Perilere İnanma-7

 7. Bölüm: Zorro

Begin, began, begun.

Sabahın altısında terasta battaniyeye sarılmış İngilizce fiil çekimi yapıyordum. Hava soğuktu. Dağın bağrından kopan rüzgarlar iliklerime işliyordu. Lakin hırs bürüyen gözüm bunca çile ve meşakkati büyük bir sorun olarak görmüyordu. Ne yapıp edip İngilizce öğrenmeli, şu küstah yönetmenin minnetinden kurtulmalıydım. Kudo, İbrahim'in bizimle beraber gelmesi için ısrar edip duruyordu zaten. Hepten keyfimi kaçırıyordu Japonun bu kabadayılıkları.

Drive, drove, driven.

Ben ki sırf israf olmasın diye ekmekle tencerenin dibini sıyıran; tabakta asla yemek bırakmayıp güzelce sünnetleyen gürbüz Ebru, yıllardan sonra ilk defa iştah kaybı yaşıyordum. İstikrarlı sürdüremediğim diyetim için iyi bir gelişme sayılırdı bu. Sevda Nine'nin abartılı yakınmasına göre süzülmüş bir deri bir kekik kalmışım. Oysa sadece vücudumdaki ödemleri attığımı düşünüyordum. Aslında sebebi belliydi. Son günlerim hep telaş, hep stresle geçiyordu. Yakama yapışmış şüphe ve kuruntularım ise cabasıydı. Zira ne idüğü belirsiz belgeselciyi gözüm bir türlü tutmuyordu. Ormanda bendenizi gizlice videoya çekmesi bir yana sakladığı başka şeyler olduğu hissine kapılıyordum çoğu zaman. Altıncı hissim kuvvetliydi benim. Ne yapayım, adamın köyümüze iki çiçek ve üç böcek çekmek için ayak bastığına inanasım gelmiyordu.

Neyse bırakalım bunları. Bildiğiniz üzere ilk iş günüm başarısız geçmişti. Joe hâlâ kayıptı. Şapşal Mahir'in ise keyfi gayet yerindeydi. Adamı ne kadar geç bulursak onun için o kadar iyiydi. Sonuçta bize günlük ödeme yapıyordu yakuzalar. Böylece Japonlardan daha fazla para kopartacağını düşünüyordu. Ama gözünden kaçan önemli bir ayrıntı vardı. Eğer mafyaların kayıp adamını bulamazsak en sonunda alnımıza kurşunu sıkıp cesedimizi köşeye fırlatacaklardı. Can güvenliğimiz için yapılacak en doğru şey Joe'yu erkenden bulmaktı. Ah, keşke Mahir bu denli akılsız olmasaydı!

Eklemlerimdeki sabah tutukluğunu gidermek için ayaklanıp birkaç germe hareketi deneyerek güzelce kaslarımı açtım. Kuşlar sabahın bu güzel vaktinde neşeyle terennüm ederken onlara hafiften eşlik etmek istiyordum. Kafamda kayan yazmayı düzelttikten sonra yerdeki kahve termosunu elime aldım. Minik gözlerimle pek beceremesem de Türkan Şoray bakışı attım yengemin saksılarına. Onlar benim biricik dinleyicilerimdi ve az sonra harika bir konsere şahit olacaklardı.

"Söyleyeceğim ilk şarkıyı mutlu insanlara adıyorum," diye konuştum termostan mikrofonuma. Hemen sonrasında alnımı kırıştırarak acıklı ve ciddi bir ifadeye büründüm. Yeşilçam filmlerinin en popüler eserlerini bülbül gibi tek tek seslendirirken dinleyenler kendinden geçmişti. Ah hakikaten harcanıyordum Severler Motel'de. Şu harikulade yeteneğimle daha iyi yerlere gelebilirdim.

Yabancı dil çalışmaktan kusacak duruma ulaşırken günlük ders çalışma kapasitemi aşmadan odama kaçtım. Ben o kadar zeki bir insan değildim. Kendi sınırım vardı ve onu aşarsam başıma ağrılar saplanıyor, okuduğumdan tek cümle anlamıyordum. Hem artık hazırlanıp aşağı inmem gerekiyordu. Severler Motel hizmet, müşteriler aş beklerdi.

En sevdiğim cepli bol tuniğimi giymeden önce ona kombin ettiğim eteğin tamiriyle ilgilenmeliydim. Düğmesi kopmuştu zira. Bazayı kaldırıp içinden tarihi eser haline gelmiş büyük ıvır zıvır kutusunu çıkardım. Bez kutuyu ta ortaokulun sonunda almıştım. İçinde ip, kumaş ve düğmeye dair hayat kurtarıcı birçok malzeme vardı. Kapağını her açtığımda nostaljik bir eşyamla karşılaşıyor onlarla oyalanarak dakikalarımı harcıyordum.

Bugünkü hasılat da fena sayılmazdı. Kutunun en dibinde saks mavisi mp3 çalar bulmuştum. Hâlâ çalıştığını görünce çok sevindiğimi söylemeliyim. Hemen aykalanırken hırka cebimdeki kulaklığımı alıp mp3'e taktım. Bir tanesi hariç bütün müzikler silinmişti. Kulağıma geçmişten gelen dost gibi misafir oldu bütün mp3 çalarların demirbaş şarkısı.

"Ay ay ay I'm your little butterfly."

Müzikle ritmik olarak omuzlarımı sallarken keyifle güldüm. Bunu bulmam iyi olmuştu. İçine birkaç şey yükler, temizlik yaparken kullanırdım. Nefise'den güzel ilahiler de alabilirdim. Elimde tuttuğum şey gayet işlevsel bir aletti ne de olsa. Telefonumun şarjı göz açıp kapatıncaya kadar bittiği için bütün gün priz dibinde oluyor, işimi görmüyordu.

Kutuyu biraz daha karıştırırken parmaklarımın ucuna küçük bir taş takıldı. Şeffaf, bir elmas kadar parlaktı. Pırlanta olmayacağını yüzde yüz bilsem de hazine avcısı moduna girmekten geri durmadım. Sahte mücevheri baş ve işaret parmağımın arasına kıstırıp havaya kaldırdım. Tek gözümü kapatarak minik hazineme dikkatle baktım. Gerçekten harika görünüyordu. Çakma olması çok üzücüydü. İşin kötü yanı bunu ne zaman kutuya koyduğumu anımsamıyordum. Herhalde beş on liraya aldığım kolyelerin birinden düşmüştü.

Düğmeyi dikip hızlıca üstümü değiştirdikten sonra tunik cebime attım şeffaf taşı. Yerden topladığım çiçeklerin arasında durması şu ölü kutuda iskan etmesinden daha iyiydi.

Perihan Nine'yi son birkaç gündür çok ihmal etmiştim. Benim yerime ona yemekleri Fazıl ve Rıfat götürüyordu. Ancak annemle dün akşam gerçekleştirdiğimiz karın ağrılı telefon görüşmesinde kadın beni fazlaca payladı. Yarın ne yapıp edip hasta ihtiyarcığın ziyaretine gitmemi söylemişti. Annem de tıpkı benim gibi Perihan Nine'ye düşkündü. Kulübe ziyaretlerini aksattığım zaman hemen şahsımı uyarır, beni kendime getirirdi. Bugün yakuzalarla ormana gitmeden evvel ziyareti mutlaka aradan çıkarmalıydım. Kahvaltıdan sonra yemek sepetini çabucak hazırlayıp yollara düştüm. Nasılsa sağlıksız yaşam süren yakuzalar pek geç uyanıyordu. Hazırlanıp kahvaltı yapmaları birkaç saati bulurdu.

Dinlenme tesisinin yanındaki benzin istasyonunu mesken edinmiş apaçi grubu yine tek bir arabaya sıkışmış vaziyette hep birlikte çekirdek çıtlatıyorlardı. Yağmur çamur demez günlerinin büyük bir kısmını istasyonda çekirdek, havadan muhabbet ve müzikle öldürürlerdi. Kimseye zararları, kendilerine de yararları yoktu şu aylak gençlerin.

Damda salça kurutan çalışkan komşulara selam vererek köyün dar sokaklarından geçtim. Tek katlı bir binadan oluşan köy okulu yeni eğitim dönemi için boyanıyordu. Koca yürekli muhtarımız sponsor olmuştu bu sevaplı işe. Böylelikle Şahika cadısına da gün doğmuştu. İşçilere yemek getirme bahanesiyle okul bahçesinde muallime yaklaşmaya çalışıyordu. Ne yaparsa yapsın o cin gözlü çapkının dikkatini çekemeyecekti. Boşuna kendini hoş olmayan durumlara sokuyordu.

Okulu geride bırakıp köşeyi dönünce bu tatlı seher vaktinde hiç görmek istemeyeceğim bir yüzle karşılaştım. Zaten ne zaman sevmediğim birini ansam illa karşıma çıkardı. Muallim yolumu bütünüyle kapattığının farkındaydı. Kasıtlı bir kurnazlık örneği sergiliyordu. "Ebru nereye böyle?" deyip fıldır gözleriyle sepetimi inceledi.

"Sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum," diye karşılık verdim soğuk bir tavırla. Hem bu samimiyet de neyin nesiydi? Şanslı ki muhatabıma siz diye hitap edecek kadar medeni bir insandım. Heyhat! Keşke aynı inceliği karşı taraf da gösterseydi. Öğretmenle iletişimi oracıkta kesip yoluma devam ettim.

"Sana söylemem gereken bir şey var," diyerek arkamdan seslendi.

"Biraz acele söyleseniz. Çok meşgulüm."

Yemek kokusunu alan aç sokak kedileri gibi arkamdan geldi ve önüme geçti hemen. "Burada olmaz. Ortalık yerde konuşamam."

"Peki," dedim omzumu silkerek. "Konuşmayın o zaman."

Bugüne kadar muallimin ilgi ve odağında olmamıştım hiç. Birdenbire ne değişmişti de bu hayırsız adamın dikkatini çekmiştim? Farkındayım dişe dokunur bir güzelliğim yok. Ama köyde olmasa da ilçede taliplerim vardı. Ne yazık ki hiçbiri ideal eş konusunda aradığım temel kriterlere sahip değildi.

Hızlı ve büyük adımlarla onu atlattığımda çitalardan farksızdım. Birkaç kez arkamı dönüp takip ediliyor muyum diye kontrol ettim. Allah'a şükür adam o kadar ileri gitmemişti.

Düzlüğe ulaştığımda beklediğim gibi her adımımda dalından kopmuş renk renk çiçeklerle karşılaştım. Aralarında seçim yapmakta çok zorlandığım için neredeyse hepsini cebime attım. Yürümeyi, temiz havayla ciğerlerimi mutlu etmeyi seviyordum. Boş düzlükteki raylar boyunca yürürken metruk görünüşüyle insana hüzün veren tren istasyonunu dalgınca seyrediyordum. Bir makinistin kızı olmak gerçekten eğlenceliydi. Hafta sonları babamın dizine sarılır onunla beraber işe gitmek için ısrar ederdim. Babam bazen izin verir, bazen de kaşlarını ciddiyetle çatıp kesin bir tutumla evde kalmamı söylerdi.

Tren seferleri küçük çocuklar için kelimenin tam manasıyla harikalar diyarıydı. Sabah namazından sonra abdestli bir şekilde yola çıkardı babam. Lokomotifte dumanı tüten sıcak çayını yudumlar, sefer sonlanana dek bana güzel hikayeler anlatırdı. Kimi zaman gizlice öteki vagonlara sızardım ve sonuçta çok farklı insanlarla tanışırdım. Yaşlı teyzeler kütür kütür tereyağlı kızarmış ekmek, badem ve ceviz ikram ederlerdi bana.

Ne üzücü ki köyden geçen demiryolu hattı artık faal değildi. Babam birkaç yıl önce emekli olmuştu zaten. Her iki abim aynı yıl içinde evlenip tayinleri de başka şehirlere çıkınca annemler ilçeye taşınmıştı. Severler Motel'de çalışmamın asıl sebebi köyden ayrılmak istemeyişimdi. Bu toprakların her karışı benim için birçok şeyden daha kıymetliydi. Nice güzel hatıralarım sinmişti köyün havasına suyuna.

Telgraf direklerine sıra halinde dizilen kargalar dikkatimi dağıtmakta oldukça başarılıydı. An itibariyle kafamın içinde üç kız kardeşin söyledikleri yüzüyordu. Kendi ülkelerindeki kargaları muhbirlikle suçlamışlardı. Kuşlar o boyuttan buraya geçebiliyor muydu ki? Oysa Rahşan bile bariyeri aşmak için ışığa dönüşmek zorundaydı. Bana sorarsanız o boyuttaki insanların buraya gelebilmesi pek kolay değildi. Ve de her yiğidin harcı değildi.

Kulübenin dingin siluetini gören gözlerim aydınlanmıştı. Tepedeki şirin mavi ev içimdeki uçsuz vadilere huzur esintileri bırakıyordu. Burayı özlediğimi hissediyordum. Annem kesinlikle haklıydı. Perihan Nine'yi ihmal ettiğim için duyduğum pişmanlık şimdi katlanarak artmıştı. Tepeyi tırmanırken her zamanki gibi yine soluk soluğa kaldım. Şuraya bir asansör mü yaptırsaydık? Siyah ceketli korkuluğun yanına oturup sepeti çimenlerin üzerine koydum.

"Ah Zorro," dedim nefesimi düzene sokmaya çalışırken. "Sanırım sen evlenebileceğim tek erkeksin."

Saraygil şatosunun dağlık kesiminden buraya kuvvetli bir rüzgar esti, ceketin boşluklarından içeriye giren hava kıyafeti şişirdi ve böylece sıska Zorro'yu cüsseli gösterdi. "Sanırım bu evet demek oluyor. Evlilik teklifimi kabul ettiğini varsayıyorum," deyip kıkırdadım. Perihan Nine'yi yıllardır yalnız bırakmayan kahraman korkuluğa masum ve içten bir sevgi besliyordum. Hem insanları dinlemeyi çok iyi biliyordu. Her seferinde bütün negatifliklerimi üstümden atmış bir şekilde yanından ayrılıyordum.

"Yanlış anlama ama hemcinslerin cidden çok acayip yaratıklar. Moteldeki insan manzaraları hiç açıcı değil," diye uzun uzun dert yanmaya başladım. Yakuzaların yönettiği arama operasyonuna gecikmemek için gevezeliğime son vermem gerekiyordu. Biraz gönülsüzce de olsa "Ya öyle işte..." diyerek beş dakikalık konuşmama noktayı koydum.

Sepeti yerden kaldırırken kapıyı tıklatıp kulübeye girdim. İhtiyar kadının irice açılmış gözleri doğrudan üzerimdeydi. İlk defa bu haneye girdiğimde gerildiğimi hissettim. Bu hiç hayra alamet değildi. Fazıl ve Rıfat onunla iyi ilginlendiğinden midir bilmem ama kadıncağız gözüme daha sıhhatli görünmüştü.

"Günlerdir gelmeni bekliyorum Ebru," dedi Perihan Nine. Ses tonunda sabırsız aynı zamanda mukavemetli bir tını vardı. Ninemin gönlünü almak için yanına oturdum ve mahcubiyetle ondan özür diledim. Şefkatli yüreği bana karşılık verdi, özrümü kabul etti.

Arayı düzeltmenin ardından rahatlamanın verdiği mutlulukla eski şen halime geri dönmüştüm. Pişirdiğim yemekleri şef edasıyla öve öve masayı donattım. Bu yetenekteki bir hanım kızın akrabaları tarafından evde kalmakla itham edilmesinin çok haksızca ve gaddarca olduğunu söyledim, bağrımdan nice figanlar koptu.

Muhabbet koyulaştığından benim de yemek yiyesim gelmişti. "Ben biliyorum asıl dertlerini!" dedim pilavı hırsla kaşıklarken. "Sırf onların sümüklü oğullarına varmadım diye arkamdan öyle konuşuyorlar. Ama heveslerini kursaklarında bırakacağım. Çoktan kararımı verdim. Evet, senin gelinin olacağım ninem! Allah'ın emri peygamberin kavliyle Zorro'yu kendime istiyorum!"

Öksürdü Perihan Nine. Uzun, şaşkın ve şiddetli öksürük yüzünden yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Hemen sürahiyi kavrayıp bardağı doldurdum, suyu uzattım ona. "İyi misin?" diye sordum. Sudan birkaç yudum aldıktan sonra sakinleşti.

"Zorro da nereden çıktı güzel kızım?" Sesi az evvelki hadise sebebiyle hırıltılıydı.

Gözlemenin ucundan bir parça koparıp dişlemeye başlarken karşımdaki ihtiyarcığa gizemli bakışlar attım. "Çocukluğumdan beri onu yakından izliyorum. Seni bu ıssız tepede korkusuzca koruduğuna şahidim. Köydeki bütün erkeklerden daha cesur o," dedim takdirle.

Cansız bir korkuluk hakkında konuştuğumu biliyorum, deli mi bu be diye düşünmeyin hemen. Bazen insanların şaka yapmaya ve basit şeylerden mutlu olmaya ihtiyacı var. Hem aramızda kalsın yaşım henüz küçükken Zorro'nun gerçek bir insan olduğuna ciddi ciddi inanıyordum. Kötü adamları kandırmak için korkuluk kılığına girdiğine dair büyük bir inancım vardı. Yetişkin olup da gerçek dünyayla tanışınca hayallerim yıkıldı.

Kulübenin sahibiyle aramızda garip bir sessizlik vuku bulmuştu. Neden sonra ihtiyarcığın ağzından beni şaşırtan sözler döküldü. "Ters giden bir şeyler var," diyerek gözlerini düşünceli bir şekilde kısmıştı Perihan Nine. "Şu son günlerde telgraf direklerinde çok fazla karga görüyorum."

Konuştuğumuz konudan sapması bir yana ondan hiç beklemediğim bir meseleye değinmişti. Gündemimdeki konu başlıklarından en üstekini dile getirmesi tesadüf müydü? Dilimin ucuna gelen soruyu söyleyip söylemekte ciddi manada tereddüt yaşadım. "Acaba," diye özgüvensiz bir giriş yaptım sonunda. "Yiyicilerden ya da ormanın içindeki boyuttan haberin var mı?"

Yaşlı kadından hayretli ve hatta kaygı yüklü bir karşılık bekliyordum. Onu niçin şaşırtmak istediğimi bilmesem de umduğum tepkiye muvaffak olduğumu söyleyemeyeceğim. Çünkü Perihan Nine oldukça iradeli ve sabit gözlerle yatağında duruyor, bana her zamankinden farklı bir şekilde bakıyordu.

"Eninde sonunda bunu keşfedeceğini biliyordum Ebru," dedi ve kafasını yavaşça pencereye çevirdi. "Demek kargaların hedefindeki kişi sensin."

7. Bölümün Sonu

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *