Göğe Bakmak Yasak-3
3. Bölüm
Rüzgargülü örgütünün üyeleri, güzelliğinden ötürü
ağlayan kadını surlarda bir başına bırakmayı çok merhametsizce bulmuşlardı. Bu
yüzden onu yanlarında götürmeyi seçtiler. Münire kadını kendi atına alarak
erkekleri arkadan takip etti. Şehrin girişine ulaştıklarında atlarından inip
gürbüz hayvanları uygun bir yere saklamaları gerekmişti. İtibarlı aileler şehirde rahatça at
arabasını kullanabiliyorken geri kalan vatandaşların caddelerde at koşturması ve ekseri araç sürmesi katiyen yasaktı.
"Münire," diye seslendi Şükrü omzunun üstünden. "Sen
kadıncağızı alıp Hilmi'nin mekanına götür, yanımızda çok dikkat çekiyor. Fabrikaya tek başımıza
gideceğiz."
Başını salladı genç kız. Durumdan memnun olmadığı yüz ifadesinden alenen okunuyordu. Zeytinyağı kaçakçılarının
inine girmeyi hayli istemesine rağmen şu koşullarda operasyona gitmesi mümkün değildi.
Kızıl saçlı kadın böylesine kederli ve yıkık bir haldeyken onu yalnız bırakması doğru olmazdı.
Hilmi Abi'nin evsiz insanlar için bedava yemek ve
yatacak yer sağladığı küçük bir pansiyonu vardı. Kimsenin etlisine sütlüsüne
karışmayan babacan bir esnaftı Hilmi. Eskiden aristokratların mahallesinde berberlik yapardı. Ters konuşan bir soyluya yumruk attığı için eski işini bırakmak zorunda kaldığı söyleniyordu. Eh, gerçeği ancak Allah bilirdi. Pansiyonun bodrum
katında örgüt mensupları bir araya gelip gizli toplantılar gerçekleştiriyordu.
Şimdiye kadar hiçbir bekçinin kuşkusunu çekmeden toplanmayı ve selametle
evlerine dağılmayı başarmışlardı. Ama her zaman yakalanma ihtimali enselerinde geziniyordu. Umulurdu ki şansları aynı şekilde devam etsin.
Kadının ben buradayım diye bangır bangır bağıran canlı kızıl saçlarını
saklamak için başına kahverengi bir eşarp bağladı Münire. Omuzlarına da basit
bir şal attı. Buna rağmen inatçı iri bukleler kaygan eşarbın altından dışarı
çıktı. Yapacak bir şey yoktu. Genç kızın aklına başka da fikir gelmiyordu çünkü. Kızılın
suratına koyu camlı bir gözlük taktıktan sonra etraftaki kuşkulu bakışların bir nebze azaldığını hissetti. Vakit hızla akarken iki kadın oyalanmadan harekete
geçmişti. Kol kola girip en tenha sokakları kullanarak seri bir şekilde yolları tükettiler. Şu ıslak yeşil gözlerin bekçiler tarafından görülmemesi lazımdı. Zira renkli gözler
ülkede pek yaygın değildi. Hatta yakın tarihlerde renkli lens takmakla alakalı bir yasağın çıkacağından bahsediliyordu.
Tuhaf kadının üzgün halinden etkilenen Münire
onunla konuşmaya çalıştı. Biraz olsun rahatlamasını diliyordu. "İsmin ne
senin? Kim olduğunu cidden hatırlamıyor musun?"
Boş gözlerle baktı muhatabı. "Hayır," derken
tekrar sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Münire soru sorduğuna bin pişman olmuştu oracıkta.
"Lütfen ağlama. Hadi ama bekçilerin başımıza üşüşmesini mi istiyorsun? Sakin ol lütfen. Tamam şöyle yapalım o zaman. Bundan sonra ismin Suzan olsun senin.
Anlaştık mı? Hadi bakalım Suzan hızlı yürüyelim de bir an önce pansiyona varalım."
Kadın burnunu çekerken uslu bir çocuk gibi kafasını
aşağı yukarı salladı. Yeni ismini beğenmişe benziyordu. Üç yıldızlı ucuz
otellerin bulunduğu kirli caddeye ulaştıklarında ters giden hiçbir şeyle
karşılaşmamışlardı henüz. Hilmi Pansiyon'un gösterişsiz tabelası caddenin karşı
tarafında sönük bir şekilde duruyordu. İki kadın çevreyi son kez kontrol etmenin ardından yolun öbür tarafına geçmeye
yeltendi. Lakin önlerine çıkan bir fayton adım atmalarını bütünüyle engellemişti.
Arabanın kapısı hoyratça açıldığında içeriden kabarık etekli iki kadın indi.
"Kızıl!" diye tısladı hanımlardan genç
olanı. Ve Suzan'ın kolunu kavradığı gibi onu faytona doğru çekiştirdi.
"Hemen bizimle geliyorsun."
"Ne oluyor? Bırakın kadını!" Münire hiç
düşünmeden olaya dahil oldu. Gündüz aydınlığında adam kaçıran iki zorbaya karşı yiğitçe mücadele etti. Ancak demir gibi güçlü bilekleri vardı yabancıların. Münire'den
kurtulamayacaklarını anlayınca onu da Suzan'ın beraberinde faytona doğru
çekiştirdiler. Bu kez geniş omuzlu, epey kuvvetli arabacı da zor kullanarak
meseleye el attı. İkiye karşı üç kişi vardı artık.
"Bırakın bizi diyorum size! İmdat adam
kaçırıyorlar!" Münire arabacının elini ısırdı. Adam sivri dişlerden
kurtulmaya çalışınca hengame iyice büyümüştü. İtiş kakış hiçbir sonuca
bağlanmadan devam ederken bir başka at arabası gelip arkada durdu. Fare
suratlı, kabarık etekli genel sekreterin faytonuydu bu.
Kapı tek hamlede açıldı, kadın şamatayı durdurmak için çabucak
aşağı indi. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu sert ve otoriter bir
sesle. Arabacı koltuğunda samuray kılıklı, civan boylu iki yiğit vardı. Hususi
korumalar edasında sekretere eşlik ediyorlardı.
"Efendim gördüğünüz gibi Kızıl'ı bulduk ve
aldığımız emri yerine getirmek üzere onu tutuklayıp adalet divanına götürmeye
çalışıyoruz."
Konuşan üyenin yüzüne sağlam bir şamar indirdi
sekreter. "İşinizi böyle amatörce mi yapıyorsunuz? Dua edin de etraftaki
gök bekçilerinin dikkatini başka bir yere çektik. Yoksa hepsi soluğu ilk burada alacaktı."
Sorumsuz iki üyeye iyice fırça attıktan sonra bu sefer
Suzan'dan hesap sordu. Miyop gözleri öyle korkutucu bakıyordu ki kimse şu
öfkeli kadının nefretinin hedefinde bulunmak istemezdi.
"Cemiyetin sırlarını nasıl ifşa edersin sen ha? Bu
kaçıncı kaçışın, meczup yaratık? Neden pes etmiyorsun! Ah soylu bir aileden geliyor olmasaydın
sana ne yapacağımı bilirdim ben. Otur kalk Yakut Hanım'ın himayesine şükret."
"Hayır," diye çocuksu bir saflıkla karşı çıktı Suzan. "Ben
kötü bir şey yapmadım."
"Surların etrafında gördüğün bütün insanlara
cemiyetimizin yasaklı ninnisini söylemişsin. Bizim her yerde işiten
kulaklarımız vardır sefil kadın! Söylediklerini duymayacağımızı mı
zannettin?"
Samuraylardan biri Suzan'ı kollarından tutup öndeki
faytona sürükledi. Fare suratlı sekreterin işi henüz bitmemişti. Öne doğru birkaç adım
attı ve Münire'nin dibine kadar geldi. Pek de kibar olmayan bir şekilde kızın
çenesini kavradı. "Hmm... Yakut Hanım'ın dediği kadar varmışsın," diye
değerlendirdi genç kızı. Kendi at arabasını işaret ederek, "Sen de bizimle
geliyorsun küçük hanım," dedi. Emri ikinci samuray tarafından derhal yerine getirildi.
***
Bugün çamaşırhane pek kalabalıktı. Ancak kirli
kıyafetlerini yıkatmak için gelmemişti insanlar. Hepsi de bizatihi Yakut
Hanım'ın davetlisiydi. Köyleri ve şehirleri çalkalayan son habere göre
çamaşırhanenin aksi sahibi biricik oğlunu evlendiriyordu. Kimileri tebriklerini
ve iyi dileklerini iletirken kimileri kara kara yas tutuyordu. Adama gizliden gizliye
aşık olan çamaşırcı kızların gözleri yaşlıydı. Pembe, romantik hayalleri
başlarına yıkılmıştı. Her şey bir yana düğün seremonisi için yapılan
hazırlıklar hakikaten takdire şayandı. Düğün için masraftan hiç kaçınmamıştı
Yakut Hanım. Devasa bahçedeki direkler; balonlar, ampuller ve envai renkte
süslerle bezenmişti. İlkokul talebelerinden oluşan koro çok tatlı şarkılar
söylüyor, Peynirci Rıza'nın üçüz torunları yan flüt çalarak koronun şarkılarına
huşuyla eşlik ediyordu.
Annesinin şu topraklarda eşi benzeri bulunmayan özel
elbisesini giydirmişlerdi Münire'ye. Kafasına da zarif bir duvak takmışlardı.
Zorla evlendirildiğini biraz geç kavramıştı. Üstelik damat olacak kişi Yakut
Hanım'ın oğluydu. Cavit en son Şükrü'yle birlikte zeytinyağı fabrikasına
gidiyordu. Meğer ki rütbeli asker bir haindi. Rüzgargülü örgütünün üyelerini
kolayca oyuna getirmişti. Senatodaki soylular için Rüzgargülü büyük bir tehdit
unsuruydu. Kukla oyununda yaşamaya devlet erkanı ve zengin soylular gönülden razıyken bu
bir avuç arızalı gencin her fırsatta sorun çıkarması sevilir bir durum değildi. Ayrıca
Ekrem kabarık etekli kadınların isteği üzerine Cavit'i öbür arkadaşlarından
ayırıp eli bağlı şekilde çamaşırhaneye yollamıştı. Annesi, oğlunu kendi bulup
beğendiği kızla evlendirecekti çünkü.
Gelin ve damat penceresiz küçük bir odada
bekletiliyordu. Yollar bozuk olduğu için nikahı kıydıracak imam gecikmişti.
Herkes heyecanla onun yolunu gözlüyordu.
Münire oturduğu yerden sesli sesli ofladı. "Planın ne Cavit?"
diye sordu yılgınca. "Bu aptalca duruma karşı çıkmayacak mısın?"
Adam yapmacıktan öksürdü. Vaziyetten şikayetçi olduğu
söylenemezdi. Boğazını sıkan kravatı biraz gevşetti ve kadını neşelendirmek
için birkaç söz sarf etti.
"Hadi ama evimi geçindiremeyecek bir adama mı
benziyorum? İyi bir koca olabilirim bence. Düşünsene Münire... Birlikte küçük
sevimli bir kulübede yaşamaya başlarız. Tek sorunumuz para kazanmak olsun
canım! Benim için ağlayan bütün çamaşırcı kızların gözyaşlarını kullanıp yeni
bir parfüm üretirim. Sonra da ismini Sevdanın Gözyaşları koyarım. Zengin
oluruz kızım! Seni saraylarda yaşatırım valla."
"Ha ha ha!" diye yapmacıktan güldü gelin
hanım ve gözlerini abartıyla devirdi. "Çok komiksin Cavit."
"Eh birinin ortamı yumuşatması gerekiyordu."
"Bizi zorla evlendireceklerinin bilmem farkında
mısın?"
"Evet," dedi adam düz bir sesle. Suratını
ifadesiz tutmaya çalışsa da sanki içten içe halinden memnunmuş gibi duruyordu.
En azından Münire öyle tuhaf bir şey sezinliyordu.
Çamaşırhanenin dik tepesini çıkmayı başaran imamın atı
dakikalar sonra tören alanına vardı. İkilinin nikah anı için her şey tastamamdı
artık. Kabarık etekli kadınlardan oluşan pembe elbiseli nedimeler eşliğinde
gelin ve damat bahçeye teşrif etti. Üçüz kızların flütlerinden huzurlu bir
melodi okşadı bütün kulakları. Konuklar hayran bakışlarla izledi çifti. O anda
topluluğunun aklından hep aynı düşünceler geçiyordu. Ah ne kadar da
uyumlu görünüyorlardı!
Kızıl saçlı Suzan yine cemiyetten kaçmayı başarmıştı.
Yasak ninniyi söyleyerek uzak yollarda kaybolmuştu. Münire ise düğün
alanındayken ve bütün gözler elbisesinin üzerindeyken herkesin bağlı olduğu
siyah ipleri apaçık görüyordu. Kuklaların ipleri göğe doğru uzanıyordu. Yasa
gereği düğünde hazır bulunan birkaç gök bekçisi büyük bir sorumluluk aşkıyla
görev başındaydı. Onların varlığı sebebiyle kimse başını yukarı kaldırmaya
veyahut bu fiili aklından geçirmeye bile cesaret edemiyordu.
Müstakbel gelin çamaşırhanede esir tutulduğu günler içinde kabarık etekli kadınlardan birkaç malumat kapmıştı. Hangi korku sebebiyleydi bilmiyordu ama rahmetli annesi küçük kızını güvende tutmak için bu kukla oyununun içine saklamıştı. Münire'nin annesi gerçekten de özel bir kadındı. Fare suratlı genel sekreter dışında bütün kabarık etekli kadınlar ona büyük saygı duyuyordu. Hal böyle olunca kızı da aynı saygı ve ilgiden nasibini alıyordu. Yaşanan son olaylar hakikaten çok karmaşıktı. Mantıklı bir açıklamaya ihtiyacı vardı Münire'nin. Nikahtan sonra bu işin peşine düşmeye kararlıydı. Kukla oyunundaki sır her neyse ninnide gizlendiğini tahmin ediyordu. Ona öyle geliyordu ki gerçek dünyanın insanları, sahte dünyada yaşayan geniş nüfuslu halktan haberdar değildi.
3. Bölümün Sonu
Önceki Bölüm
Yorumlar
Yorum Gönder