Şeyler Arasında Şey


"Bir budala olduğumdan kuşkulanıyorum," dedi takım elbiseli adam fısıldayarak. Önemli bir sır veriyormuşçasına çok ciddi ve tedirgin bir hali vardı. Sezai Bey ise işittiği gülünç sözden ötürü gözlerini devirmiş, alışık bir tavırla kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Neden sonra öne doğru hafifçe uzanıp masadaki simetrik olmayan birtakım gereçleri düzeltmeye koyuldu. İsminin yazılı olduğu küçük tabelanın açısını değiştirirken "Nasıl vardınız peki bu yargıya?" diye sordu müşterisine.

"Yolda yürürken karşıdan gelen birini asla fark etmiyorum. Sanırım benim dışımdaki bütün insanlar görünmez. Fakat budalalar hep göz önündedir."

"Bu şehirde yaşayan hiç kimse fantastik bir yaratık değil Yavuz Bey. Öyle sanıyorum ki yolda yürürken aslında başka bir caddede hatta başka bir mahallede geziniyorsunuz. Farklı bir ülkede bile bulunuyor olabilirsiniz. Hangi yılda kaybolduğunuza dair bir tahmininiz var mı acaba?"

"Hayır," diyerek büyük bir hayretle kafasını iki yana salladı zengin müşteri. "Aman Allah’ım o zaman ben sadece budala değilim, kayıp bir budalayım!"

Az sonra yüksek minarelerden öğle ezanının dingin sedası işitildi. İçeriye temiz hava girmesi için pencereyi iyice aralayan dedektif, konforlu koltuğuna geri oturduktan sonra masaya doğru eğildi ve kısık bir sesle mırıldandı. "Neden şey hakkında bu kadar ısrar ediyorsunuz Yavuz Bey? Şey işte... Budalalık."

"Bilmem ki. Çocukken herkes o şekilde çağırırdı beni."

“Her neyse,” diye omuz silkti Sezai Bey. Sıkılmaya başlamıştı ve bu sebepten ötürü konuyu değiştirmek istiyordu. Bugünkü ziyaretinin asıl nedenini sordu tuhaf müşterisine. Kim bilir yine neyin peşindeydi karşısında oturan adam?

"Dedektif bey asıl meseleye girmeniz beni çok memnun etti. Ne olursunuz bana yardım edin. Islığım kayboldu. Onu hiçbir yerde bulamıyorum. Sanırım kendi hür iradesiyle beni terk etti."

"Islık mı dediniz?" Kalemiyle oynamaktan vazgeçip tek kaşını merakla kaldırdı.

"Evet ta kendisi," diye sitem etti müşteri ağlamaklı bir şekilde. İddiasının doğruluğunu kanıtlamak için ne yapacağını iyi biliyordu. Hemen gövdesini dikleştirip büyük bir ciddiyetle ıslık çalma girişiminde bulundu. Dudaklarını büzüştürürken yazık ki dışarıya bir miktar tükürüklü hava püskürtmekten öteye geçemedi.

“Anlıyorum sizi,” dedi dedektif başını ağır ağır sallayarak. Son zamanlarda mesleki tatmin yaşamadığını üzülerek kabul ediyordu. Neden bürosuna gerçek bir vaka gelmezdi ki? Umutsuz bir bakışla randevu defterini inceledi. Sonraki müşterilerin ne tür taleplerde bulunacağını düşünürken canı iyice sıkılmıştı.


***

“Beşe bölünebilen sayılara bayılıyorum. Ah öyle sempatikler ki bilmem nasıl anlatabilirim size bu beğenimi! Sonu sıfır veyahut beşle biten saatlerde kendimi çok mutlu hissediyorum. Oysa diğer rakamlar hiç öyle değil. Fark ettiniz mi dedektif bey randevular, resmi imtihanlar, dizi saatleri hep sonu sıfırlı saatlerde başlıyor. Kim 10.39 ya da 8.17 gibi tek sayılı vakte önemli bir işini koymak ister? Şahsen ben öyle düzensiz sayılardan çok korkarım. Her şeyi beşlere onlara yuvarlamak isterim.”

Sarı saçlı kadın neredeyse hiç soluk almadan konuşurken genç dedektif o esnada duvar saatine kısa bir bakış atmış, deminden beri kısa notlar aldığı defterini profesyonel ve karizmatik bir hareketle kapatmıştı. Yeni müşterisiyle görüşmesi takriben yirmi dakikayı bulmuştu. Beşe bölünebilen güzel bir sayı… Evet, artık muhatabının lafını kesebilirdi.

“Buraya geliş maksadınızı sorabilir miyim Nigar Hanım? Dedektiflik servisinden nasıl bir hizmet bekliyorsunuz?”

“Bilmem ki nereden başlasam… Kocam kırmızı fularlı filozof kafalı üşütük mü üşütük bir adam. Sağda solda beylik laflar ediyor; kadınlar alışveriş yapan hayvanlardır, deyip duruyor. Oysa kendisi de konuşan bir hayvan. Üstelik ağzından çıkanları kulağı duymuyor.”

"İki taraf da hayvan olduğuna göre ortada bir sorun kalmıyor. Haksız mıyım hanımefendi?"

“Ama dedektif bey bu tür ontolojik bir tanımı haysiyetim kabul etmiyor. Ben ne hayvanım ne de atom ve moleküllerden müteşekkil kimyasal bir karışım. Hayır ben şey değilim.”

Şey değilseniz nesiniz o halde?”

“İnsan,” diye yanıt verdi kadın tamamen ikna olmuş bir duruşla. “Evet eskiden şeyler arasında bir şeydim. Kimileri buna beşer diyor. Ama sonra beşerden insanlığa yükselme sırrını buldum.”

“Sırrınızı benimle paylaşmak ister misiniz?”

“Siz de mi kendinizi şey gibi hissediyorsunuz? Nasıl desem kalem, kâğıt, masa, duvar gibi şeyler… Hiçbir sorumluluğu olmayan ruhsuz maddelerden bahsediyorum.”

“Hayır tabii ki.”

“Aslına bakarsanız kocam da şeyler arasında bir şey. İnanır mısınız tıpkı bir maymun gibi yaşıyor. Lakin her fırsatta entelektüel bir maymun olmaktan gurur duyduğunu dile getiriyor. Oysa hayvanlar bedenleriyle yaşar, insanın ise ruhuyla yaşaması gerekir.”

“Bir bakıma haklısınız.”

“Kocam sabah akşam bazı teorik saçmalıklar söyleyip gelişim basamaklarından dem vuruyor. Hayır, ben sözünü ettiği gelişim basamağının son evresi değilim. Daha en başından en mükemmel surette yaratıldım. Yaygın kanaatin aksine hayat her daim doğrusal bir şekilde ilerlemez dedektif bey. Gelecekteki insan ırkına kıyasla şu an daha ilkel bir yaratık olduğumu kabul etmiyorum. Aynı şekilde atalarım da ilkel değildi. Şiir yazan, din ve sanatla ruhunu incelten bir insan nasıl ilkel olabilir ki?”

Sezai Bey muhabbetin gittiği yönden rahatsız olmaya başlamıştı. Yapmacıktan birkaç kez öksürerek boğazını temizledi. “Zorluk sevmediğine yakın olmaktır, der İmam Şafii. Ben evlilik danışmanı değilim ama eşinizi sevmiyorsanız bu beraberliği devam ettirmenin manası nedir acaba?”

Nigar Hanım hüzünlü bir belirsizlikle gülümsedi. “Sizin de malumunuzdur ki akıllı kimse sonuçları hesaplayabilendir. Ondan ayrılmayışımın bazı hususi nedenleri var,” deyip uzunca bir müddet sessiz kaldı. Kol saatini takip ettiği apaçıktı. Sonu sıfırla biten ideal dakikayı bekliyordu. Ancak o zaman rahatça konuşabilir, derdini anlatabilirdi. Yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz ve otuz…

“Ay takvimi yerine neden güneş takvimini kullanıyoruz hiç düşündünüz mü Sezai Bey? Veyahut ocak ayının yılbaşı sayılmasını… Yeni yılın ne zaman başladığı tamamen keyfi bir karar. Şubattan çalınan iki günden bahsetmiyorum bile. Temmuz ve ağustos aylarını bu yüzden sevmiyorum. Başka kıtadaki narsist insanların keyfi kararlarını kendi doğrularımızmış gibi yaşıyoruz. Çok üzücü değil mi bu? Ben kendimi iki bin yılında hissetmiyorum. Ah birileri zamanımızı çaldı bizden dedektif bey! Sizden arzum kayıp zamanı bulmanız. Bu işin sonunda emeğinizin karşılığını fazlasıyla ödeyeceğime emin olabilirsiniz. Yeter ki zaman hırsızlarını yakalayın.”

“Sizi anlamıyorum.”

“Elbette anlayamazsınız. Hiç güneşin doğuşunu hayretle müşahede ettiniz mi?

“Hayır,” dedi adam düz ve monoton bir sesle. Sezai Bey sabah erken uyanabilen insanlardan değildi.

“Çünkü mucizenin tekrarlanışı mucizeyi adi kılar. Aynı şekilde yanlışların tekrarlanması da insanlar nezdinde yanlışları meşru kılar. Doğrularımızı nerede kaybettiğimizi bulabilirsek başkalarının yanlışlarını yaşamaktan kurtulabiliriz belki.”



Önceki

Yorumlar

  1. Nyan ve orjinalliği. Az, öz ve düşündürücüydü. Keyifle okuduğum bir hikaye oldu. İçinde matematik olmasını ayrıca sevdim. ^^

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *