız. İnsanlar eskiden renksiz değildi. Kimse onlardan hayatlarını ve mutluluklarını çalmamıştı. Lütfen bana kulak verin. Ülkenizi kurtarmak için doğaüstü güçlere sahip bir periye ihtiyacınız yok. Yiyiciler adına çalışmak zorunda değilsiniz. Rahşan gibi dostları uğruna cesurca savaşan ışıklar olabilirsiniz."

"Ama... ama biz lanetlendik. Sahte güneşten kaçamayız," diye itiraz ettiler. İçinde bulundukları halden üzüntü duydukları apaçıktı.

"O işi bana bırakın. Söz veriyorum sizi kurtaracağım."

Tam vaktinde müthiş bir seda işittik. Mahir'in zamanlaması mükemmeldi. Patlama veyahut zelzele... Öyle ki altımızdaki zemin zangır zangır sallanıyordu. Tenimi yakan yoğun enerji bir miktar azalmış ve hatta yumuşamıştı. Işık insanlar, bana inanmıştı. Sözüme güvendikleri için çok mutluydum. Kör yiyiciler sarsıntıların şiddeti yüzünden bütün algılarını yitirmiş olmalıydılar.

"Efendiler bizi kilit altında tutmak için kapıları kapatmaya çalışıyor," diye rapor verdi biri. "Fakat zemindeki korkunç dalgalanmalar yüzünden hareket edemiyorlar. Onlar durağan varlıklar. Harekete karşı çok hassastırlar."

"Harika! Bu bize zaman kazandıracak. On dakikaya yakın bir süremiz var. Beni salondan çıkarabilir misiniz?"

Aynı anda hafif bir dokunuş hissettim. Biri koluma girmişti. Rahşan'ın beni motel terasından alıp gökte uçurduğu zamanı andırıyordu biraz. Onun rehberliğinde yürümeye başladım. Gözlerim hâlâ kapalıydı ve etrafımdaki ışıklar halen çok kuvvetliydi. Kör olmama neden olacak kadar.

"Çıktık," dedi sakin kadın sesi. Taşıdığım abartılı elbiseyle yürümek işkenceden farksızdı.

"Bana toprak ve su lazım. Etrafta öyle bir şey görüyor musun?" derken dokuzuncu katı zihnimde canlandırmaya çalıştım. Sabah kahya kadının peşine takılıp bu katı ayrıntılıca gezerken bir yerlerde saksı görmüştüm. Yanılıyorsun Ebru saksı değil gözcü çiçekler! Evet hatırlıyorum. Merdiven başında sıra sıra dizilmişti.

Işığa gözcü bitkileri tarif ettim ve beni merdivenlere götürmesini rica ettim. Saray yıkılırcasına sallanırken gözü kapalı yürümek gerçekten güçtü. Neyse ki biz ilerdedikçe keskin parlaklık cılızlaşıyordu. Hatta merdivenlere vardığımızda göz kapaklarımı azıcık aralamayı bile denedim. Sanırım bu konumdan öte tehlike yoktu. Gözlerimi artık açabilirdim.

Boynumdaki görünmez keseyi aldım ve elimi çabuk tutarak parmaklarımı içinde gezdirdim. Küçük yuvarlak tohum nihayet parmak ucuma gelirken neşeyle gülümsedim. Merhaba Jülide! Geriye sadece kızcağızı uyandırmak kalıyor. Gözcü çiçeğini avuçlayıp bütün gücümle çektim, köküyle beraber büyük saksıdan çıkardım. Evet toprak nihayet temizdi. Tohumu toprağa ekmenin ardından güzelce suladım. Saniyeleri takiben büyüdü, büyüdü ve koca bir ağaca dönüştü.

Yeşil saçlı, uykucu Jülide'ydi bu! Koca boyut onun sayesinde kurtulacaktı. Ah uykunla bile insanlara hayrın dokunuyor çocuğum. Evet sayın dinleyenler Ruh Gözü'nü aydınlık boyuttaki en karmaşık yerde saklamıştım. Jülide'nin kabarık saçlarında. Kızın minik sincap arkadaşı bekçi diye dikilmiş, her ihtimale karşı taşı koruyordu. Böyle yapmak çok sonradan aklıma gelmişti. Küçük kızı federasyondan kurtarırken saçları fazlasıyla dikkatimi çekmişti. İçine bütün dünyayı saklayabilirdiniz.

Kesedeki şeffaf taşı kullanarak uyuklayan kızın tekrar tohum formunu almasını sağladım. Bana eşlik eden kadını göremesem de yakınımda olduğunu hissediyordum. Dokuzuncu katta neredeyse hiç kimse kalmamıştı. Saray görevlileri canının derdine düşüp oraya buraya kaçışmış olmalıydı. Zaten önceden baskını ilan ettiğimiz için herkes diken üstündeydi. Kaçmaya fazlasıyla meyilliydiler. Ancak yiyiciler kendine gelmeden evvel salona geri dönmem lazımdı. Bu yüzden adımlarımı hızlandırdım.

Yolun yarısına ulaşmıştım ki kabih suratlı kahya birdenbire karşıma çıktı. Bana doğru adım adım yaklaştı. "Senin işgüzar bir hain olduğunu daha en başından anlamıştım!" diye bağırırken elini kaldırıp yüzüme sille indirmeye yeltendi.

Kolunu havadayken tuttum. Kaşlarım çatılmış, sesim gayri ihtiyari sertleşmişti. "Hain mi? Kimmiş hain? Hayatta kalabilmek için ükesinin zavallı halkına sırtını dönen mi yoksa insanlara renklerini geri vermeye çalışan mı? Söyle bakalım hain sen misin yoksa ben miyim?"

"Hah, çok aptalsın! Her koyun kendi bacağından asılır. Bir avuç zavallı için neden hayatımı mahvedeyim?"

"Öyleyse yanlış seçim yaptığını söylemek zorundayım. Tebrikler hayatını mahvettin. Seni de efendilerini de hak ettiğiniz yere yollayacağım."

Dudakları korkuyla titredi. Sanırım ilk defa işin ciddiyetini kavramıştı. Beni yeni yetme bir hizmetçi sanması onun kabahatiydi.

"Süre dolmak üzere. Salona dönmeliyiz." Yol arkadaşım kulağıma uyarı mahiyetinde fısıldadı. Işık formunda olduğu için kahya onu göremiyordu.

Dikkatim dağıldığından aksi kadın şimşek gibi hızlı hareket etmiş, kolunu hemen kurtarmıştı. "Az önce bitkiye yaptığın şeyi gördüm. Taşları burada saklıyorsun değil mi?" derken boynumdaki görünmez keseyi avuçladı ve tek hamlede çekip aldı. "Bunu efendilere verdiğimde oldukça hoşlarına gidecek. Beni sarayın yok yok boyutun en büyük yetkilisi yapacaklarına eminim."

Muradına eremedi. Arkasına dönüp bir iki adımcık attığında aniden yüzüstü yere kapaklandı. Işık dostum ona çelme takmıştı ve böylelikle kese elinden düşmüş, ileriye sekmişti. Koşar adımlarla gidip taşları yerden aldım. Bu görünmez şeyi sadece ben algılayabiliyordum. Kaplumbağa Evi sahibeleri muhteşem yeteneklere sahipti. Fazlasıyla kullanışlı gereçler tasarlıyorlardı. Keseyi bana ödünç verme teklifi de bizatihi onlardan çıkmıştı.

Üzerimdeki elbisenin uzun kuyruğunu yırttıktan sonra kumaş parçalarıyla kadının elini ayağını bağladım, ağzını kapattım. Görev başarıyla tamamlanana dek burada uslu uslu beklemek onun yararına olacaktı. Gözlerimi tekrar sımsıkı yumdum. Kristal Salon'a geri döndük. Az bir vaktin ardından sarsıntılar da kesilmişti. Mahir sarayı ancak bu kadar çalkalayabilirdi. İtiraf etmeliyim ki yaptığı kesinlikle büyük bir başarıydı. Süt kardeşim kedi olalı ilk defa bir fare tutmuştu. Onu takdir ediyordum. Sahte deprem ayrıca birtakım özel dalgalar yaymıştı. Bu spesifik frekanslar sadece yiyicilerin algılayabileceği nitelikteydi. Uyku ilacı gibi işlev gören dalgalar sayesinde yiyicilerin kafası hoş olmuştu.

Kurban ayini kaldığı yerden devam etti. Çevremi saran dokuz yaratık da ayılmıştı artık. Her şeyi tıpkı bıraktıkları halde sanmaları büyük yanılgıydı. Işık formundaki insanlar çaresizlik psikolojisinden sıyrılmış, perinin safına geçmişti. Beni yakıp da ruhumun bir yerinde bulunduğunu sandıkları güçlü enerjiyi yiyicilere sunmayacaklardı. Öncelikle şu konuda anlaşmalıydık. Ben Periveş değildim. Taşıdığım harikulade yüz bana kesinlikle cazibeli gelmiyordu.

Ruh Gözü. Periveş'in biricik taşı eşi benzeri bulunmayan bir özelliğe sahipti. Bu kapkara taşın içinde başka bir boyut saklıydı. Genişliğini veyahut mahiyetini kimse hayal edemiyordu. Boyutun tapusu benim elimdeydi, zira Ruh Gözü'nü bizzat Perihan Nine'den teslim almıştım.

Kara taşı iki parmağımın arasında sımsıkı tutarken kolumu havaya kaldırdım. "Ey ışık halkı!" diye gür bir sedayla seslendim. "Gelin özgürlüğünüze kavuşun. Ruh Gözü bir kapı. Haydi o kapıdan içeri girin. Sizler için orada korunaklı bir dünya var. Esareti hak etmiyorsunuz."

Bütün ışıklar kurtuluşa açılan kapıyı görmüştü. Dört bir yandan taşa yöneldiler. Ruh Gözü hepsini emdiğinde ortalık zifiri bir karanlığa erdi. Kristal Salon solmuştu. Yiyici sarayı yegane enerjisini yitirmişti. Sahte güneş artık işlev göremezdi. Amir'in boyutu yıllardan sonra ilk defa geceye şahit oluyordu.

21. Bölümün Sonu


Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *