Perilere İnan-5






5. Bölüm: Güzel ve Çirkin

"Yüzde iki milyon ihtimalle başarısız olacaksınız," dedi Mahir kollarını göğsünde bağlarken. Sağ omzuna yüklenerek kapının eşiğine yaslanmıştı. "Beni operasyona çağırmadığınız için çok pişman olacaksınız. Ah be şu ücra köyde üstün zekamın zerre kadar takdir edildiği yok! Ben ağlamayayım da kim ağlasın?"

Amir'den emanet aldığım şeffaf taşı cebime koyup ya sabır çektim. Onu aramıza dahil etmedik diye küçük çocuklar gibi hırçınlaşmış, dakikalardır söylenip durmaktan kafamızın etini yemişti.

"Daha kaç kez söyleyeceğim nikaha zaten çok az insan gidiyor. Ortamı hepten kalabalık yapıp yiyicinin bizi fark etmesini mi istiyorsun? Saçsız kafan böyle ışıl ışıl parlarken kimliğini nasıl gizleyeceksin acaba bay akıllı?"

Kel olmak suç mu, dercesine alıngan bir ifadeyle sırtını döndü. Lakin yeşil ışık yakmayı katiyen düşünmüyordum. Üzgünüm Keloğlan. Tuhaf bombalarını bu kez kullanamayacaksın.

Rahşan bir avuç dolusu turuncu pırıltıyla motelin resepsiyonunda hazır ve nazır bir şekilde bekliyordu. Masmavi gözlerindeki yoğun parlak mutluluk bakanı kör edecek cinstendi. Perinin verdiği görevi yerine getirmek için sabırsızlandığı her halinden anlaşılıyordu. Bana karşı beslediği bu büyük sevginin kaynağını cidden bilmiyordum. Ne yazık ki aynı halütavır muhafızlar için geçerli değildi. Altın kızın mevcut saadetini hiçbiri paylaşmıyordu. Bilhassa İbrahim kaşlarını çatmış, keyifsiz bir vaziyette elmasını dişliyordu.

Motelin giriş salonunda toplanmamızdaki biricik amaç, Amir dışında diğer üç muhafızın kılığını değiştirmekti. Ercüment ve Hiroshi'deki boy posla adım attığımız her bucakta kolaylıkla dikkat çekerdik. Bu yüzden ne yapıp edip onları gizlemeliydik. Amir ise yine en akıllıca yolu seçip -biraz da benim zorlamamla- zihnime girmişti. Pelerinin ipini bileğime bağlayarak onunla zihin kanalından iletişim kurmuştum. Hak verirsiniz ki siyah pelerinli Zorro kostümüyle camide dikkat çekeceği su götürmez bir gerçekti. Üstelik yiyiciyle geçmişten kalma bir düşmanlıkları vardı. Sahte belgeselci, diğer muhafızlarımın kimliğini henüz bilmiyordu. Ancak Amir'i peçesine rağmen tanıması veyahut varlığını bir şekilde hissetmesi daha kolaydı. 

"Fosforlu kız şu saçma sapan simleri üzerimize dökmek zorunda mı?" diye sitem etti İbrahim.

Başımı emin ve tereddütsüz bir şekilde salladım. "Rahşan'ın pırıltı tozları gerçekten işe yarıyor. Jülide bunun en büyük kanıtı değil mi? Sizi saklamak için böyle etkisi kanıtlanmış bir yönteme ihtiyacımız var." Halihazırda Jülide motelin yemyeşil bahçesinde ağaç formuna bürünmüş, mışıl mışıl uyuyordu. Pırıltıların şekil ve şemail değiştirme maharetini inkar edemezdik.

Fosforlu kız hitabına hayli sinir olan Rahşan'ın suratı kırmızıya dönmüştü. Yavrucağa müsaade etsem gözünü bile kırpmadan elmaseveri bir kaşık suda boğardı. İbrahim'le aralarında sebebini çözemediğim şiddetli bir husumet mevcuttu. Beraber oldukları her ortamda atışmaktan geri durmuyorlardı. Aslına bakarsanız kurdeleli bir prenses kıyafeti giymiş olan altın kız o tatlı görüntüsüyle perilere benden daha çok benziyordu. Perihan Teyze tarafından niçin peri seçildiğimi hala çözebilmiş değildim.

Saniyeler gergince akadursun Rahşan altın pırıltıları muhafızlara serpmek için bendenizden tek bir işaret bekliyordu. Uzun zamandır onu bu kadar hevesli görmemiştim. Nihayet gerekli talimatı verdiğimde Ercüment ve Hiroshi boylarını kızcağızla eşitlemek için kibarca eğildi. Seremoni havasında ilerliyordu işlemler. Ancak sıra huysuz elmasevere gelince Rahşan bir anda hırpanileşmişti ve avucundaki son pırıltıları İbrahim'in üstüne hışımla boca etmişti. Tokat atsa ancak bu kadar şiddetli bir etki yapabilirdi. Zavallı çocuk da böyle bir çıkışı beklemediğinden kolunu kaldırıp dirseğini yüzüne siper etmişti. İki inatçı keçinin birbirlerine düşmanca bakışmalarını görmezden gelerek gözlerimi Mahir'e çevirdim. Sonucu test etmeliydik öyle değil mi?

Far görmüş tavşan ifadesiyle öne doğru fırlamıştı süt kardeşim. "Nereye kayboldu bunlar?" derken telaşla etrafı arayıp taradı.

"Hiçbir yere kaybolmadılar, üçü de burada. Ancak onları sadece ben görebiliyorum," dedim ve keyifle ellerimi ovuşturdum. "Şimdi kolaylıkla nikah merasimine sızabiliriz."

Birkaç dakika sonra muhtarın kırmızı kamyonetinin korna sesini işittik. Kudo Başkan tam zamanında varmıştı. Görünmez muhafızlarımla birlikte kamyoneti karşılamak üzere dışarı çıktık hemen. Sürücü koltuğunda yağız oğlan Takano oturuyordu. Japon yakuzalar yaz sıcağına rağmen operasyon kombini yapmış, siyah deri ceket ve sivri burunlu kundura giymişlerdi. Kudo ve diğer iki yakuza artistik bir edayla araçtan inip Japonca selam verdiler. Onlar da Mahir'le birlikte motelde kalacaklardı. Fakat bizim çete lideri, Takano'yu tam teşekkül silahlandırarak yanımıza vermişti. Her ihtimale karşı caminin arka tarafındaki yolda kamyonetin içinde bekleyecekti. Sağ olsun Kudo bazen çok ince düşünüyordu.

"Eee Hiroshi nerede? Yalnız mı gideceksin?" dedi göbekli lider.

"Ebru muhafızları görünmez adama çevirdi!" diyerek parazit gibi araya girdi Mahir. "Bu kız büyücülüğe başladı. Sonu hiç hayırlı değil bence."

Kaşlarımı çatıp kötü kötü baktım iftiracı kuzenime. "Tövbe estağfirullah de kimyager, işine nasıl geliyorsa hep öyle konuşuyorsun! Bilimin henüz çözemediği sırları derin bir kavrayış, gözlem ve sezgiyle keşfettiysem büyücü mü oluyorum? Hah, peri koltuğuna boşuna mı oturdum sanıyorsun?"

Gururlu, karizmatik fakat göklerde yalnız uçan bir önder duruşuyla sisli bakışlarımı uzaklara diktim. Mahir haytası az daha kafamı uçuracak olan şu malum erikli bombalarını unutmuştu herhalde. Meyve görünüşlü patlayıcı icatları yüzünden gençliğimin baharında öldürecekti beni. 

Zihnimin duvarlarında Amir'in kıkırtıları yankılanırken onu hiç duymamış gibi davrandım. Perilik karizması taşımadığımın bittabi farkındaydım dostlarım. Fakat hazirunun önünde kem gözlü kimyagere pabuç bırakmayı da düşünmüyordum.

İyice heheylendiğim dakikalarda ayaklarımı kıpırtılı bir şey pat pat diye dürttüğünden fırça çekmelerime devam edemedim. Bayramlık ağzımı kapatıp yüzümü aşağıya indirirken minik bir sürprizle karşılaşmıştım. Bu şey radyo-kaplumbağaydı! Radyoların bizim boyuta geçme izinleri var mıydı ki? Onlara köyümüzün sınırlarında ilk defa rastlıyordum. Yaşlı hayvancağız motel bahçesinde uyuşukça hareket etmiş ve en sonunda ayak uçlarıma kadar pıtır pıtır yanaşıp sırtında taşıdığı sesli mesajı güç bela paylaşmıştı.

Yeni mesaj beklediğim gibi Kendal Bey'dendi. İhtiyar meclisi kararlaştırdıkları hususi planlarını inatla hatırlatıyorlardı bana. Ama kusura bakmasınlar Nefise'yi harcayamazdım. Güzeller güzeli kızın elin üçkağıtçı yiyicisiyle evlenmesine nasıl yardım ve yataklık edebilirdim? Hayır, o kadar kalpsiz değildim. Hem Altınözü gücünün açığa çıkması bu kadar hayati miydi ki? Nasılsa yiyicileri zapt etmeyi başarmıştık, boyut için artık büyük bir tehlike unsuru yoktu. Bana sorarsanız inatçı ihtiyarlar kesinlikle akıllarını kaçırmışlardı.

Dev ağaçların arasındaki ihtişam abidesi yiyici sarayının silueti hala köy manzarasından silinmemişti. Oradaki suni görüntü aslını tam olarak yansıtmıyordu. Zira ışık halkı Ruh Gözü'ne sığındığından beri boyuttaki bütün ışıklar sönmüştü. Sarayın farklı renklerle aydınlatılan odaları soğuk bir karanlığa gömülmüştü. Kamyonet caminin bulunduğu tepeye bozuk homurtular çıkara çıkara tırmanırken muhafızlara ciddi bir şekilde yeraltı hırsızlarının numaralarından birini açıklıyordum. İbrahim dışında diğer ikisi anladıklarını belli edercesine kafalarını salladı. Hiroshi maşallah çok efendi çocuktu. Fazla konuşkan olmasa da güzel bir Türkçesi vardı. Belli ki rahmetli annesi bizim Japon oğlanı iyi yetiştirmişti. Yol boyunca şoförümüz Takano'yla Hiroshi'nin tercümanlığı vesilesiyle iletişim kurabildik.

"Hiç sesin soluğun çıkmıyor Amir," diye yokladım kafamın içinde ikamet eden adamı. Kamyonet beyaz caminin arka cephesindeki yolda durmuştu ve herkesten önce ilk ben aşağı inmiştim.

"Biraz tuhaf hissediyorum Ebru. Her şey gereğinden fazla sessiz. Bu sakinlik beni rahatsız ediyor."

"Neyi kastediyorsun? Yiyicinin sessizliğini mi?" dedim ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışarak.

"Evet."

Muhbir kargaları tutukladığımız için federasyonun iletişim ağına kilit vurulmuştu. Kara casuslar artık iki boyut arasında haber uçuramıyordu. Ancak dışarıda hiçbir muhbirin kalmadığını düşünmek biraz saflık olurdu. Bir yerlerde saklanan kargaların varlığı olası ihtimaller arasındaydı. Boyuttaki son gelişmelere dair dışarıya bilgi sızdırmamaya çalışsak da kargaların boşboğazlığı planlarımızı bozabilirdi.

Takano'yu arkada bırakıp muhafızlarla birlikte cami bahçesine girdiğimizde görünürde yanımda kimsecikler yoktu. Gerginliğimi azaltmak için kısık bir mırıltıyla kısa sureler okudum. Amir stres yapmamamı telkin etmesine mukabil onun sesi de teyakkuzda olduğunu belirtircesine kuşkulu çıkıyordu.

Yanımdaki vesveseli adamlar pırıltıların kalite kontrolünü yapmadan duramamışlardı. Ellerini ve kollarını saçma bir biçimde sallarken çevredeki insanlar çok şükür hiçbir tepki vermemişti. Sonuç şu ki gerçekten görünmez olmuşlardı. Eh bundan sonrasında Rahşan'ı içtenlikle takdir etmeleri lazımdı. Zira benim akıllı kızım çok iyi iş çıkarmıştı. 

Düğün evinin önünde konuklar dağınık bir vaziyette toplanmıştı. Uğultulu kalabalığa çok yaklaşmadan çevreyi ayrıntılıca gözlemliyordum. Belgeselcinin zatına henüz denk gelmemiştim. Nefise'nin annesi iki katlı evin taş merdivenlerinden inerken beni fark etmiş, istifini bozmadan uzaktan başıyla selam vermişti. Yiyicinin dikkatini çeker diye yanıma gelmeyi uygun bulmamıştı. Gergin suratından mutlu olmadığı rahatlıkla okunuyordu. Sanırım gelin hanımın bütün aile üyeleri yiyici gerçeğinden haberdardı. Kaygılarına hak veriyordum tabii. Şu anda yaşadıkları kolay bir durum değildi. Ne var ki adamı kaçırmamak için son dakikaya kadar yanlış hiçbir girişimde bulunmamalıydılar.

Sadece yakın akrabaların katıldığı nikah merasimi başlamak üzereydi. Babasının koluna girmiş olan Nefise gelin evinden çıkarken aşağıdaki minik kalabalığın en arkasında gizlenerek onu izledim. Sade beyaz bir elbise giymişti. Süssüz ve düzdü. Ancak o haliyle bile çok güzeldi, su gibi duruydu. Başını kaldırdığı kısacık anda yeşil gözleri hemen beni buldu. Güvende hissetmesi için ona içtenlikle gülümsedim. 

Dakikalar sonra ön sırada dikilen damat beyi nihayet seçebildim. Esasında Amir'e ait olan yakışıklı suratı her zamankinden daha bakımlıydı. Belli ki yiyici berberde epey vakit geçirmişti. Dağınık saçlarını kestirmiş, derli toplu bir şekil vermişti. Sakallarını kısaltmıştı. Herkes birer ikişer camiye geçtiğinde usulca içeri girip yine uzak bir noktada oturdum. Ah zavallı imam efendi, kızının nikahını kıyacağı için kim bilir neler hissediyordu!

"Ebru," diye kulağıma doğru fısıldadı elmasever, "yiyicinin bizi gerçekten görmediği konusunda şüphelerim var. Az önce bu tarafa baktığına yemin edebilirim."

İbrahim'in sözleri halihazırdaki stresimi iyiden iyiye arttırırken alnımı kırıştırdım. "Rahşan'ın pırıltı tozları yiyici gözlerine karşı etkisiz mi yoksa?" dedim huzursuzca. Şayet bu olasılık doğruysa Nefise de dahil hepimiz şu an büyük bir tehlikedeydik.

"Daha fazla beklemenin anlamı yok o zaman. Maskeleri getirin," dedim arkadaki muhafızlara. Hiroshi siyah bir kutuyla geri dönünce elimi kutunun içine daldırdım. Jelimsi kıvamda ve bilye büyüklüğündeki topları avuçlar avuçlamaz tek hamlede yukarıya doğru fırlattım. Etrafa saçılan toplar mendil misali genişçe açıldığında hiçbiri hedefini şaşırmadan içeride bulunan insanların yüzüne yapışmıştı.

Jelatin maskeler yerleştiği yüzün biçimini kusursuz bir şekilde kavrıyor ve kaplıyor, ortaya ifadesiz ayna misali suratlar çıkarıyordu. Normaldir ki aynaya bakan kişi ancak kendi yansımasını görürdü. Bu maskeyi takan kişiye baktığınızda kendi suratınızdan başka bir şey göremezdiniz. Yiyiciyi bir müddet oyalamak için mükemmel bir tuzaktı bu.  

Ercüment ve Hiroshi aynı maskeden takmış olan Nefise'ye doğru hareket etmeye başlamıştı. Neler olup bittiğini bilmeyen konuklar ise telaşa kapılmıştı. Bir diğerinin taktığı maskeden ürküp birbirlerinden kaçmaya uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Oluşan kargaşadan faydalanarak Giz Nişanı'nı cebimden çıkardım ve parlak yüzeyine dudaklarımı usulca değdirdim. "Geçen sefer Jülide'yi kurtarmama yardım etmiştin. Giz Nişanı... Lütfen bana tekrar yardımcı ol, Nefise için. Periveş'in güzel yüzünü kullanmama izin ver."

Ayak uçlarımdan gövdemin yukarısına doğru incecik bir karıncalanma başladığında bunun iyiye işaret olduğunu anlayıp gülümsedim. Hala yanımda duran İbrahim'e döndüm heyecanla. "Nasıl görünüyorum? Değişti mi yüzüm?" diye sordum.

Baş parmağını onaylarcasına havaya kaldırırken kafasını salladı. Üstümdeki kıyafetlerin de değişmiş olması aslında her şeyi açıklıyordu. Beyaz elbisemin eteklerini tutarak hemen öndeki kalabalığa atladım ve damada doğru kararlı adımlarla yürüdüm. Geçen her saniye bizim için çok kıymetliydi. Bu yüzden elimden geldiğince hızlı hareket ediyordum.

"Nikah kıyafetiyle yiyiciye doğru gitmenden hiç memnun değilim," diye homurdandı Amir.

İşte tünel zabıtasının bu çıkışı beklenmedikti, sevgili Ebru FM dinleyicileri!

Hiç bozuntuya vermeden soğukkanlı ve profesyonel bir tavırla yanıt verdim. "Görev icabı olduğunu biliyorsun. Hem aşk gibi ulvi bir hissiyatı çıkarlarına alet eden kişi ilk önce yiyiciydi. Onun başlattığı oyunu devam ettirmek zorundayız," dedim ağzımın içinden. Memnuniyetsizliği aksi şekilde neşelendirmişti beni. Dudaklarımı birbirine bastırarak sırıtmamı engellemeye çabaladım.

Sahte İbrahim'in yakınına vardığımda geldiğimi hissetmişcesine bir anda başını çevirdi. Bakışlarımız kesiştiğinde buz gibi ürperdiğimi duyumsadım. Yüzümde yanıltıcı maskelerden bulunmadığı için "Nefise" kimliğim aşikardı. Gerçi gelin ve damadın dışında maskesiz birkaç kişi daha vardı. Benden kuşkulanmaması için nefesimi tutmuş, kalpten dualar ediyordum.

Başımı o yöne çevirmeye tam cesaret edemesem de sol çaprazımda Ercüment'in hakiki gelini kapıya doğru götürdüğünü takip edebiliyordum. Maske numarasından hayli tırsmış olan diğer bazı akrabalar camiden ayrıldığı için vaziyetleri garip kaçmıyordu.

"Galiba birileri komik olmayan bir şaka yapmaya kalkıştı."

Yiyicinin hiçbir duyguyu barındırmayan cümlesine karşılık güçlükle yutkundum.

"Köyümüzün ilginç adetleri var," dedim sakin bir biçimde. "Şehirde böyle manzaralarla karşılaşmadığını tahmin edebiliyorum."

İnceleyici garip bakışları halen üzerimde dolaşıyordu. Diğer boyuttaki yaşlı çirkin yiyicilere nazaran çok zeki ve uyanıktı. Onu kandırmanın kolay olmayacağını kabul etmem gerekiyordu. Camideki nüfus gittikçe azalırken ses tonumu dengeli tutmaya özenerek tekrar damat beye döndüm.

"İstersen biraz temiz hava almak için dışarı çıkalım. İmam efendinin nikahı kıyması için öncelikle ortalığın durulması lazım. Ayrıca sana açıklayacağım önemli bir konu var."

Mahperi'nin yeni varisinin bendeniz Ebru Severler olduğuna onu inandırmalıydım. Neyse ki itiraz etmeden hava alma teklifimi onayladı. Elimi tutmak isteyince hışımla geri çekildim. İki boyutun da en kötücül varlığı olan yiyiciyle el ele tutuşmak mı? Hayır, güzel ve çirkin masalında falan değildik! 

Ne denli rahatsız olduğumu bariz belli ederek uyarı mahiyetinde yüksek perdeden öksürdüm. "Dini nikahımızın henüz kıyılmadığını hatırlatırım yönetmen bey."

"Ah," dedi omuzlarını dikleştirip kendini çabucak toparlayarak, "üzgünüm."

"Üzgün olduğunu hiç düşünmüyorum!" Konuşan kişi Amir'den başkası değildi. Sesi ziyadesiyle sabırsız ve sinirli çıkıyordu. "Sana yaklaşmak için resmen fırsat kolluyor hergele. Dikkatli ol Ebru. Yoksa planı bozup yiyiciyi yumruklayacağım."

Onu sağduyulu olmaya davet edip sakinleştirmeye çalıştım. Erkek erkeğe dövüşmeyi başka zamana bıraksınlardı canım. Şu anki önceliğimiz çaldığı güzelim suratı ve renkleri yiyici canavarından kazasız belasız geri almaktı. Amir ne zamana kadar peçe ve pelerinle renksiz bir şekilde gezecekti?

Cami bahçesine ayak basmanın ardından gözlerden ırak bir köşeye yöneldik, en sonunda dallı budaklı bir ağacın altındaki banka oturduk. Kendi derdine düşmüş akrabaların çoğu imamın evinde toplanmıştı. Arka cephedeki kırmızı kamyonet muhafızların eşliğinde Nefise'yi de alıp güvenli bir yere götürecekti. Çoktan yola çıktıklarını kestirebiliyordum.

Evet, artık sadede gelebiliriz. Ciddi mevzuları konuşmak adına ortam sütliman sayılırdı şimdi.

"Ben Nefise değilim," dedim derin bir nefes alıp aynı ahestelikle ciğerlerimi boşaltırken. Tepkisini sağlıklı bir biçimde ölçmek için gözlerimi ondan ayırmıyordum. "Ben Ebru. Tepenin aşağısındaki motelde çalışan kız. Mahperi'den ve Altın Çağ'dan haberim var. Periveş'ten Nefise'ye, son olarak Nefise'den bana geçti bu altın oranlı surat. Yani demem o ki ben evlenmek istediğin kız değilim."

Konuştuğum esnada işaret parmağımı yüzüme çevirmiştim. Ne tuhaftır adam hiç şaşırmış gibi durmuyordu. Göz bebeklerinde tam olarak anlayamadığım keskin bir pırıltı vardı. Duydukları onu kızdırmış ya da rahatsız etmişti diyemezdim. Çünkü katiyen öyle bir alamet sergilemiyordu.

"İlk kez karşılaştığımız günü hatırlıyor musun Ebru?" dedi düz ve esrarlı bir ses tonuyla.

Ormanda altın kızın ağladığını görmüş ve balerinler gibi dans ederek peri taklidi yapmış; onu güldürmeye, mutlu etmeye çalışmıştım. Sonra kurnaz belgeselci saklandığı ağacın arkasından beni kamera kaydına almıştı.

"Evet elbette hatırlıyorum. Tatsız bir tanışmaydı." Gayet açık sözlü olup yüzümü buruşturdum. Video kaydını silmesi için diretmiştim; lakin tazılara taş çıkartırcasına kaşla göz arasında kaçmıştı beyefendi.

"Benim için tatsız değildi. O gün birbirimize benzediğimizi düşünmüştüm."

Belgeselcinin böyle tuhaf bir itirafta bulunmasını inanın hiç beklemiyordum. Acaba kafasını bir yere mi vurdu? Ya da belki beni başkasıyla karıştırmaya başlamıştı?

"Şaka mı yapıyorsun?" dedim hafiften asabileşerek. Hayır dercesine başını yavaşça iki yana salladı. Pes vallahi!

"Muhabbetinizi bölmek gibi olmasın ama bu düzenbaz şahıs neyden bahsediyor acaba Ebru?"

Amir'in meraklı ve kinayeli sesi zihnimde çın çın çınlarken onun varlığını tamamen unuttuğumu fark ettim. Başmuhafızımın mevcudiyetini basbayağı yok saymıştım. Esasen Amir, yiyiciyle tanışma hikayemi bilmiyordu. Az önceki sohbetimize kulak misafiri olunca haliyle meseleye Fransız kalmıştı.

"Önemli bir şey değil Amir. Üzerinde durmaya değmez. Galiba bizim çakma yönetmen dikkatimi dağıtma niyetinde. Bana güven, birazdan sohbeti kesip sadece planımızı uygulamaya odaklanacağım," diyerek buram buram özgüven kokan bir izahta bulundum.

Kafamdaki kişiye laf yetiştirmekle meşgulken yiyicinin o sırada sağ bileğime eğildiğinin farkına varmamıştım. Kaşlarımı hayretle kaldırarak ne yaptığını çözmeye çalıştım. Bileğimdeki siyah ipi saniyeler içinde çözdüğünde o an beynimde şimşekler çaktı. Amir'le iletişim kanalımı keşfetmişti! 

"Konuşmamızın devamını baş başa yapmayı tercih ederim," dedi. Bileğimi zorbaca tutarken çevremizde ışıklı helezonlar belirmişti. Korkunç bir biçimde dönen dev sarmallar bizi girdap kuvvetinde adeta yuttuğunda gözlerimi sımsıkı kapattım. Rahşan'la ışığa dönüşüp gökte uçtuğumuz zamanki rahatsız hisle dolmuştu bütün hücrelerim. Midem yine boşlukta sallanıyordu.

Aramızdaki bağlantının kopmasıyla beraber Amir'in sesi tamamen kesilmişti. Bileğimi sertçe kavrayan el, uyguladığı baskıyı asla azaltmazken beynim tek bir düşünceye odaklanmıştı: Yiyici beni kaçırıyordu!

5. Bölümün Sonu




Önceki Bölüm

Yorumlar

  1. Bölümler cok gec geliyor. Yeni bölum gelene kadar unutuyoruz onceki bölümü

    YanıtlaSil
  2. Sevgili nyan yeni bölümleriniz ne zmn gelebilir sabırsızlıkla bekliyorum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *