Perilere İnanma-11

 11. Bölüm: Ruh Gözü

Mahir'in zihin bulandıran kimyasal iksirlerini kullanmadan tamamen hür irade ve berrak bir akılla nasıl oldu da bu maceraya atıldım? Görünürdeki tek sebep Perihan Nine'nin başına ne geldiğini öğrenme arzumdu. Eminim ki Sevda Nine bu soruya kader diye cevap verirdi. Göz kapaklarını sükunetle indirir "Bu senin kaderin kızım," der ve sonra bana ibretlik bir mesel anlatırdı.

Burkulmaya fazlaca müsait olan sağ ayağım yine ters bir hareketle yana kıvrıldı. Bileğimin acısı yüzünden vızır vızır inledim. Önümü doğru düzgün görememek çok can sıkıcıydı. Yol arkadaşlarımdan da herhangi bir ses çıkmıyordu. İkisi de anlaşmış gibi tek laf etmiyordu. Şehirler arası yolcuklarda ilahi kasetlerini eskiten Severler ailesinin tipik bir üyesi olan ben Ebru Severler, alışık değildim bu türde sessizliğe.

Biraz teknik bilgi vermek gerekirse tünelin yüksekliği yaklaşık iki metreydi. Duvarlar tahtayla döşenmişti. Bize rehberlik eden malum cücenin ise rende gibi delik deşik bir suratı vardı. Ayın kraterlerine de benzetilebilirdi görüntüsü. Özetle yerin altındaki loşlukta suratı oldukça ürkütücüydü. Küçük yaratık her on metrede bir parmağını şıklatıyordu. Böylece duvardaki meşale türevi ışık kaynakları çalışıyor, tüneli zayıf bir ışıkla aydınlatıyordu.

Cücenin Kara Amir diye hitap ettiği pelerinli adamla birlikte tüneli kullanarak Rahşangillerin boyutuna geçmeye niyetlenmiştik. Perihan Nine'nin esrarengiz biçimde ortadan kaybolması konusunda peçelinin de bir bilgisi yoktu. Ama yaşlı kadının öbür boyuta gittiğini düşünüyordu. Makul şüpheleri vardı sanırsam. Ninemi nereden tanıdığını sorduysam da yanıt vermedi. Aslına bakarsanız beni kulübede bırakma niyetindeydi Kara Amir. Yanlarında gelmemi hiç istemiyor ve bunu gözüme sokarcasına belli ediyordu. Yolculuğun tehlikeler barındırdığı konusunda doğrudan şahsımı uyarmıştı. Ne var ki inadımdan vazgeçmemiş, beni de götürmeleri için yemin billah etmiştim.

Rende suratlı ifridin bahsettiği mezar hırsızları besbelli ki çok maharetliydiler. Böyle bir tüneli kazmak kolay iş değildi. Nihayet tünel seferi sonlandığında açık havaya çıkabildiğim için şükrettim. Rahşan'ın aydınlık ülkesine kazasız belasız varmıştık. Kafamı kaldırdığımda gökyüzündeki sahte güneşi görebiliyordum, diğer bir deyişle yiyicilerin şatosunu. Kentleşme dalgası henüz buraya yayılmamıştı. Başımızı çevirdiğimiz her yer yeşildi. Sınırları cetvelle çizilmiş gibi görünen tarlalar ufka doğru uzanıyor, bereketli topraklardan meyve ve sebzeler fışkırıyordu. Az ötemizdeki ayçiçeği tarlasını hayranlıkla temaşa ettim. Gök mavi, hava temizdi. Yeşil ülkenin halkı hakikaten şanslı insanlardı.

Manzarayla oyalandığım sırada Amir tüneli yok etmek için çoktan harekete geçmişti. Cebinden bilye şeklinde bir avuç dolusu camsı küçük cisimcikler aldı ve hepsini dosdoğru tünelin girişine fırlattı. Cüce ise adamın elini eteğini öpüyor bu işten vazgeçmesi için yalvar yakarıyordu. Esasen lafının umursandığı yoktu. Sonuç karşısında feryat figan etti zavallı. Bilyelerin sebep olduğu bir dizi reaksiyondan sonra fokurdama sesine benzer acayip homurtular kulağımızı tırmaladı. Altımızdaki zemin sarsılmaya başlamıştı. Vuku bulan patlama çok şiddetliydi. Toprak gözümüzün önünde içeriye çökmüş, tünel kullanılmayacak hale gelmişti.

Korkudan ne yapacağını şaşıran cüce "Mezar hırsızları canıma okuyacak," diye tırnaklarını yiyordu. Peçeli adam belediye memuru gibi ruhsatsız tünelleri kapatmakla görevliydi herhalde.

"Neden titriyorsun?" diye yokladım yanımdaki garibanı.

"Kara Amir geçen seferki tüneli imha ettiğinde mezar hırsızları ceplerindeki bütün altınları harcayarak bu tüneli kazmışlardı," dedi. Yere çöküp dizlerini dövdü. "Vah talihsiz başım! Benim yüzümden iflas ettiler. Eyvah ki ne eyvah! Beni bu diyarda sağ koymazlar artık."

Omuz silktim ve "Sen de belediye memuruna yakalanmasaydın canım," dedim. Kendin ettin kendin buldun. Efendi efendi dişini çektirip memleketine geri dönmeliydin. İki kuruş için cin peri peşine düşersen olacağı bu.

Zırıl zırıl ağlarken onu teselli etmemizi bekliyordu. Ne ben ne de Amir kolumuzu kıpırdatma zahmetine girmedik. Zira cücenin suratından fesatlık akıyordu. Nitekim istediği ilgiyi alamayınca ağlamaktan vazgeçmişti. Başını kaldırıp sağını solunu sıçan edasıyla kontrol etti. Bahsettiği hırsızlar gelmeden tüymeyi düşündüğü çok açıktı. Bize veda etme kibarlığında bile bulunmadan ormana kaçtığında arkasından boş gözlerle baktım. Aksiyonlu bir olay gerçekleşmeden cüceyle yollarımızın ayrılması iyiydi. Baş ağrısına sebep olmadığı için sevinmiştim. Belalı tiplerle karşılaşmak sık yaşadığım bir şeydi. Bu yüzden nereden ne çıkacağını çoğunlukla kestiremiyordum.

Amir'in ayçiçek tarlasının ortasından geçen toprak yola saptığını fark edince koşmaya başladım. Beni bu yabancı diyarlarda bırakıp gidiyor olamazdı! Kısa sürede ona yetiştim neyse ki. Peçeli adamın koca adımlarına ayak uydurmak hiç kolay değildi. Beni maratoncu mu sanıyordu acaba? Nefes nefese kalmak pahasına da olsa yürüyüşüne uyum sağlamıştım.

Boğazımı seslice temizlerken temkinli bir şekilde konuştum. "Amir Bey bir sualim olacaktı size."

Bizde devlet memurlarına hürmet vardır. Hanım deriz bey deriz. Yeri gelir soframıza davet ederiz. Lafım üzerine kafasını bana doğru ağır ağır çevirdi tünel zabıtası. Büründüğü siyah kıyafetler yüzünden gözlerini dahi göremiyordum. "Kaplumbağa Evi'nin nerede olduğunu biliyor musunuz? Orada tanıdıklarım var. Bize yardım edebilirler," dedim.

Sessizlik.

"Perihan Nine'nin izini bulmak için söylüyorum yani. Duyduğuma göre memleketinizde kaplumbağalar istihbarat gibi çalışıyormuş. Tabii siz daha iyi bilirsiniz bu işleri," diyerek ne kastettiğimi hızlıca açıkladım. Duvarla iletişim kurduğumdan şüphelenmeye başlamıştım ki nihayet bir kelam etti.

"Taş hâlâ sende mi?"

"Anlamadım?"

"Gördüğün rüyadan sonra beni hatırlamış olmalıydın."

Yürümeyi kesmişti. Terasta yorgunluktan sızarken gördüğüm gündüz düşünü anımsadım o sıra. Yüzünü gökteki sahte güneşe çeviren ayçiçeklerini kuşkulu bir bakışla kontrol ettikten sonra hızla önüme döndüm. Casus edasıyla bir adımcık yaklaştım karşımdaki şahısa. Elimi ağzımın sağ tarafına siper ederek "Geyik?" diye şifreli bir kod gönderdim. Bakalım aynı şeyden mi bahsediyorduk?

Başını yavaşça salladı ve onay verdi. Bütün heybetiyle tepemde dikilirken gölgesi üzerime düşüyordu.

"O sadece bir rüya değil miydi?" derken hayret ettim.

"Rüya olmadığını biliyorsun."

"Son günlerde herkes bir şeyler bildiğimi söylüyor. Yeter yahu! Benim bilmediğim ne biliyor olabilirim? Cidden merak ediyorum oradan bakınca psikolojisi bozuk bir insan gibi mi duruyorum?"

"Hayır. Ben çok akıllı bir kız görüyorum karşımda." Sesi ilk defa sempatik ve sevecen çıkmıştı. Şu an ciddi bir mesele tefekkür ediyoruz Kara Amir Bey. Siz görev başında bir devlet memurusunuz. Böyle sözlerle beni utandırmanın sırası mı şimdi?

Konuyu değiştirmek için parmaklarımın ucuyla boynumdaki kolyeyi kavradım. Şeffaf taşı bana emanet eden pelerinli kahraman demek oydu. Rüyamdaki geyikler gerçekti öyleyse. Küçükken yaşadığım ve büsbütün unuttuğum bir olayı yıllar sonra pat diye hatırlamam çok garip değil miydi? Ormanda rastladığım kahraman kostümlü Amir'i çocuk aklıyla Zorro sanmıştım. Önceki hali Zorro'yu andırmıyor da değildi. Ne var ki şimdi hiç de öyle görünmüyordu. Giydiği siyah kıyafetler daha başkaydı. Alnı ve elleri artık açıkta değildi. Ten rengine dair hiçbir şey seçilmiyordu. Parmaklarını saran siyah eldiven tenini ustaca saklamıştı. Neden kara kumaşlarla bu kadar sarıp sarmalanmıştı ki?

Kolyeyi boynumdan çıkarıp taşı zinciriyle birlikte asıl sahibine uzattım. Fakat geri çevirdi. "Sana lazım olacak. Bir süreliğine daha sende dursun," dedi. Ardından pelerinin kenarından tuttu ve çarşaf gibi genişçe açtı. Küçükken bu pelerinin içine girerek iki saniyede ormandan çıkmıştım. Işınlama aracıyla aynı işleve sahipti herhalde.

"Geri dönme vakti." Esrarlı pelerini gözünün ucuyla işaret etti.

"Ama Perihan Nine ne olacak?"

"Merak etme o güvende. Cüce bugün ortalığı baya karıştıracak. Mezar hırsızlarından korktuğu için şimdi doğruca yiyicilere gidiyor. Perinin yerini bulduğunu söyleyerek onların himayesine girmeye çalışacak."

"Perihan Nine burada değil mi yani?"

"Hayır, sadece cücenin öyle bilmesini istedim."

Kafasının içinde nice planlar ve hesaplar döndüğünü tahmin etmek güç değildi. Önümüzden sarı benekli bir kaplumbağa uyuşukça geçtiğinde acele etmem gerektiğini kavradım. Zira bu radyo-kaplumbağaların ağzından bakla ıslanmazdı. İletişim ve haberleşme ağları inanılmaz hızlıydı. Kararsızlığıma rağmen pelerine doğru yürüdüm. Nereye açıldığını bilmediğim bir kapıdan geçiyormuş gibi tedirgindim. Gözlerimi yumup s harfini vurgulayarak besmele çekmiş, kendimi hadiselerin akışına bırakmıştım.

Birkaç saniye sonra Severler Motel'in terasındaydım. Midem bulanır korkusuyla sımsıkı yumduğum gözlerimi aralayınca karşılaştığım karanlığa ilkin mana veremedim. Gündüzden geceye geçiş yapmak dengemi altüst etmişti. Rahşan iki boyut arasındaki vakit farkının yiyicilerin şatosundan kaynaklandığını söylemişti.

Yalnız değildim. Hayır Amir'i kastetmiyorum. Terasta üçüncü bir kişi vardı. Perihan Nine yengemin minderli bahçe sandalyesinde iki büklüm vaziyette kendinden geçmişti. Belli ki uyuklar halde uzunca bir süredir orada oturmuştu. Kara Amir, kadıncağızı uyandırmak için harekete geçtiğinde adamın yaklaştığını hissetmiş gibi hemen gözlerini açtı. Önce ona sonra da bakışlarını kaydırarak bana baktı. "Ebru," diyerek beni yanına çağırdı Perihan Nine. Hem bitkin hem de her zamankinden daha dinç görünüyordu. Hastalığın ve ihtiyarlığın arkasında saklanan güçlü iradesi şu halde suratındaki her çizgiden okunuyordu.

Birbirimize ana kız misali hasretle sarılırken zorlukla ayrılabildik. "İyi misin Perihan Nine? O kurnaz cüce sana bir zarar vermedi ya?" diye sorup azalarını endişeyle yokladım.

"Çok şükür sıhhatim yerinde kızım," demenin ardından kaygımı söndürmek için ellerimi avuçladı. Amir yaşlı kadınla aramızda geçen diyaloğa hiç katılmadan bizden birkaç metre uzakta duruyordu. Buradan gidecek gibi de görünmüyordu. Bana gelince beynimdeki yangının alevleri hala kızgındı. Kafamdaki soru işaretlerine yanıt bulmadan rahatlamayacaktım.

"Kulübedeki cüce senden yaşlı peri diye bahsetti. Yiyiciler, ormandaki boyut ve tuhaf özellikleri olan bütün o insanlar... Hepsinin anlamı ne ninecim? Kafam öyle karışık ki."

"Ah Ebru inan aynı kafa karışıklığı bende de var yavrum. Şu an motelinizde bulunma sebebim tam da o boyutla alakalı," deyip başını önüne eğdi. Gözleri yaşarmıştı. "Senle vedalaşmadan gitmek istemedim."

Bunun bir veda buluşması olduğunu daha en başından beri sezmiştim. Ayrılığı kabullenmek istemediğimden o düşünceyi zihnimden uzaklaştırmıştım. Göğsümün ortasına koca bir ağırlık otururken üzüntümü saklayamadım. "Nasıl yani? Nereye gidiyorsun?" diye sordum.

"Yerimi öğrendiler. Çok uzaklara gideceğim. Deniz aşırı ülkelerden birine belki, başka bir kıtaya."

"Ama neden?"

"Peri lafını son zamanlarda çok sık duyduğunu biliyorum. Aslında," dedi ve iç çekti. "Peri diye bir şey yok Ebru. Hiç olmadı. Yiyicileri korkutmak için uydurulmuş bir efsane bu. Yüzyıllarca işe yaradı da. Fakat akıllandı o aptal oburlar. Onlara karşı yeni bir plan yeni bir strateji geliştirmemiz gerekiyor. Bu iş için ancak sana güvenebilirim. Sen ülkemi koruyabilecek yegane kahramansın. Başaracağına inanıyorum kızım. Biliyor musun öyle çok özledim ki vatanımı. Doğup büyüdüğüm toprakların hasretiyle yıllarca yanıp tutuştum. Yiyicilerin eline geçmemek için evet sırf o toprakların selameti için güvenlik çemberinin dışına çıkamadım. Ülkemin son umuduydum. Yiyiciler beni ele geçirirse ülkeyi tamamen talan ederler. Ama eğer görevi sana devrettiğim öğrenilirse. Yani yeni perinin sen olduğu duyulursa işler o zaman değişir."

Boynuna taktığı küçük keseyi ortaya çıkarırken kadife kesenin ağzını usulca açtı. Bendekine çok benzeyen fakat şeffaf değil bilakis simsiyah olan bir taş vardı içinde. "Güç ve ihtiras insanoğlunun basiretini kör ediyor. Bu taşın ismi Ruh Gözü. Artık onu muhafaza edecek kişi sensin Ebru. Canın pahasına da olsa korumalısın, eğer Ruh Gözü yiyicilerin eline geçerse ülkem yok olur."

Taşı emanet almak için elimi açacak cesareti kendimde bulamadım. Hatta bir adım geri çekildim. "Ben... Ben kahramanlık vasıflarına sahip biri değilim. Ne yapmam gerektiğini dahi bilmiyorum."

"Hayır hayır. Ruhundaki cevherin farkında değilsin kızım. Endişelenme. Amir sana her konuda yardım edip bilmen gereken ne varsa anlatacak."

Yiyicilerin peşime düşeceklerini, bundan sonra beni rahat bırakmayacakları söyledi. Ancak Kara Amir gözünü üzerimden ayırmayacakmış. Periyi korumakla görevliymiş. Perihan Nine'nin kendinden emin açıklamaları sayesinde yüreğime sekinet inmiş, yavaştan ikna olmuştum.

"Peki," dedim duraksayarak. Yaşlı periye sorduğum son sualdi bu. "Peki Zorro'ya ne olacak?"

Gülümsedi ninem. Gözlerinde anlamını çözemediğim ışıldamalar oldu. "Korkuluk sende kalabilir. Terasındaki bitkilerle iyi geçinir."

Amir'e de veda ettikten ve bana bir kez daha sarıldıktan sonra ortadan kayboldu. Sanırım Rahşan gibi ışığa dönüşmüştü.

11. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *