Perilere İnan-3






3. Bölüm: Suret Hırsızı

Boyutun doğal ışık kaynaklarını kaybedip Sahte Güneş'e yenildiği gün; nice masum canlar verilmiş, nüfusun bir kısmı renksiz kalmış ve hayli trajik olaylar yaşanmıştı. Başkente baskın kesinlikle beklenmedikti. Muhbir kuşların yiyicilere sağladığı malumatlar sayesinde peri ve meclisini gafil avlayabilecek en sıradan geceyi seçmişlerdi. Kimileri uykuda kimileri uykusuz düşüncelerdeyken boyutun zifiri karanlığını apansızın yapay bir aydınlık kesmişti. Bütün göğü saran karga ordusu hiçbir hareketin gözden kaçmasını istemiyor gibiydi.

Yiyicilerin çirkin parmaklarıyla dokunduğu her bedenden envai çeşitte ve yoğunlukta ışıklar serbest kalıyor, göğe doğru yükseliyordu. Renksiz kalan bedenlerden güneydeki saraya doğru hızlı bir akış söz konusuydu. Böylelikle hem işbirlikçi ışık halkı karnını doyuruyor hem de depo olarak kullanılan mühürlü odalarda gücün simgesi olan renkler büyük ölçeklerde biriktiriliyordu.

Perinin köşkü, hükümet konağı ve ihtiyar heyetinin özel konutlarının bulunduğu merkezi mahalleye girmek için hayli uğraşmaları gerekiyordu. Kadim korunma kalkanlarıyla ve görünmez halkalarla çepeçevre sarılıydı başkentin çekirdek bölgesi. Perihan Hanım düşük ve yüksek rütbeli çokça muhafız eşliğinde acilen trene bindirilmiş, öteki boyuta tahliye edilmişti. İhtiyarlar ise yeraltı tünelleri vasıtasıyla savunma hattının daha güçlü olduğu batı bölgesine geçmişlerdi. Şimdilik perinin kurtarılması en mühim hedefti. Zira yiyiciler tarafından ele geçirilirse zavallı boyutun geleceğe dair bütün umutları kati surette sönecekti.

Ne yazık ki yolunda gitmeyen bir dünya dolusu durum mevcuttu ve gece boyunca aksilikler peşlerini bırakmamıştı bir türlü. En kötüsü de Periveş'ten haber alınamıyor olmasıydı. Onu trene bindirmek için köşkten almaya gittiklerinde odasında bulamamışlardı. Köşkün bütün odaları talan edilmişti, fakat hayır kız ortada yoktu. Adeta sırra kadem basmıştı. Sonra bunların üstüne bir de Ali'nin kayıp haberi eklenmişti. Periveş yüksek olasılıkla Ali'yle birlikteydi. Başmuhafız Amir, küçük hanıma dair bir ize rastlayabilmek için atının sırtına atlayıp Vahşi Kızılcık Ormanı'nı taramaya başlamıştı. Zira Giz Nişanı -boynunda taşıdığı şeffaf taş- aradığının o yönde olduğuna dair yüreğine bir sır fısıldamıştı. 

Esasında boyutun içlerinden başlayarak doğu bölgesine kadar yıkıcı bir istila gerçekleşirken Periveş olaylara ilgisiz bir şekilde el aynasıyla konuşarak Vahşi Kızılcık Ormanı'nın derinliklerine doğru yürümekteydi. Tempolu hareketinden ötürü solukları sıklaşmıştı, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Aslında saldırının ilk dakikalarında sayılı uyanık gözlerden biriydi. Aynalara baktığında çirkin bir yaratıkla karşılaşmaktan öylesine bıkmıştı ki günler sonra aynanın aksinde başka bir kişiyi gördüğünde neredeyse mutluluktan dans edecekti. Muhafızı nasıl yaptıysa aynanın içine girmişti. Fakat ne ilginçtir adam her zamankinden daha bakımlı ve yakışıklıydı.

"İşte burası. Sınıra ulaştık," dedi aynadaki suret. Ali'nin beyaz teni bir hayal misali pürüzsüz ve parlaktı. Sarı saçları canlı, hacimliydi. Sanki o tanıdık haşin muhafız gitmiş yerine farklı tarzda ve tavırda yepyeni bir adam gelmişti. Her şey Periveş'in aklını çelmek için gereken mükemmelikteydi. Hakikaten genç kız gözlerini adamın görüntüsünden asla ayıramıyor, sonsuza kadar öylece onu izlemek istiyordu. Herkesçe bilinirdi ki Periveş'in şu hayatta karşı koyamadığı tek şey kendisiyle yarışacak derecede güzel bir yüzdü.

Dumanlı çapraşık ormanın en tepesindeki renkli ışıklar, rüzgarda savrulan at yelesi gibi geziniyordu. Farklı yönlerden çıkıp tek bir noktaya doğru ilerliyor ve sanki belli bir odakta toplanıyordu. O an Periveş tempolu yürüyüşünden vazgeçip başını yukarıya çevirseydi eğer hiç şüphesiz korkuya kapılır, sonrasında direncini yitirip tek adım bile atamazdı. Ancak acelesi vardı. Muhafızının da yönergeleriyle menzilini bulmaya çalışıyordu. Ali'nin dediğine göre yiyiciler onun peşine düşmüştü. Yegane amaçları ise kızın nadide yüzünü çalmaktı. Allah da şahit böyle korkunç bir hırsızlığı düşündükçe kalbi hopluyordu. Ne pahasına olursa olsun düşmanlarına yakalanmamalıydı. Gökyüzündeki suni aydınlık aşağıda kalan en kuytu köşeleri ve delikleri ortaya çıkarmıştı. Saklanmak iyi bir fikir değildi. Ali'ye güvenip boyutu terk edebileceği bir çıkış kapısı bulması elindeki en mantıklı çözümdü.

Toprağın üstüne çıkmış etçil ağaç kökleri yabanıl bir iştahla bacağına dolandığı her defada yere yapışmamak için büyük mücadele veriyordu. Minicik çocukları andıran mavi mor su kabarcıkları etrafa tiz tınılar saçarak ağaçların arasında asılı halde duruyordu. Mor yağmurun çağrısı... Mor yağmur sadece bu ormana özgü bir hava olayıydı. Çok hüzünlü bir şarkı söyleyen su kabarcıkları sağanak yağmuru yeryüzüne çağırırken Periveş geniş dallı bir ağacın altına sığındı. "Burada biraz dinlensek mi muhafız? Islanmak istemiyorum. Üstelik mor yağmurun mayıştırıcı bir özelliği var, eğer ıslanırsam daha fazla koşabileceğimi sanmıyorum," dedi halsizce. Ali ona karşı çıkmayıp başını sallayınca bir nebze sevindi.

Ormanda haddinden fazla gözcü çiçek vardı ve bu kesinlikle hayra alamet değildi. Bu çiçekler iyi sır tutardı. Bitkiler dünyasındaki kalabalık aileleri düşününce insanlara işlerinde yardım eden en dayanışmacı, destekçi çiçek türlerinden biriydi gözcüler. Gelgelelim tarafsız olmaları tek kötü vasıflarıydı. Radyo-kablumbağaların yaydığı haberlere bakılırsa hem insanlara hem de yiyicilere yardımlarını esirgemiyorlardı. Bilhassa kargalarla aralarından su sızmıyordu.

Vahşi Kızılcık Ormanı'na girişleri üç yüz yıldır yasak olan kargalar, eski anlaşmaları ihlal etmeye epey hevesliydi doğrusu. Son zamanlarda yiyicilerden de cesaret alarak ekseri hasımlarına meydan okumuşlardı. Gözcü çiçekler federasyonun yardım talebini nihayet geçen hafta kabul ettiğinde aynı gün muhbir kargaları sensörsüz bir aralıktan ormanın içine sokmuşlardı.

"Kargaların bakışları beni rahatsız ediyor," dedi genç kız oturduğu yerde kıpırdanırken. Huzursuz hissediyordu. Fakat aynasının içindeki adam sözlerine cevap vermedi. Ali tuhaf bir şekilde susmuştu.

Deminden beri uzaktan Periveş'i takip eden sinsi ve çirkin bir karga fikrini değiştirmiş olacak ki yavaşça aşağıya süzüldü, kızın ayak uçlarına kadar indi. İki çufçuf sesinden sonra form değiştirip insan vücuduna geçmişti. Karga adam havayı koklarken yüzünü hemencecik buruşturdu. Cebinden pembe bir mandal çıkarıp burnuna taktı. "Ah şu pasaklı devlerin iğrenç kokusuna dayanamıyorum. Yakın zamanda bu taraftan geçmiş olmalılar," diye söylendi kısık bir mırıltıyla.

"Kimsin sen?" dedi kız çabucak ayağa kalkıp. Karga adamın yiyicilerle bir bağlantısı var mı, sorusu aklına yıldırım gibi düşmüştü. Şayet öyleyse şu an muhtemelen tehlikedeydi. Üstelik Ali'nin görüntüsü aynadan silinmişti. Muhafız birdenbire nereye gitmiş olabilirdi ki?

Uzun sivri burunlu karganın kolları ve bacakları uzun çubuklara benziyordu. Ama zayıf bedenine rağmen güçlü kuvvetli duruyordu. Az sonra şovuna başlayıp Periveş'in önünde hayli yapmacık bir şekilde reverans yaptı. "Merhaba küçük hanım, ben Şahin. Muhbir Kuşlar Federasyonu'nun tek ve asli başkanıyım."

Şahin mi, diye sessizce mırıldanırken küçümseyici bir şekilde dudak büktü kız. Aptal bir karganın kendini şahin diye tanıtması komikti. Ancak şimdi gülmek için doğru zaman değildi. Tek gözü hâlâ aynada geziniyordu. Kaygılanmamaya çalışarak Ali'nin tez vakitte geri dönmesi için dua etti.

"Altımda çalışan cingöz muhbirlerim kulağıma bazı önemli malumatlar fısıldadı," dedi karga adam. Ellerini arkasında bağlayıp düşünceli bir tavırla aşağı yukarı yürümeye başlamıştı. Neden sonra zeminde pat pat zıplayıp tımarhanelerdeki deliler gibi çok acayip kahkahalar attı. Yağsız çökkün suratını abartılı bir biçimde genç kıza yaklaştırırken artık gülmüyordu. Bakışlarında kurnaz ve hırslı parıltılar toplaşmıştı. "Sende olduğunu düşündüğüm önemli bir şey var. Tatlı yüzüne geri dönüşümsüz bir zarar vermeden bana istediğim şeyi teslim etmeye ne dersin?"

Periveş'in diz kapağı, sanki taşıdığı kıymetli sırrın açığa çıkmasından endişeleniyormuşçasına sızım sızım sızlıyordu. Ruh Gözü'nden haberi var, diye aklından geçirdi, karga adam taşı ele geçirmek istiyor. 

Boyutun ayakta kalmasını sağlayan yaşamsal çekirdeğin ta kendisiydi Ruh Gözü. Onu korumak asırlardan beri perilerin en birincil vazifesiydi. Kimseciklerin bilmediği hakikat şuydu ki: Perihan Hanım mikro düzeye kadar küçülttüğü siyah taşı Periveş'in diz ekleminin içine saklamıştı. Bulunması imkansıza yakın bir yerdi.

"Çilek reçeli! Çilek reçeli! Kızılcık marmelatı! Limonlu soda!" Şahin büyük bir motivasyon kaynağına sahip olmalıydı ki şimdi yeni bir numara denemeye girişmişti. Kollarını bacaklarını örümcek edasıyla kıvırıp bükerken dişlerini gıcırdatarak birbirinden bağımsız kelimeler saçmalıyordu. O haliyle daha çok cin çarpmış mahlukatları taklit ediyor da olabilirdi.

Üstüne üstüne gelen zırdeli kargadan kaçma isteğiyle geriye doğru sendeledi Periveş. "Ne yapıyorsun sen? Uzak dur benden!" diye çığlık attı. Yüzüne gelebilecek saldırıdan ölesiye korktuğu için kollarıyla suratını kapatmaya çalışıyordu.

"Ne yapıyor gibi görünüyorum sence küçük hanım? Gizli şifreyi bulmaya çalışıyorum tabii ki. Bakalım hangi çok özel sözlerle ortaya çıkacak Ruh Gözü... Ayva Reçeli! Muzlu süt! Ispanak suyu!"

"Sen... Sen... Kafayı üşütmüşsün! Şu eğri büğrü bacaklarına baksana. Tıpkı bir böceğe benziyorsun," dedi genç kız tiksinerek. "Midemi bulandırıyorsun."

"Aaaa böyle dürüstçe konuşarak kalbimi kırıyorsunuz ama!" Otuz iki diş sırıtmış haliyle hiç de kalbi kırılmış birini anımsatmıyordu doğrusu.

Son iki dakikadır mavi damlacıkların tatlı şarkısının kesildiğini ne o ne de Periveş fark etmişti. Nihayet mor yağmurun ilk damlaları yeryüzüne indiğinde morumsu bir buğu sardı her tarafı. Kafasındaki tahmini şifreleri peş peşe sıralayan Şahin birden duraksadı. Çünkü üzerine kapkara bir gölge çökmüştü. Amir'in siyah atından başkası değildi bu gölgenin sahibi. Şahlanan at, karga adamı ayakları altında ezecekken Şahin hızlı davranıp şipşak kuşa dönüştü ve havalanarak oradan kaçmayı başardı.

Muhbirin gidişiyle genç kız ıslak toprağa yığılmış, ciğerlerinden şöyle rahat bir nefes vermişti. Kaçık kargadan kurtulmuştu ya ıslanmış olmayı artık hiç dert etmiyordu. Amir'in gri muhafız forması yağmurdan dolayı mora çalmıştı. Çevik bir hareketle atından indi. Yiyicilerle karşılaşmadan Periveş'i alıp öteki boyuta geçmesi lazımdı. Neden sonra kızın elindeki ayna gözüne takıldı. Ali'nin ne işi vardı orada? Yanlış mı görmüştü acaba? 

Bakışları buluştuğunda ilk konuşan kişi arkadaşı olmuştu. 

"Hey Amir duyuyor musun sesimi? Beni bu lanet aynadan kurtar kardeşim!" diye bağırdı sarışın muhafız. Mağdur ve bozgun bir haldeydi.

Periveş aynayı kaldırıp daha iyi görmesi için adama doğru tuttu. Gökten düşen mor damlalar aynanın parlak yüzeyine değer değmez aşağı doğru süzülüyordu. 

Amir küçük hanıma yaklaşıp dizleri üzerine çöktü. "Ali ne oldu sana?" dedi ihtiyatla gözlerini kısarken. Nasıl olmuştu da oraya tıkılmıştı?

Esefle iç çekti tutsak muhafız. Ne sen sor ne ben söyleyeyim, edasıyla başını salladı. "Çok pis oyuna getirildim. Bana elini uzat Amir, aynaya dokun. Ancak sen buradan çıkmama yardım edebilirsin."

Karşıdan hemen bir yanıt gelmedi. Kaşları gayri ihtiyarı çatılmış olan başmuhafız hızlanan yağmura aldırış etmeden düşüncelere dalmıştı. Sezgileri kuvvetli sayılırdı. Ve şu anki durum her açıdan şüphe uyandırıcıydı. Bir şeyler yanlıştı sanki. 

Ağır ağır akan saniyelerin ardından muhakemesi sonlanmış, kendince seri bir karara varmıştı. Bilahare elinin tersiyle aynanın sapına vurup onu Periveş'in elinden düşürdü. "Hayır, sen Ali değilsin," dedi tehditkar bir sesle ayağa kalkarak. Korkmuş haldeki kıza çok da uzaklaşmadan biraz arkaya gitmesini söyledi. Her koşulda ve durumda Periveş'i korumak en öncelikli göreviydi zira.

Sahte muhafızın ipliği pazara çıkınca kartları açık oynamaya başlamıştı artık. Cam çatladı ve Ali'nin yakışıklı yüzü çirkin, yaşlı, mendebur yiyici suretini aldı. Yaratık aynadan çıktığında ortalığı dayanılmaz bir koku sarmıştı. Çürük balık ve yumurta karışımı berbat bir kokuydu bu. Kusacağını zanneden Periveş tıpkı karga adam gibi burnuna bir mandal takmayı bile düşündü o an.

"Şahbaz'ın torununu kolay kolay kandıramayacağımı bilmeliydim," diye pis bir kahkaha attı yiyici. Lakin yüzü çabucak sertleşti, yapmacık kahkahası merhametsiz hırıltılara dönüştü. "Oysa muhafız arkadaşını saatler önce çok rahat bir şekilde alt etmiştim. Son sözlerini bile söyleyemeden öldü zavallıcık. Ne diyorsunuz siz o söze, kelime-i şehadet mi?" Katillere yaraşır gaddar bir ifade takınarak boğma sahnesini tasvir etmeye çalıştı ve deforme parmaklarını havada oynattı. 

"Ali ölmüş olamaz!" Arkadan Periveş'in sarsıcı çığlığı işitildi. Fakat kimse dönüp bakmadı ona. 

Amir meydan okurcasına Hiddet'i -lacivert şimşekler çakan üç başlı keskin kılıcı- çıkarırken sert bakışlarını dosdoğru yiyicinin gözlerine dikti. Saldırmak üzere kolunu tam kaldıracağı sırada çok kötü bir şey oldu: Kılıcını hareket ettiremiyordu. Durduğu noktada adeta taş kesilmişti. Var gücüyle uğraşmasına rağmen yerinden bir milim dahi kıpırdayamıyordu. Bütün kasları paralize olmuştu.

Boyutun sakinleri ne yazık ki yiyiciler hakkında henüz hiçbir malumata sahip değildi. Nitekim bilgisizlikleri ağır kayıplar vermelerine sebep olacaktı. En büyük mağluplardan biri de hiç kuşkusuz Amir idi.

Kokuşmuş yaratık parmaklarını anormal bir şekilde oynatmayı sürdürürken, "Evet işte böyle gözlerime bak muhafız. Gözlerime bak. Gözlerime bak," diye zevkle tekrarladı aynı sözleri.

Yağmur kesilmiş, ağaçlar vahşi köklerini tekrar toprağın üstüne salmıştı. Etçil ağaç kökleri aç bir şekilde zeminde sürünerek Amir'in bacaklarına sarıldı. 

"Onu sıkıca tutun küçük dostlarım. Ama bu kez karnınızı doyurmanıza müsaade yok. Çünkü o benim yemeğim," dedi dilini dudağında gezdirerek. Yiyici, elini avına doğru uzatırken her bir parmağının ucunda kapkara bir oyuk oluştu. Amir'in tenine vantuz misali dokununca renk emme işlemi başlamıştı. Genç adamın renkleri öylesine yoğun ve canlıydı ki emme eylemi hayli uzun sürdü. 

"Artık son aşamaya geçebiliriz," dedi tatminkar bir sesle. Amir'den çaldığı renkler gökteki diğer ışık öbeklerine katılıp çoktan Sahte Güneş'e doğru yola çıkmıştı. Avucunu genişçe açıp başmuhafızın suratının üstüne kapattı. Oradaki münhasır simayı olanca kuvvetiyle kavradıktan sonra hemen kendi yüzüne geçirdi. Bu yeteneğe sahip tek yiyici oydu. Suret hırsızlığına kelimenin tam manasıyla bayılıyordu. Eşsiz yeteneği sayesinde kendisini her daim özel hissetmişti.

"Boyutun en yakışıklı adamı olduğum konusunda artık hepimiz hemfikiriz öyle değil mi? Ama sanırım kısa boyum bu güzel surata pek uymadı. Diğer muhafızın bedeni belki işimi görebilir," deyip kıyafet değiştirir gibi şakkadak vücudunu değiştirdi. Hakikaten Ali ve Amir'in karışımı genç bir erkeğe dönüşmüştü şimdi.

Gelgelelim Amir kaslarının felç geçirdiği ilk andan beri serbest kalmak için Giz Nişanı'nı kullanmaya çalışıyordu. Fakat ne kadar uğraşırsa uğraşsın şeffaf taş asla bir tepki vermiyordu. İnsanüstü bir çaba göstererek zihninden isteyeceği şeye odaklandı. Çözül, çözül, çözül... Neyse ki yiyici, sadece dört büyük muhafızın taşıdığı şeffaf taştan ve onun maharetlerinden habersizdi.

"Altınözü'ne kavuşmak için ilk adım Şahbaz'ın suratını ele geçirmekti. Sayende bunu başardım Amir. Eh işim bittiğine göre seni etçil ağaçların boş midesine göndermemi sorun etmezsin herhalde."

Giz Nişan'ı gecikmeli bir şekilde çağrıya yanıt verdiği sırada muhafızın baldırı handiyse köklerin yırtıcı dişleri arasındaydı. Özgürlüğüne kavuşan Amir gür sedalı bir besmele çekti ve Hiddet'i tepelerine indirip bacağındaki bütün kökleri kılıcıyla kesti.

Yiyicinin dikkati dağılmışken bu kez Hiddet'i karşıya uzattı, doğruca düşmanının gözlerini hedef aldı. Üç başlı kılıcın iki parçası bütünden ayrılmanın ardından havada kurşun misali düz bir seyir izledi. Bereket versin hedefini bir santim bile şaşırmamıştı. Tam da yaratığın göz bebeklerine isabet ettiğinde bu fırsatı iyi değerlendirmeliyim, diye düşündü Amir.

Kulağa işkence çektiren inleyişler arasında elini çabuk tutup sırtındaki pelerini çözdü ve Periveş'e giydirdi. "Tren çoktan yola çıktı, bu saatten sonra ona yetişemezsin. Tek bir çaremiz var," diye fısıldadı kızın kulağına. "Pelerine nereye gitmek istediğini söyle, seni hemen götürecektir. Bir an önce diğer boyuta geçmelisin. Haydi çabuk ol. Ben burada yiyiciyi oyalayacağım. Eğer şanslıysam belki yüzümü ondan geri alırım."

Ne üzücü ki muhafız biçimsiz, ifadesiz, insandan bozma bir ucubeye benziyordu. Renksiz gözleri, iki burun deliği vardı. Ağız bölgesinde ise dudaksız bir çukur... Kesinlikle insanın bakmaya yüreği el vermeyeceği bir haldeydi. "Amir," diye fısıldadı Periveş ağlamaklı bir sesle. Öylesine suçlu hissediyordu ki! "Özür dilerim. Çok özür dilerim."

"Özür dilemene neden olacak bir şey yapmadın," dedi adam anlayışla. Eğer dudakları hala bulunuyor olsaydı muhtemelen gülümserdi. 

Doğrusu şu ki genç kız onun bu sevecen karakteriyle ilk defa tanışıyordu. Giydiği siyah pelerine Amir'in hoş kokusu sinmişti. Gayri ihtiyari kokuyu içine çekti. Bugüne kadar Amir'i yanlış mı tanımıştı yoksa? Zihnindeki yoğun düşüncelerden sıyrılmak için kafasını hızla iki yana salladı. Yapması gereken son bir işin olduğuna inanıyordu. Eğilip avucunu sol diz kapağının üstüne kapattı ve tane tane gerçek şifreyi mırıldandı. 

"Bismillah. Haydi aç kalbini ruhu gör, kapat gözlerini bedeni mezara göm."

Hürriyetine kavuşmanın ardından kızın elinde peyderpey büyümüştü Ruh Gözü. Eski boyutlarına ulaştığı vakit Periveş onu muhafıza teslim etti. "Amir, bunu anneme iletmek zorundasın. Ruh Gözü'nü daha fazla koruyabileceğime emin değilim. Başıma ne geleceğini bilmiyorum," dedi tek solukta. 

Ve sonunda ayrılık vakti gelip çatmıştı. Birbirlerini son görüşleriydi o an. Lakin ikisi de bundan habersizdi. Periveş güvenli boyuta geçtiğinde Ruh Gözü'nden ayrıldığı için taşın koruyucu halkasından mahrum kalmıştı. Perihan Hanım'ın taşı onda tutmasının bir sebebi de kızını olası tehlikelerden koruyabilmekti. Ancak şimdi bu yalın ve yalnız haliyle tamamen savunmasızdı.

Onu karanlık bir ormana getirdiği için pelerine kızamazdı. Çünkü mekanı zihninden geçiren kişi bizzat kendisiydi. Ay ışığının altında su sesine doğru yürüdü. Yakınlarda bir nehir olmalıydı. Dakikalar sonra tahmini doğru çıkınca biraz mutlu hissetti. Yiyici yüzünden neredeyse tüm gece yürümüştü. Dermansız bacakları artık isyan ediyordu. Yorgun argın bir vaziyette suyun kenarında oturdu. Dinlenirken bir yandan da içinde bulunduğu durumu değerlendirdi. Acaba şimdi ne yapmalıydı? Birilerinin gelip onu bulmasını mı beklemeliydi?

"Peri kızı... Peri kızı..."

Suyun yüzeyinde önce sarı sonra da turuncu bir kıpırdanış fark ettiğinde hızla yerinden doğruldu. Az evvel birtakım sesler duyduğuna yemin edebilirdi. Birileri yardımına gelmiş olabilir miydi?

"Peri kızı..."

Birbirine çok benzeyen genç iki ışık ona doğru yüzmeye başlamıştı. Kızların duru yüzleri masum ve güzeldi.

"Merhaba Periveş," diye selamladı onu sarı ışık. 

"Yanımıza gelmek ister misin? Eminim çok yorgun olmalısın. Hem uykulu da görünüyorsun. Şey, biz aslında seni evimize davet etmek istiyoruz," dedi turuncu kız. Kelimeleri inanılmaz tatlı telaffuz ediyordu.

Sarı ışık suda usulca dans ederek yabancı bir dilde sakin bir ninni söyledi. Sonra kız kardeşi ona eşlik etti ve ikisi birlikte yine çok tatlı bir şekilde Periveş'le konuştular. İşin aslı Ruh Gözü'nü artık yanında taşımadığı için ışık halkının ona sempatisi kalmamıştı. Işık insanların büyük bir kısmı kötü mizaca sahipti. Onları zapt eden yegane kontrol edici güç ise Ruh Gözü'ydü.

Periveş uzun uzun esnedi. Ninni ona iyi gelmemişti. Olağanüstü bir uyku isteğiyle ayaklarını nehre sokarken ışıklar hemen öne atılıp bileğini kavradılar ve onu suyun dibine çekmeye çalıştılar. Umutsuzca çırpındı kız. Kurtuluşu yoktu. Gözlerinin önünde bir parıltı veyahut şimşek çaktı. Mahperi ve Şahbaz'ın sisler ardında beliren bulanık görüntülerini gördü.

"Yüzünü emanet et!" dedi Mahperi telaşla.

"Kime edeceğim? Burada hiç kimse yok."

"Hayır. Yukarıya bak."

Başını sudan çıkarmaya çalıştı. Gerçekten de nehrin öteki kıyısında biri duruyordu. Ah, bu hamile kadını tanıyordu Periveş. Bayramlarda iki boyut arasında düzenli ziyaretler yapılırdı ve köşkte onunla birkaç kez aynı masada oturmuştu. Öyle görünüyor ki kadın da Periveş'i anımsamıştı. Ay ışığının vurduğu çaresiz yüzünde hem şaşkın hem de dehşetli bir ifade bulunuyordu. Zavallı kıza yardım etmek istediği her halinden bariz okunuyordu. Ancak karnı burnundayken yapabileceği pek bir şey yoktu.

"Suratıma iyi bak!" diye bağırdı Periveş korkunç bir hızla su yutarken. Kelimeleri boğuk çıksa da anlaşılırdı. "Bunu karnındaki bebeğe bırakıyorum. Tez zamanda annemi bul ve ona her şeyi anlat."

3. Bölümün Sonu



Önceki Bölüm Sonraki Bölüm

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Katre,
      Wattpad'te yazmaya başladığımda okunma sayım ve yorumlarım o kadar azdı ki... Fakat sabır ve azimle yazmaya devam ettiğimde Rabbim hikayelerimi daha çok insana ulaştırdı. Bu vesileyle sizlere tanışmak nasip oldu, harika insanlar tanıdım.
      Başlangıçlar her zaman zorlu geçiyor. Ama ben burada Wattpad'ten daha güzel bir ortamın oluşacağına inanıyorum. Belki birkaç ayı belki de birkaç yılı bulur bu ama bence sürenin önemi yok. Yeter ki ayrılık girmesin aramıza. :)

      Sil
  2. Yeni bölüm ne zamn gelecek

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *