Göğe Bakmak Yasak-1
1. Bölüm
"Hey sakın çamaşırlarını buraya bırakayım
deme!" diye ikazda bulundu yaşlı kadın. "Makinelerin hepsi dolu.
Yarın gelirsen belki yıkayabilirim."
"Saçmalık!" dedi genç müşteri ve sivri
çenesini kaldırdı. "Parasıyla değil mi? Ne kadar istiyorsan söyle ödeyeyim.
Kıyafetlerimin akşama kadar temizlenmesi lazım."
İhtiyar, belirsizce homurdandı. Ağzını her açıp
kapatışında altın kaplama dişleri parlıyordu. Kasadan kalkıp bahçe kapısına
yönelirken kırışık yüzünü iyice buruşturdu. Muhatabını görmezden gelmeyi daha uygun
bulmuştu. Zira her şeyi parayla çözmeye çalışan insanlardan tiksinirdi.
Müşterisi pahalı ayakkabılarını zemine sertçe vurarak dükkanı terk etti. Öfkeli
ayrılmıştı. Lakin yarın yine soluğu bu deterjan kokulu mekanda alacaktı. Çünkü
başka çaresi yoktu. Ülkede su kaynakları sınırlı olduğu için Yakut Hanım'ın
çamaşırhane hizmetlerine muhtaçtı herkes. Esasen bütün şehir nüfusu bu genç
müşteriyle aynı durumdaydı.
Çamaşırcı kızlar büyük bir özveriyle çalışıyor,
direkler arasına gerilmiş iplere bembeyaz çarşafları asıyorlardı. Çamaşırhanede
çalışmak prestijli bir meslekti. Üstelik maaşı da çok iyiydi. Yakut Hanım zeki,
çalışkan kızları severdi ve ancak öylelerini işe alırdı. Onlarca makinenin
bulunduğu alt kat hususen erkek çalışanlara ayrılmıştı. İhtiyar kadın istihdam
için en yetenekli mühendisleri tutmuştu. Yüksek bir tepenin üstüne kurulu olan
bu özel mülkiyet, ülke ekonomisine ciddi katkı sağlıyordu.
Yakut Hanım temiz havadan derin bir soluk çekti
ciğerlerine. Karşıdaki tepenin bağrındaki rüzgar güllerinin dönüşünü izlerken
rüzgarın şiddetli esmesinden oldukça mütmaindi. Bugün hava her açıdan
harikaydı. Çamaşırlar tahmin ettiğinden daha erken kuruyacaktı. Bütün
çalışanları bilirdi ki zaman hanımefendi için altın kıymetindeydi. Para denen
kağıt parçasını sevmezdi; fakat altına karşı ayrı bir merakı vardı. Rengi,
sertliği, işçiliği... Yakut Hanım'a sorarsanız altın her açıdan estetik bir
güzelliğe sahipti.
Güzel havaların kaderi bu olsa gerek beraberinde
istenmeyen misafirleri getirirlerdi. O gün yaşlı patronun da görmekten
hoşlanmayacağı bir konuğu vardı. Tıngır mıngır tepeye tırmanan gösterişli bir
fayton çamaşırhanenin önünde durmuştu. Arabadan kabarık elbiseli bir kadın
indi. Başını kaldırıp etrafı kibirli gözlerle süzdükten sonra ön bahçenin taçlı
kapısından içeri girdi. Yirmili yaşlardaki yardımcısı peşi sıra hanımını takip
etti.
Çamaşırhaneler çok katı kurallara sahipti. İçeri
girebilmek için her müşterinin kesinkes fiş alması ve sırasını beklemesi
gerekiyordu. Gelenin rütbesi veyahut kim olduğu hiç önemsenmiyordu. İşte bu
yüzden kabarık elbiseli kadın, çamaşırcılardan hiç hazzetmezdi. Ne ki bugün işi
düşmüştü ihtiyar ablasına. Yoksa hayatta uğramazdı buraya. Çamaşırhane
binasının giriş kapısının hemen sağındaki camekanı tıklattı. Pencere tiz sesler
çıkararak aralandı. Temiz ve pek bakımlı bir el dışarı doğru uzandı, "Sıra
numaranız kırk iki," deyip fişi uzattı müşteriye.
Kulağının arkasından fısıldadı sarışın yaver.
"Lerzan Hanım, ablanıza haber vermemi ister misiniz?"
Zengin kadın elini havada salladı ve "Kalsın,"
dedi. Çünkü daha iyi bir fikri vardı. Çantasından kraft kağıdına sarılı bir
paket çıkardı. Bunu camekanın içine iterken emaneti patrona iletmelerini
söyledi. Nasılsa ablasının merakı inadına galip gelecekti ve derhal kız
kardeşini görmek isteyecekti.
Tıpkı tahmin ettiği gibi Lerzan birkaç dakikanın
ardından içeri alınmıştı. Tahta merdivenleri kullanarak üst kata çıkarken
sirke, yumuşatıcı ve deterjan kokuları yüzünden burnunu mendille kapattı.
Yıllar önce terk ettiği haliyle duruyordu çamaşırhane. Burada hiç mi bir şey
değişmezdi ayol? Aynı sıkıcı atmosfer, aynı zevksiz döşemeler ve aynı uyuşuk
çalışanlar... Neden sonra tatsız geçmişini hatırlamaktan vazgeçti. "Neyse
şimdi işimize bakalım," diye mırıldandı. Gönderdiği paketin cazip bir şey olduğunu pekala biliyordu. Ablası da kayıtsız kalmamıştı elbet.
Kapısının sıklıkla kilitli olduğu hususi odasında
konuğunu bekliyordu Yakut Hanım. Duvarlar saydam, parlak ve hoş kokulu taşlarla
kaplıydı. Çamaşırhanedeki genel temizlik kokusundan farklı olarak burası gül
bahçesi gibi kokuyordu. Lerzan kapıyı tıklattı ve cevabı işitme gereği duymadan
içeriye adım attı. "Günaydın ablacığım!" derken yapmacıktan
gülümsedi, ihtiyarcığa sarılmak üzere kollarını açtı. Ancak muhatabının asık
suratını görünce iki uzvunu gerisingeri indirmek zorunda kalmıştı. Şu
huysuz kadına sevgi yaramıyor, diye söylendi içinden. Sonra ablasının
altın işlemeli antika kanepesine oturdu. Odadaki bütün mobilyalar muhakkak ki
altın tozundan nasiplenmişti.
Yakut Hanım kapı eşiğinde duran sarışına kaşlarını
çatarak bakıyordu. "Uşağına söyle de dışarıda beklesin," diye
konuşurken hoşnutsuzluğunu açıkça belli etti. Verdiği emir derhal yerine
getirildi. Biraz sonra iki kardeş odada baş başa kalmıştı.
"Ee paketi açtın mı?" dedi Lerzan. Lafı uzatmadan
asıl meseleye girdi. Gerçek şu ki Yakut Hanım emaneti görür görmez hayrete
düşmüştü. Misafirinin karşısında heyecanını çok zor zapt ediyordu. Böylesine
telaşa kapılması pek nadir bir olaydı. Paketten çıkarılmış kumaş masanın
üstünde, olanca gizemiyle, duruyordu.
"Bu elbiseyi nereden buldun?" diye sordu
yaşlı kadın.
"Güya yetim bir kızın kıyafeti. Mutfak işlerinde
bizim aşçıya yardım etsin diye tuttuk onu. Çalışmaya başlayalı birkaç hafta
oldu. Hizmetçilerden biri kızın gardırobunda bulmuş elbiseyi. Annesinden
kaldığını söylemiş kahyama. Ama ben küçük hırsızın bunu önceki zengin
işvereninden çaldığına eminim. Haksız mıyım cicim, o kim böyle bir elbiseye
sahip olmak kim!"
"Orası hiç belli olmaz," dedi Yakut Hanım ve
ayaklanıp elbiseyi yakından inceledi. Kumaşın yumuşak ve kaliteli yüzeyinde
elini gezdirdi bir süre. "Şu kumaşın mahiyetinden haberin var mı Lerzan?"
"Elbette! O kadar aptal değilim."
"Peki ya senin şişko kocanın kulağına gitti mi bu
mesele?"
"Hayır ona bir şey çıtlatmadım. Öncesinde sana
danışmak istedim. Ayrıca hizmetçileri de tembihledim. Merak etme, ağızlarını
kapalı tutacaklar."
"İyi," diye mırıldandı. Odada dalgınca volta
atmaya başlamıştı. Esasen kafatasının içinde bin türlü düşünce tepiniyordu. Kız
kardeşi ise sabırsız bir bekleyişe girmişti ve merakını tatmin edecek bir cevap duymayı
umuyordu. Tüylü yelpazesini yüzüne doğru sallarken çamaşırhane sahibinin dalgın
adımlarını seyretti bir müddet.
Yaşlı kadın en nihayetinde makul bir karara vardı.
"Bahsettiğin yetim kızı gönder buraya. Bizden daha çok şey bildiğine
eminim. Onunla konuşmam lazım Lerzan. Ayrıca kızın üzerinde küçük bir deneme
yapabiliriz. Bunun bize hiçbir zararı olmaz."
"Yanlış anladıysam düzelt abla. Elbiseyi kıza
giydirmek mi istiyorsun? O kadar kolay olmayacağını bilmelisin. Vazgeç bu
işten."
Tek kaşı havalandı Yakut Hanım'ın. "Sen..."
dedi inanamayarak. "Sen yoksa yanıma gelmeden önce elbiseyi giymeye mi
çalıştın?"
"Evet ama endişelenme canım, öylesine denedim.
Hem sığamadım zaten. Şu acayip şey bir tek sahibinin beden ölçülerine uyuyor.
Başka hiç kimsenin üzerinde hoş durmayacağı kesin."
"Hesaba katmadığın bir nokta var. Ya kız doğruyu
söylüyorsa, ya hakikaten elbisenin gerçek sahibiyse..."
İki kardeş arasında son cümleler de söylenirken artık
gitme vakti gelmişti. Lerzan pahalı faytonuna bindiğinde birkaç çamaşırcı kız,
tepeden aşağı inip milim milim uzaklaşana dek arabayı izledi. Yakut Hanım'ın
havai kardeşi seneler önce çamaşırhaneden kaçıp zengin bir dulla evlenmişti.
Bütün ülke su kıtlığı çekerken adamın kendi arazisinde su kuyuları vardı.
İşte bu sebepten Tuncay Bey şehrin otoritelerinden sayılıyordu.
"Genç efendiyi uzun zamandır görmedim. O
ortalıkta olmayınca Yakut Hanım zengin müşterilerin canına okuyor," dedi
işçilerden biri. Patronun yakışıklı oğlundan bahsetmek bütün bekar çalışanların
hobisiydi. Genç adam, kızlar arasında fazlaca meşhurdu.
"Onu en son belediye başkanının nişan merasiminde
gördüm. Sanırım beyler arasında bir tatsızlık yaşandı. Çünkü genç efendi
salondan çok erken ayrıldı. Bir şeye kızmışa benziyordu."
"Ah!" diye iç çekti çamaşırcı kızlardan en
güzel olanı. "Eskiden böyle değildi. Daha neşeliydi ve gökyüzüne bakmaktan
hiç korkmazdı." Gözleri hayali bir noktaya dalıp gitmişti. Tek taraflı
aşkına karşılık bulamayacağı herkes tarafından bilinen bir gerçekti.
"Korktuğu ne malum? Premium üyeliği varmış diyor
şehirdeki insanlar. İzni varsa neden bakmasın ki? Bana sorarsanız gökyüzünden
daha güzel bir şey buldu."
"Kim bilir..."
Öğle molasına az bir vakit kaldığından işçilerin
ekserisi yemek öncesinde çene çalmaya devam etti. Kırsal bölgelerde yaşamak her
açıdan daha kolaydı. Etrafta kimse olmayınca gökyüzüne bakmak için kaçamak
yapabiliyordunuz. Şehir hayatı ise hayli güçtü. Gök bekçileri dolanırdı her
sokakta. Zira gökyüzüne bakmak ücretliydi. Görev başındaki merhametsiz memurlar en ufak bir teşebbüste bile hemen ceza keser, insanlardan para toplardı. Çiçekleri koklamak, neşeyle ıslık çalmak, aşkını sesli
bir şekilde itiraf etmek, yıldız kayarken dilek tutmak... Bütün bu pahalı
fiilleri ücretsiz bir şekilde yapabilmek için premium vatandaş olmanız
gerekirdi. Dedikodulara bakılırsa belediye başkanı bile çok sonradan premium
üyelik satın almıştı. Hal böyleyken nüfusun çoğunluğu sınırlamalara tabii bir
şekilde yaşıyordu.
***
Ana caddeye açılan sokağın sonunda genç bir adamın
silueti belirdi. Yağmur yağmadığı halde mavi bir şemsiyenin altında yürüyordu.
Aslına bakarsanız o esnada epey dalgındı. Çamaşırhaneye yolu düşen herkesin,
simasını gayet iyi bildiği biriydi Cavit. Yakut Hanım'ın oğlu premium vatandaşlık yasasına
en şedid karşı çıkanlar arasındaydı. Adamın hayrını istemeyen kimi dedikoducular
onun çoktan üyelik satın aldığını iddia etseler de bunlar bütünüyle asılsız
söylentilerdi.
Terzi dükkanının az berisinde oynayan iki çocuğun topu
uzağa kaçmış ve kaldırımda yuvarlana yuvarlana Cavit'in ayaklarının dibinde
durmuştu. Yüzü birden aydınlandı genç adamın. Diğer soylu dostlarının aksine
her daim içinden geldiği gibi hareket ederdi. Çevresindeki ahaliyi yok sayarak
topu sektirmeye başladı. Neşesini yerine getirecek daha eğlenceli bir şey bulamazdı. Nihayetinde çocuklar seslenip topu isteyince
eğlencesini yarıda kesmek mecburiyetinde kaldı. Sağda solda gizlenen bekçiler
ceza kesmek için kollarını sıvamıştı bile. Ne olsa sokak ortasında oyun oynamak
yetişkinlere yakışmayan bir davranıştı. Hayır, gerçek manada bir suçtu. Toplumun
asayişini sağlamak için böylelerini para cezasıyla ıslah etmeye çalışıyorlardı.
Yarın posta kutusunda bulacağı kabarık ceza fişinden
habersiz olan Cavit, Münire'yle pastanenin önünde buluşmak üzere sözleşmişti.
Teyzesinin villasında çalışan bu talihsiz kız son günlerde pek tatsız şeyler
yaşamış, hırsızlıkla itham edilmişti. Şimdi kafa kafaya verip mevzuya akılcı
çözümler bulmak zorundaydılar.
Adamın topla yaptığı kısa şovunu uzaktan izlerken
ayağını pat pat yere vurdu Münire ve sayısız kez ofladı. Caddenin karşısındaki telgraf
direğine sırtını dayamış olan gök bekçisi kuşkulu bir tavırla kızı izliyordu. Sakin
olmalıyım, diyerek kendine çeki düzen verdi Münire. Kaygılı halinden
hemen silkindi.
Genç efendi nihayet yanına varınca onu yarım ağızla
payladı tabii. "Neden şemsiyeyle geldin buraya? Takip edildiğimizi biliyorsun.
Daha az dikkat çekmen gerekmez mi?"
"Keyfimden yapmıyorum ki. Gökyüzüne bakmamak için taşıyorum şu aptal şemsiyeyi.
Gözlerimin yukarıya kaymasına engel olmam lazım," diye keyifsizce
homurdandı adam. Sol elini cebine koyup bir tomar kâğıt çıkardı. "Fişleri görüyor musun? Bekçilerin bildiği tek şey fatura kesmek. Alçak herifler, vantuz gibi bütün paramı emdiler!"
"Kusura bakma ama sen de paranı onlara yedirmeye
çok heveslisin. Az önce topla oynarken bekçiler harıl harıl ceza yazıyordu
sana. Gerçekten fark etmedin mi onları?"
"Ne? Hayır. Elbette hayır. Kafamın içinde bir sürü
çözümsüz problem var Münire. Onları düşünmekle meşguldüm."
Omuz silkti genç kız. Huylu huyundan vazgeçmiyordu
işte. İki yüzyıllık bir geçmişi olan meşhur İlhami Pastanesi'nin cam kapısını
itip içeri girdiler. Havada limonlu kurabiyenin güzel rayihası geziniyordu.
Ayrıca tezgahın ötesindeki teyipte patlamış mısırla alakalı hareketli bir şarkı
çalıyordu. Adamın morali hemencecik yerine geldi. Hatta ayağıyla müziğe tempo
tutmaya başlamıştı. Kuytu bir masada oturmayı tercih etti Münire. Pastanenin
sahibi yeşil ipekten desenli bir eşarp takmış, hoş giyimli bir hanımdı. Yeni gelen
müşterilerini güler yüzle karşıladı. Şu sıralar uzaydan sipariş aldıkları için
işleri çok yoğundu. Yıllar öncesinde tohumun içinde yaşadığını iddia eden soluk
tenli birtakım kimseler bu işletmenin pastalarını gittikleri her gezegende
methetmişlerdi.
Ölüm döşeğindeki dedeler, torun torbaya o çikolatalı
tatlının lezzetini anlatmışlardı. Hayatımda öyle bir şey yemedim
evladım. Dünyalı damadın yanında getirdiği pastanın aynısını yapmaya çalıştık
ama o tadı hiçbir zaman yakalayamadık. Sana vasiyetimdir git bul o
müesseseyi, demişti tohum halkının son neslinden bir ihtiyar. Ve
nihayet İlhami Pastanesi keşfedilmişti. Hal böyle olunca satışlar bir anda
patlamıştı. Bu dürüst işletme uzayın her tarafından sipariş üstüne sipariş
alıyordu artık.
Neyse biz asıl hikayemize dönelim.
"Eee Münire, beni niçin çağırdın buraya? Önemli
bir gelişme mi var?"
"Dün Yakut Hanım'ın çamaşırhanesini ziyaret
ettim," dedikten sonra zoraki gülümsedi. "Mecburi bir ziyaretti.
Tepemde teyzenin adamları vardı çünkü. Annen beni sağlam bir sorguya
çekti."
Genç kız derin bir nefes alıp bütün olan biteni adama
anlattı. Pastaneye gelebilmek için Lerzan Hanım'ın villasından kaçtığını ekledi
en son. Kilitli bir odada alıkoymuşlardı onu. Esaretten kurtulmak adına
pencereden atlamıştı. Eh biraz da hileye başvurmuş, güvenlikten sorumlu
adamları ilaçla uyutmuştu.
"Annemin bu meseleye dahil olduğuna inanamıyorum!
O altın ve disiplinden başka bir şeyi umursamaz. Üstelik teyzemle iş birliği
yapmak karakterine aykırı bir hareket." Cavit dirseklerini masaya dayamış,
her türlü olasılığı kafasında tartmaya başlamıştı.
"Niyetlerini bilmiyorum ama öyle sanıyorum ki
rahmetli annemin elbisesiyle alakalı. Sanki bunu önceden görmüş gibi
davranıyorlar. Bir ihtimal geçmişte annemi tanıyorlardı. İlk anda Lerzan Hanım'ın
yüzündeki devasa hayreti çok net hatırlıyorum. Onlarca kez elbisenin bana ait
olduğunu söylememe rağmen kimse bana inanmadı."
"Elbiseyi hiç denedin mi peki? Ne bileyim herhangi bir
tuhaflık sezdin mi?"
"Düne kadar hayır. Ancak dün çamaşırhanede
çalışan kızlar Yakut Hanım'ın emriyle o şeyi bana zorla giydirdiler. Sonrasında
gözlerimin önünde acayip hayaller belirdi. Gökyüzünden aşağı sarkan siyah ipler
gördüm. İnsanlar -çamaşırcı kızlar ve dahi annen- kukla gibi iplere bağlıydı.
Ama Yakut Hanım'a bundan bahsetmedim."
Duyduklarının ardından adamın rahat yüz ifadesi
tamamen değişti. Premium üyeliğe karşı kurulmuş küçük bir toplulukta tanışmıştı
kızla. Zeki ve cesaretli biriydi Münire. Tuncay eniştesini yakından gözetleyip
malumat toplaması için ona teyzesinin villasında iş bulmuştu. Zira Tuncay
eniştesi parlamento üyelerinden biriydi ve epey itibar sahibiydi. Çıkarılan
yasalarda onun da söz hakkı vardı. Ne var ki şu elbise mevzusu hesaplarını
hepten bozmuştu.
Cebinden cüzdanını çıkardı Cavit. Birkaç saniye içini
karıştırdıktan sonra oyun kartına benzer küçük bir kâğıt buldu. Münire masaya
doğru eğilip resmi yakından görmek istedi. Siyah iplere bağlı kuklaların olduğu tuhaf bir resimdi bu. Baktıkça yüreğine rahatsız edici bir ağırlık
çöktü. Nedense korkmuştu. Gözlerini hızlıca çekti kağıttan. Kartın sahibinden
bir açıklama bekledi.
"Dün çamaşırhanede gördüklerin hayal
değildi," dedi adam ciddiyetle. "Bir kukla oyununun içindeyiz
Münire."
"Şaka mı yapıyorsun?" diye ünledi muhatabı. Cavit'in donuklaşan yüzünde şakaya dair hiçbir emare yoktu. Genç kız kendini
toparlamaya çalıştı. Gururlu biri olduğundan korktuğunu belli etmemeliydi. Az
evvelki şaşkın ve tiz sesini yatıştırırken "Ne zamandan beri oyunun içindeyiz?" dedi.
"Çok uzun değil. Premium vatandaşlık yasası
çıktığından bu yana belki de. Bizden önceki nesiller gerçek dünyada yaşamış
olmalı."
Gençlerin ayağının bereketinden midir nedir pastane
hıncahınç dolmuştu. Etrafları yabancılarla sarıldığı için Cavit daha fazla
konuşamadı. Şayet sözlerinin devamını getirirse ikisinin de başı belaya
girecekti. Hükümet onları kesinlikle hapishaneye tıkardı. Az sonra
arkalarındaki masaya dev gibi heybetli iki bekçi oturdu. Kasıtlı olarak
gelmişlerdi pastaneye.
Adam çoktan resmi kaldırmış, tekrar eski neşeli ve
gamsız tavrını takınmıştı. Münire kulak misafirlerini şaşırtmak için idarelik
bir fikir bulmuştu. Yaptıkları bu önemli toplantıyı iki aşığın gizli buluşması
gibi gösterebilirlerdi. Dışarıdan o süsü vermek zor olmasa gerekti.
"Eski numaramıza devam edelim bence," dedi
Münire. Yan bakışlarla gizlice bekçileri kontrol etti.
"Kimse bize inanmaz. Boş yere uğraşmayalım.
Birbirini seven çiftlere hiç benzemiyoruz."
Adamın son söylediğini umursamadı hatta duymamış gibi
yaptı. "Başka çaremiz yok. Haydi beni aşağıla!" diye fısıldadı
hızlıca.
"Delirdin mi? Neden böyle bir şey yapayım?"
"Çünkü sen zenginsin ve ben de fakirim. Kurulu
düzeni bozamayız. Zengin kişi kibirli davranmalı. Kız ise çok gururlu olmalı,
her fırsatta adama karşı çıkmalı. Bu hep böyle olagelmiş. Anladın mı
şimdi?"
"Pek sayılmaz. Kim koymuş ki bu kuralı?"
"Anlamayacak bir şey yok," diye isyan etti
genç kız. Küçük bir çocuğa laf anlatıyordu sanki. "Bak beni iyi dinle.
Bütün aşk romanlarında böyle geçiyor. O tür kitapları okumadın mı hiç? Aşık
rolümüzün gerçekçi görünmesi için olabildiğince abartılı davranmalıyız. Yoksa insanlar
bize inanmaz."
"İyi tamam denemeye çalışırım," deyip
boğazını temizledi Cavit ve sesini yükselterek yapmacıktan konuşmaya başladı.
"Sen... Evet evet sen! Şu giydiğin basit ve ucuz kıyafete bak. O kadar
fakirsin ki sana aşık olmamak için kendimi zor tutuyorum."
"Hah! Ne saçmalıyorsun? Kulaklarını aç da iyi
dinle, paranla her şeyi satın alamazsın. Seni sevmektense gider kendimi
uçurumdan atarım."
Uçurumu muçurumu karıştırma bu işe, dedi
adam kaş göz işareti yaparak.
Sahteden öksürdü kız. Blöf yapıyorum be. Niye durup dururken uçurumdan atlayayım, dercesine bakışlarıyla
yanıt verdi.
"Aman Allah'ım, benimle inatlaştıkça sana olan
ilgim daha da artıyor Münire. Ah sevgili Münire ceylan gibi gözlerin var!"
"Buraya seninle dostça konuşmaya geldim. Ama görüyorum ki laftan anlayacağın yok. Bırak artık peşimi. Baba parası yemekten başka bir iş bilmeyen züppelerle işim
olmaz benim. Boş bir hayale kapılma Cavit. Asla... Kalbim asla sana ait
olmayacak! "
"Yeter! Ne olursun daha fazla konuşma yoksa sana gerçekten
aşık olacağım! Üstelik sırılsıklam!"
Kız ayağa fırlayıp azami düzeyde gürültü çıkararak
pastaneyi terk etti. Çok dramatik bir sahneydi doğrusu. Bütün müşteriler soluk
almadan ikiliyi seyrediyordu. Adam çabucak hesabı ödeyip Münire'nin arkasından
koştu. Şaşkın bekçiler birkaç dakika sonra nihayet masadan kalkmayı ve onları
takip etmeyi akıl edebildi. Genç kız öyle hızlı yürüyordu ki az kalsın süratle
ilerleyen bir at arabası tarafından ezilecekti. Hiç bilmedikleri sokaklardan geçip
yolları iyice birbirine karıştırdılar. Hem kendileri kaybolmuş hem de
peşlerindeki adamları atlatmışlardı.
1. Bölümün Sonu
Sonraki Bölüm
Yorumlar
Yorum Gönder