Göğe Bakmak Yasak-1






 1. Bölüm

"Hey sakın çamaşırlarını buraya bırakayım deme!" diye ikazda bulundu yaşlı kadın. "Makinelerin hepsi dolu. Yarın gelirsen belki yıkayabilirim."

"Saçmalık!" dedi genç müşteri ve sivri çenesini kaldırdı. "Parasıyla değil mi? Ne kadar istiyorsan söyle ödeyeyim. Kıyafetlerimin akşama kadar temizlenmesi lazım."

İhtiyar, belirsizce homurdandı. Ağzını her açıp kapatışında altın kaplama dişleri parlıyordu. Kasadan kalkıp bahçe kapısına yönelirken kırışık yüzünü iyice buruşturdu. Muhatabını görmezden gelmeyi daha uygun bulmuştu. Zira her şeyi parayla çözmeye çalışan insanlardan tiksinirdi. Müşterisi pahalı ayakkabılarını zemine sertçe vurarak dükkanı terk etti. Öfkeli ayrılmıştı. Lakin yarın yine soluğu bu deterjan kokulu mekanda alacaktı. Çünkü başka çaresi yoktu. Ülkede su kaynakları sınırlı olduğu için Yakut Hanım'ın çamaşırhane hizmetlerine muhtaçtı herkes. Esasen bütün şehir nüfusu bu genç müşteriyle aynı durumdaydı.

Çamaşırcı kızlar büyük bir özveriyle çalışıyor, direkler arasına gerilmiş iplere bembeyaz çarşafları asıyorlardı. Çamaşırhanede çalışmak prestijli bir meslekti. Üstelik maaşı da çok iyiydi. Yakut Hanım zeki, çalışkan kızları severdi ve ancak öylelerini işe alırdı. Onlarca makinenin bulunduğu alt kat hususen erkek çalışanlara ayrılmıştı. İhtiyar kadın istihdam için en yetenekli mühendisleri tutmuştu. Yüksek bir tepenin üstüne kurulu olan bu özel mülkiyet, ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyordu.

Yakut Hanım temiz havadan derin bir soluk çekti ciğerlerine. Karşıdaki tepenin bağrındaki rüzgar güllerinin dönüşünü izlerken rüzgarın şiddetli esmesinden oldukça mütmaindi. Bugün hava her açıdan harikaydı. Çamaşırlar tahmin ettiğinden daha erken kuruyacaktı. Bütün çalışanları bilirdi ki zaman hanımefendi için altın kıymetindeydi. Para denen kağıt parçasını sevmezdi; fakat altına karşı ayrı bir merakı vardı. Rengi, sertliği, işçiliği... Yakut Hanım'a sorarsanız altın her açıdan estetik bir güzelliğe sahipti.

Güzel havaların kaderi bu olsa gerek beraberinde istenmeyen misafirleri getirirlerdi. O gün yaşlı patronun da görmekten hoşlanmayacağı bir konuğu vardı. Tıngır mıngır tepeye tırmanan gösterişli bir fayton çamaşırhanenin önünde durmuştu. Arabadan kabarık elbiseli bir kadın indi. Başını kaldırıp etrafı kibirli gözlerle süzdükten sonra ön bahçenin taçlı kapısından içeri girdi. Yirmili yaşlardaki yardımcısı peşi sıra hanımını takip etti.

Çamaşırhaneler çok katı kurallara sahipti. İçeri girebilmek için her müşterinin kesinkes fiş alması ve sırasını beklemesi gerekiyordu. Gelenin rütbesi veyahut kim olduğu hiç önemsenmiyordu. İşte bu yüzden kabarık elbiseli kadın, çamaşırcılardan hiç hazzetmezdi. Ne ki bugün işi düşmüştü ihtiyar ablasına. Yoksa hayatta uğramazdı buraya. Çamaşırhane binasının giriş kapısının hemen sağındaki camekanı tıklattı. Pencere tiz sesler çıkararak aralandı. Temiz ve pek bakımlı bir el dışarı doğru uzandı, "Sıra numaranız kırk iki," deyip fişi uzattı müşteriye.

Kulağının arkasından fısıldadı sarışın yaver. "Lerzan Hanım, ablanıza haber vermemi ister misiniz?"

Zengin kadın elini havada salladı ve "Kalsın," dedi. Çünkü daha iyi bir fikri vardı. Çantasından kraft kağıdına sarılı bir paket çıkardı. Bunu camekanın içine iterken emaneti patrona iletmelerini söyledi. Nasılsa ablasının merakı inadına galip gelecekti ve derhal kız kardeşini görmek isteyecekti.

Tıpkı tahmin ettiği gibi Lerzan birkaç dakikanın ardından içeri alınmıştı. Tahta merdivenleri kullanarak üst kata çıkarken sirke, yumuşatıcı ve deterjan kokuları yüzünden burnunu mendille kapattı. Yıllar önce terk ettiği haliyle duruyordu çamaşırhane. Burada hiç mi bir şey değişmezdi ayol? Aynı sıkıcı atmosfer, aynı zevksiz döşemeler ve aynı uyuşuk çalışanlar... Neden sonra tatsız geçmişini hatırlamaktan vazgeçti. "Neyse şimdi işimize bakalım," diye mırıldandı. Gönderdiği paketin cazip bir şey olduğunu pekala biliyordu. Ablası da kayıtsız kalmamıştı elbet.

Kapısının sıklıkla kilitli olduğu hususi odasında konuğunu bekliyordu Yakut Hanım. Duvarlar saydam, parlak ve hoş kokulu taşlarla kaplıydı. Çamaşırhanedeki genel temizlik kokusundan farklı olarak burası gül bahçesi gibi kokuyordu. Lerzan kapıyı tıklattı ve cevabı işitme gereği duymadan içeriye adım attı. "Günaydın ablacığım!" derken yapmacıktan gülümsedi, ihtiyarcığa sarılmak üzere kollarını açtı. Ancak muhatabının asık suratını görünce iki uzvunu gerisingeri indirmek zorunda kalmıştı. Şu huysuz kadına sevgi yaramıyor, diye söylendi içinden. Sonra ablasının altın işlemeli antika kanepesine oturdu. Odadaki bütün mobilyalar muhakkak ki altın tozundan nasiplenmişti.

Yakut Hanım kapı eşiğinde duran sarışına kaşlarını çatarak bakıyordu. "Uşağına söyle de dışarıda beklesin," diye konuşurken hoşnutsuzluğunu açıkça belli etti. Verdiği emir derhal yerine getirildi. Biraz sonra iki kardeş odada baş başa kalmıştı.

"Ee paketi açtın mı?" dedi Lerzan. Lafı uzatmadan asıl meseleye girdi. Gerçek şu ki Yakut Hanım emaneti görür görmez hayrete düşmüştü. Misafirinin karşısında heyecanını çok zor zapt ediyordu. Böylesine telaşa kapılması pek nadir bir olaydı. Paketten çıkarılmış kumaş masanın üstünde, olanca gizemiyle, duruyordu.

"Bu elbiseyi nereden buldun?" diye sordu yaşlı kadın.

"Güya yetim bir kızın kıyafeti. Mutfak işlerinde bizim aşçıya yardım etsin diye tuttuk onu. Çalışmaya başlayalı birkaç hafta oldu. Hizmetçilerden biri kızın gardırobunda bulmuş elbiseyi. Annesinden kaldığını söylemiş kahyama. Ama ben küçük hırsızın bunu önceki zengin işvereninden çaldığına eminim. Haksız mıyım cicim, o kim böyle bir elbiseye sahip olmak kim!"

"Orası hiç belli olmaz," dedi Yakut Hanım ve ayaklanıp elbiseyi yakından inceledi. Kumaşın yumuşak ve kaliteli yüzeyinde elini gezdirdi bir süre. "Şu kumaşın mahiyetinden haberin var mı Lerzan?"

"Elbette! O kadar aptal değilim."

"Peki ya senin şişko kocanın kulağına gitti mi bu mesele?"

"Hayır ona bir şey çıtlatmadım. Öncesinde sana danışmak istedim. Ayrıca hizmetçileri de tembihledim. Merak etme, ağızlarını kapalı tutacaklar."

"İyi," diye mırıldandı. Odada dalgınca volta atmaya başlamıştı. Esasen kafatasının içinde bin türlü düşünce tepiniyordu. Kız kardeşi ise sabırsız bir bekleyişe girmişti ve merakını tatmin edecek bir cevap duymayı umuyordu. Tüylü yelpazesini yüzüne doğru sallarken çamaşırhane sahibinin dalgın adımlarını seyretti bir müddet.

Yaşlı kadın en nihayetinde makul bir karara vardı. "Bahsettiğin yetim kızı gönder buraya. Bizden daha çok şey bildiğine eminim. Onunla konuşmam lazım Lerzan. Ayrıca kızın üzerinde küçük bir deneme yapabiliriz. Bunun bize hiçbir zararı olmaz."

"Yanlış anladıysam düzelt abla. Elbiseyi kıza giydirmek mi istiyorsun? O kadar kolay olmayacağını bilmelisin. Vazgeç bu işten."

Tek kaşı havalandı Yakut Hanım'ın. "Sen..." dedi inanamayarak. "Sen yoksa yanıma gelmeden önce elbiseyi giymeye mi çalıştın?"

"Evet ama endişelenme canım, öylesine denedim. Hem sığamadım zaten. Şu acayip şey bir tek sahibinin beden ölçülerine uyuyor. Başka hiç kimsenin üzerinde hoş durmayacağı kesin."

"Hesaba katmadığın bir nokta var. Ya kız doğruyu söylüyorsa, ya hakikaten elbisenin gerçek sahibiyse..."

İki kardeş arasında son cümleler de söylenirken artık gitme vakti gelmişti. Lerzan pahalı faytonuna bindiğinde birkaç çamaşırcı kız, tepeden aşağı inip milim milim uzaklaşana dek arabayı izledi. Yakut Hanım'ın havai kardeşi seneler önce çamaşırhaneden kaçıp zengin bir dulla evlenmişti. Bütün ülke su kıtlığı çekerken adamın kendi arazisinde su kuyuları vardı. İşte bu sebepten Tuncay Bey şehrin otoritelerinden sayılıyordu.

"Genç efendiyi uzun zamandır görmedim. O ortalıkta olmayınca Yakut Hanım zengin müşterilerin canına okuyor," dedi işçilerden biri. Patronun yakışıklı oğlundan bahsetmek bütün bekar çalışanların hobisiydi. Genç adam, kızlar arasında fazlaca meşhurdu.

"Onu en son belediye başkanının nişan merasiminde gördüm. Sanırım beyler arasında bir tatsızlık yaşandı. Çünkü genç efendi salondan çok erken ayrıldı. Bir şeye kızmışa benziyordu."

"Ah!" diye iç çekti çamaşırcı kızlardan en güzel olanı. "Eskiden böyle değildi. Daha neşeliydi ve gökyüzüne bakmaktan hiç korkmazdı." Gözleri hayali bir noktaya dalıp gitmişti. Tek taraflı aşkına karşılık bulamayacağı herkes tarafından bilinen bir gerçekti.

"Korktuğu ne malum? Premium üyeliği varmış diyor şehirdeki insanlar. İzni varsa neden bakmasın ki? Bana sorarsanız gökyüzünden daha güzel bir şey buldu."

"Kim bilir..."

Öğle molasına az bir vakit kaldığından işçilerin ekserisi yemek öncesinde çene çalmaya devam etti. Kırsal bölgelerde yaşamak her açıdan daha kolaydı. Etrafta kimse olmayınca gökyüzüne bakmak için kaçamak yapabiliyordunuz. Şehir hayatı ise hayli güçtü. Gök bekçileri dolanırdı her sokakta. Zira gökyüzüne bakmak ücretliydi. Görev başındaki merhametsiz memurlar en ufak bir teşebbüste bile hemen ceza keser, insanlardan para toplardı. Çiçekleri koklamak, neşeyle ıslık çalmak, aşkını sesli bir şekilde itiraf etmek, yıldız kayarken dilek tutmak... Bütün bu pahalı fiilleri ücretsiz bir şekilde yapabilmek için premium vatandaş olmanız gerekirdi. Dedikodulara bakılırsa belediye başkanı bile çok sonradan premium üyelik satın almıştı. Hal böyleyken nüfusun çoğunluğu sınırlamalara tabii bir şekilde yaşıyordu.

 

***

Ana caddeye açılan sokağın sonunda genç bir adamın silueti belirdi. Yağmur yağmadığı halde mavi bir şemsiyenin altında yürüyordu. Aslına bakarsanız o esnada epey dalgındı. Çamaşırhaneye yolu düşen herkesin, simasını gayet iyi bildiği biriydi Cavit. Yakut Hanım'ın oğlu premium vatandaşlık yasasına en şedid karşı çıkanlar arasındaydı. Adamın hayrını istemeyen kimi dedikoducular onun çoktan üyelik satın aldığını iddia etseler de bunlar bütünüyle asılsız söylentilerdi.

Terzi dükkanının az berisinde oynayan iki çocuğun topu uzağa kaçmış ve kaldırımda yuvarlana yuvarlana Cavit'in ayaklarının dibinde durmuştu. Yüzü birden aydınlandı genç adamın. Diğer soylu dostlarının aksine her daim içinden geldiği gibi hareket ederdi. Çevresindeki ahaliyi yok sayarak topu sektirmeye başladı. Neşesini yerine getirecek daha eğlenceli bir şey bulamazdı. Nihayetinde çocuklar seslenip topu isteyince eğlencesini yarıda kesmek mecburiyetinde kaldı. Sağda solda gizlenen bekçiler ceza kesmek için kollarını sıvamıştı bile. Ne olsa sokak ortasında oyun oynamak yetişkinlere yakışmayan bir davranıştı. Hayır, gerçek manada bir suçtu. Toplumun asayişini sağlamak için böylelerini para cezasıyla ıslah etmeye çalışıyorlardı.

Yarın posta kutusunda bulacağı kabarık ceza fişinden habersiz olan Cavit, Münire'yle pastanenin önünde buluşmak üzere sözleşmişti. Teyzesinin villasında çalışan bu talihsiz kız son günlerde pek tatsız şeyler yaşamış, hırsızlıkla itham edilmişti. Şimdi kafa kafaya verip mevzuya akılcı çözümler bulmak zorundaydılar.

Adamın topla yaptığı kısa şovunu uzaktan izlerken ayağını pat pat yere vurdu Münire ve sayısız kez ofladı. Caddenin karşısındaki telgraf direğine sırtını dayamış olan gök bekçisi kuşkulu bir tavırla kızı izliyordu. Sakin olmalıyım, diyerek kendine çeki düzen verdi Münire. Kaygılı halinden hemen silkindi.

Genç efendi nihayet yanına varınca onu yarım ağızla payladı tabii. "Neden şemsiyeyle geldin buraya? Takip edildiğimizi biliyorsun. Daha az dikkat çekmen gerekmez mi?"

"Keyfimden yapmıyorum ki. Gökyüzüne bakmamak için taşıyorum şu aptal şemsiyeyi. Gözlerimin yukarıya kaymasına engel olmam lazım," diye keyifsizce homurdandı adam. Sol elini cebine koyup bir tomar kâğıt çıkardı. "Fişleri görüyor musun? Bekçilerin bildiği tek şey fatura kesmek. Alçak herifler, vantuz gibi bütün paramı emdiler!"

"Kusura bakma ama sen de paranı onlara yedirmeye çok heveslisin. Az önce topla oynarken bekçiler harıl harıl ceza yazıyordu sana. Gerçekten fark etmedin mi onları?"

"Ne? Hayır. Elbette hayır. Kafamın içinde bir sürü çözümsüz problem var Münire. Onları düşünmekle meşguldüm."

Omuz silkti genç kız. Huylu huyundan vazgeçmiyordu işte. İki yüzyıllık bir geçmişi olan meşhur İlhami Pastanesi'nin cam kapısını itip içeri girdiler. Havada limonlu kurabiyenin güzel rayihası geziniyordu. Ayrıca tezgahın ötesindeki teyipte patlamış mısırla alakalı hareketli bir şarkı çalıyordu. Adamın morali hemencecik yerine geldi. Hatta ayağıyla müziğe tempo tutmaya başlamıştı. Kuytu bir masada oturmayı tercih etti Münire. Pastanenin sahibi yeşil ipekten desenli bir eşarp takmış, hoş giyimli bir hanımdı. Yeni gelen müşterilerini güler yüzle karşıladı. Şu sıralar uzaydan sipariş aldıkları için işleri çok yoğundu. Yıllar öncesinde tohumun içinde yaşadığını iddia eden soluk tenli birtakım kimseler bu işletmenin pastalarını gittikleri her gezegende methetmişlerdi.

Ölüm döşeğindeki dedeler, torun torbaya o çikolatalı tatlının lezzetini anlatmışlardı. Hayatımda öyle bir şey yemedim evladım. Dünyalı damadın yanında getirdiği pastanın aynısını yapmaya çalıştık ama o tadı hiçbir zaman yakalayamadık. Sana vasiyetimdir git bul o müesseseyi, demişti tohum halkının son neslinden bir ihtiyar. Ve nihayet İlhami Pastanesi keşfedilmişti. Hal böyle olunca satışlar bir anda patlamıştı. Bu dürüst işletme uzayın her tarafından sipariş üstüne sipariş alıyordu artık.

Neyse biz asıl hikayemize dönelim.

"Eee Münire, beni niçin çağırdın buraya? Önemli bir gelişme mi var?"

"Dün Yakut Hanım'ın çamaşırhanesini ziyaret ettim," dedikten sonra zoraki gülümsedi. "Mecburi bir ziyaretti. Tepemde teyzenin adamları vardı çünkü. Annen beni sağlam bir sorguya çekti."

Genç kız derin bir nefes alıp bütün olan biteni adama anlattı. Pastaneye gelebilmek için Lerzan Hanım'ın villasından kaçtığını ekledi en son. Kilitli bir odada alıkoymuşlardı onu. Esaretten kurtulmak adına pencereden atlamıştı. Eh biraz da hileye başvurmuş, güvenlikten sorumlu adamları ilaçla uyutmuştu.

"Annemin bu meseleye dahil olduğuna inanamıyorum! O altın ve disiplinden başka bir şeyi umursamaz. Üstelik teyzemle iş birliği yapmak karakterine aykırı bir hareket." Cavit dirseklerini masaya dayamış, her türlü olasılığı kafasında tartmaya başlamıştı.

"Niyetlerini bilmiyorum ama öyle sanıyorum ki rahmetli annemin elbisesiyle alakalı. Sanki bunu önceden görmüş gibi davranıyorlar. Bir ihtimal geçmişte annemi tanıyorlardı. İlk anda Lerzan Hanım'ın yüzündeki devasa hayreti çok net hatırlıyorum. Onlarca kez elbisenin bana ait olduğunu söylememe rağmen kimse bana inanmadı."

"Elbiseyi hiç denedin mi peki? Ne bileyim herhangi bir tuhaflık sezdin mi?"

"Düne kadar hayır. Ancak dün çamaşırhanede çalışan kızlar Yakut Hanım'ın emriyle o şeyi bana zorla giydirdiler. Sonrasında gözlerimin önünde acayip hayaller belirdi. Gökyüzünden aşağı sarkan siyah ipler gördüm. İnsanlar -çamaşırcı kızlar ve dahi annen- kukla gibi iplere bağlıydı. Ama Yakut Hanım'a bundan bahsetmedim."

Duyduklarının ardından adamın rahat yüz ifadesi tamamen değişti. Premium üyeliğe karşı kurulmuş küçük bir toplulukta tanışmıştı kızla. Zeki ve cesaretli biriydi Münire. Tuncay eniştesini yakından gözetleyip malumat toplaması için ona teyzesinin villasında iş bulmuştu. Zira Tuncay eniştesi parlamento üyelerinden biriydi ve epey itibar sahibiydi. Çıkarılan yasalarda onun da söz hakkı vardı. Ne var ki şu elbise mevzusu hesaplarını hepten bozmuştu.

Cebinden cüzdanını çıkardı Cavit. Birkaç saniye içini karıştırdıktan sonra oyun kartına benzer küçük bir kâğıt buldu. Münire masaya doğru eğilip resmi yakından görmek istedi. Siyah iplere bağlı kuklaların olduğu tuhaf bir resimdi bu. Baktıkça yüreğine rahatsız edici bir ağırlık çöktü. Nedense korkmuştu. Gözlerini hızlıca çekti kağıttan. Kartın sahibinden bir açıklama bekledi.

"Dün çamaşırhanede gördüklerin hayal değildi," dedi adam ciddiyetle. "Bir kukla oyununun içindeyiz Münire."

"Şaka mı yapıyorsun?" diye ünledi muhatabı. Cavit'in donuklaşan yüzünde şakaya dair hiçbir emare yoktu. Genç kız kendini toparlamaya çalıştı. Gururlu biri olduğundan korktuğunu belli etmemeliydi. Az evvelki şaşkın ve tiz sesini yatıştırırken "Ne zamandan beri oyunun içindeyiz?" dedi.

"Çok uzun değil. Premium vatandaşlık yasası çıktığından bu yana belki de. Bizden önceki nesiller gerçek dünyada yaşamış olmalı."

Gençlerin ayağının bereketinden midir nedir pastane hıncahınç dolmuştu. Etrafları yabancılarla sarıldığı için Cavit daha fazla konuşamadı. Şayet sözlerinin devamını getirirse ikisinin de başı belaya girecekti. Hükümet onları kesinlikle hapishaneye tıkardı. Az sonra arkalarındaki masaya dev gibi heybetli iki bekçi oturdu. Kasıtlı olarak gelmişlerdi pastaneye.

Adam çoktan resmi kaldırmış, tekrar eski neşeli ve gamsız tavrını takınmıştı. Münire kulak misafirlerini şaşırtmak için idarelik bir fikir bulmuştu. Yaptıkları bu önemli toplantıyı iki aşığın gizli buluşması gibi gösterebilirlerdi. Dışarıdan o süsü vermek zor olmasa gerekti.

"Eski numaramıza devam edelim bence," dedi Münire. Yan bakışlarla gizlice bekçileri kontrol etti.

"Kimse bize inanmaz. Boş yere uğraşmayalım. Birbirini seven çiftlere hiç benzemiyoruz."

Adamın son söylediğini umursamadı hatta duymamış gibi yaptı. "Başka çaremiz yok. Haydi beni aşağıla!" diye fısıldadı hızlıca.

"Delirdin mi? Neden böyle bir şey yapayım?"

"Çünkü sen zenginsin ve ben de fakirim. Kurulu düzeni bozamayız. Zengin kişi kibirli davranmalı. Kız ise çok gururlu olmalı, her fırsatta adama karşı çıkmalı. Bu hep böyle olagelmiş. Anladın mı şimdi?"

"Pek sayılmaz. Kim koymuş ki bu kuralı?"

"Anlamayacak bir şey yok," diye isyan etti genç kız. Küçük bir çocuğa laf anlatıyordu sanki. "Bak beni iyi dinle. Bütün aşk romanlarında böyle geçiyor. O tür kitapları okumadın mı hiç? Aşık rolümüzün gerçekçi görünmesi için olabildiğince abartılı davranmalıyız. Yoksa insanlar bize inanmaz."

"İyi tamam denemeye çalışırım," deyip boğazını temizledi Cavit ve sesini yükselterek yapmacıktan konuşmaya başladı. "Sen... Evet evet sen! Şu giydiğin basit ve ucuz kıyafete bak. O kadar fakirsin ki sana aşık olmamak için kendimi zor tutuyorum."

"Hah! Ne saçmalıyorsun? Kulaklarını aç da iyi dinle, paranla her şeyi satın alamazsın. Seni sevmektense gider kendimi uçurumdan atarım."

Uçurumu muçurumu karıştırma bu işe, dedi adam kaş göz işareti yaparak.

Sahteden öksürdü kız. Blöf yapıyorum be. Niye durup dururken uçurumdan atlayayım, dercesine bakışlarıyla yanıt verdi.

"Aman Allah'ım, benimle inatlaştıkça sana olan ilgim daha da artıyor Münire. Ah sevgili Münire ceylan gibi gözlerin var!"

"Buraya seninle dostça konuşmaya geldim. Ama görüyorum ki laftan anlayacağın yok. Bırak artık peşimi. Baba parası yemekten başka bir iş bilmeyen züppelerle işim olmaz benim. Boş bir hayale kapılma Cavit. Asla... Kalbim asla sana ait olmayacak! "

"Yeter! Ne olursun daha fazla konuşma yoksa sana gerçekten aşık olacağım! Üstelik sırılsıklam!"

Kız ayağa fırlayıp azami düzeyde gürültü çıkararak pastaneyi terk etti. Çok dramatik bir sahneydi doğrusu. Bütün müşteriler soluk almadan ikiliyi seyrediyordu. Adam çabucak hesabı ödeyip Münire'nin arkasından koştu. Şaşkın bekçiler birkaç dakika sonra nihayet masadan kalkmayı ve onları takip etmeyi akıl edebildi. Genç kız öyle hızlı yürüyordu ki az kalsın süratle ilerleyen bir at arabası tarafından ezilecekti. Hiç bilmedikleri sokaklardan geçip yolları iyice birbirine karıştırdılar. Hem kendileri kaybolmuş hem de peşlerindeki adamları atlatmışlardı.


1. Bölümün Sonu

Sonraki Bölüm

Yorumlar

Perilere İnanma

Perilere İnan (2. Kitap)

Popüler Yayınlar

Fotoğrafım
Nyan
Ben bir kaplumbağayım. Evimi çok seviyorum ve onu hep yanımda taşımak istiyorum.

Blogu Takip Edenler

Benimle İletişime Geçmek İçin

Ad

E-posta *

Mesaj *